Enflasyonda Geçmişe Dönüş

2000 yılıyla birlikte, Türkiye´de enflasyonun iki haneli hale gelişinin 30´uncu yılını doldurduk. 1971´de Nihat Erim´in başbakanlığındaki 33´üncü hükümet sırasında çift haneye yükselen enflasyon, a...

1.02.2001 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

2000 yılıyla birlikte, Türkiye´de enflasyonun iki haneli hale gelişinin 30´uncu yılını doldurduk. 1971´de Nihat Erim´in başbakanlığındaki 33´üncü hükümet sırasında çift haneye yükselen enflasyon, aradan geçen 30 yıl içinde bir daha eski seviyesine dönmedi. Hatta birkaç kez üç haneli seviyeleri de zorladı.

Esasında Türkiye çift haneli enflasyonu 1971 yılından önce de tanıyordu. Savaş yılları ile 1954-58 krizi döneminde de enflasyon çift haneli hale gelmişti. Ancak bu dönemler kısa sürmüş ve fiyatların yıllık artış hızı yeniden tek haneye inmişti.

Son 30 yılda işbaşına gelen 25 hükümetin hepsinin de amaçları arasında enflasyonu düşürmek vardı. Bu amaçla sayısız istikrar programı uygulandı. 1981 ve 1986 yıllarında olmak üzere iki kez, enflasyonu alt etme umudu da doğmuştu esasında. Ancak bu yıllarda yüzde 20´lere gerileyen enflasyon sonra yeniden sıçrama gösterince hevesimiz kursağımızda kaldı.

2000 yılı sonuçları

Bilindiği gibi 2000 yılı başında yeniden enflasyonu düşürme çabası içine girdik. Bu kez önemli bir dış destekle ve ciddi bir programla yola çıktık. Gerçi yılın son iki ayında biraz tökezledik ve yılbaşında koyduğumuz hedeflere de ulaşamadık ama enflasyonda ilk yılda aldığımız sonuçlar hiç de fena değil.

Devlet İstatistik Enstitüsü´nün (DİE) verilerine göre, 2000 yılını TEFE´de (toptan eşya fiyatları endeksi) yüzde 32.7´lik enflasyonla kapattık. 1999 yılı sonunda ise bu oran yüzde 62.9´du. Bir yılda fiyatların artış hızı 30.2 puan düştü ve yarıya indi.

TÜFE (tüketici fiyatları endeksi) enflasyonunda da benzer bir tablo söz konusu. 2000 yılını yüzde 39´luk tüketici enflasyonu ile kapattık. 1999 yılı sonunda bu oran yüzde 68.8´di. Buna göre TÜFE enflasyonu bir yılda 29.8 puan geriledi.

Yeni bir umut doğru

2000 yılı sonuçlarıyla enflasyonun zaman tünelinde tam 14 yıl öncesine döndük. Enflasyonun yüzde 40´ın altında olduğu son yıl 1986´ydı. 1986 yılında TEFE enflasyonu yüzde 24.5, TÜFE enflasyonu ise yüzde 30.7 düzeyindeydi.

Bir yılda yaşanan bu düşüş, enflasyonu tek haneye indirme konusunda yeniden bir umut yarattı. 2002 ya da en geç 2003 yılında enflasyonun yüzde 10´un altına inmesi ihtimali doğdu.

Esasında hükümetin hedefi bu yıl sonunda enflasyonu yüzde 10´a indirmek. Ancak tahminler bu hedefin tutmayacağı yönünde. Fakat hedef tutmasa da enflasyonda düşüşün sürmesi ve yıl sonunda yüzde 20 dolayına gerilemesi bekleniyor. Yerli ve yabancı kuruluşların bu konuda yaptığı tahminler yüzde 15 ile yüzde 25 arasında değişiyor.

2001 yılında enflasyonun nereye kadar düşeceğini tahmin edebilmek için yılın ilk 3-4 ayındaki oranları görmek gerekiyor. Ancak enflasyonu etkileyen faktörlerin incelenmesi düşüşün bu yıl da süreceğini düşündürüyor.

Beklentiler kırılma yolunda

Türkiye´deki enflasyon üzerinde en çok etkili olan faktör beklentiler. Eğer yıl içinde olağanüstü bir gelişme olmazsa, yıl sonunda enflasyon genelde iş dünyasının beklentilerine yakın çıkıyor. Çünkü şirketler fiyatlama kararlarını bu beklentiler doğrultusunda veriyor.

Nitekim 2000 yılında da enflasyon hükümetin hedeflediği düzeye değil, iş dünyasında oluşan beklentiler düzeyine indi. Hatırlanacağı gibi hükümetin 2000 yılı sonu için enflasyon hedefleri TEFE´de yüzde 20, TÜFE´de ise yüzde 25´ti. İş dünyasındaki beklentiler ise daha yılbaşında yüzde 30-35 düzeyinde oluşmuştu.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, iş dünyasının 2001 yılı sonu için enflasyon beklentisi ise yüzde 20 dolayında bulunuyor. Şirketler fiyatlama kararlarını bu beklentiler doğrultusunda verecekleri için, eğer devalüasyon veya toplumsal kesimler arasında bir uzlaşma gibi olağanüstü gelişmeler olmazsa, enflasyonun yıl sonunda bu düzeyde gerçekleşmesi mümkün görünüyor.

Kur politikasının etkisi

2000 yılında enflasyonun geriletilmesini sağlayan önemli bir faktör de kur artışının yüzde 20 ile sınırlandırılması oldu. Kur artışının sınırlandırılması, ithal hammadde ve ara mallarının TL cinsinden fiyatlarındaki artışı da sınırlı tuttu. Bu maliyet avantajı da fiyat artışlarının yavaşlatılması imkanını doğurdu.

Yaşanan mali krize rağmen 2000 yılında Merkez Bankası kur artışının hedefi aşmasına izin vermedi. Mali kriz sırasında IMF´den gelen 7.5 milyar dolarlık ek rezerv desteğinin sayesinde, 2001 yılında da kur artışının hedefi aşması zor.

Merkez Bankası´nın hedeflerine göre, 1 dolar ve 0.77 eurodan oluşan kur sepetindeki artış oranı bu yıl yüzde 6.7 ile yüzde 15 arasında olacak. Bu durum işletmelere maliyet avantajı sağlayarak fiyat artışlarının sınırlı tutulmasını sağlayacak.

Petrol fiyatlarının etkisi

Petrol fiyatlarındaki artışın enflasyona direkt etkisinden çok dolaylı etkisi var. Dünya petrol fiyatlarındaki artış akaryakıt ürünlerinin fiyatlarına yansıtıldığında ``Enflasyon yükselecek'' beklentisiyle ilgili ilgisiz her ürüne zam yapılıyor. Böylece akaryakıt fiyatlarındaki artış dalga dalga tüm ekonomiye yayılıyor ve enflasyon gerçekten yükseliyor.

2000 yılında dünya ham petrol fiyatları yüzde 50´ye yakın artış gösterdi. Ancak hükümet vergi oranlarıyla oynayarak bu artışı akaryakıt ürünlerinin fiyatlarına yansıtmadı.

Bu durum vergi gelirlerini olumsuz etkilediği için 2001 yılında da aynı politikanın uygulanması zor. Ancak bu kez dünya petrol fiyatlarındaki gelişmeler imdada yetişecek gibi. Çünkü OPEC´in son üretim kısıntısı kararına rağmen, bu yıl petrol fiyatlarının çok fazla artmayacağı tahmin ediliyor. Dünya ekonomisindeki yavaşlama nedeniyle petroldeki talep artışının düşük kalması bekleniyor.

Ya talep canlanmazsa...

Enflasyon üzerinde maliyet kadar talebin de etkisi var. Türkiye´deki işletmelerin çoğu, talep yükselince üretimi artırıp sürümden kazanmak yerine fiyatları yükseltmeyi tercih ediyor. Ekonomide zaten yüksek enflasyonun olması, firmaların bu davranışlarının tüketiciler tarafından tespit edilip cezalandırılmasını önlüyor.

2000 yılında enflasyonun hedeflenen düzeye kadar indirilememesi de talebin canlı olmasına bağlanıyor. Bilindiği gibi geçen yıl faizlerin aşırı düşmesi talebin canlanmasına yol açmıştı.

2001 yılında ise talep cephesinden enflasyon canavarına destek gelmeyebilir. Çünkü mali kriz sonrasında yükselen faizler nedeniyle talebin kısılması bekleniyor. Böyle bir durumda fiyat artışları da yavaşlayacak tabii.

Gelir düşüşü

Talebin gerilemesine faizler dışında etki edecek bir faktör daha var. Bu yıl ailelerin gelirinde reel artış olmayacak gibi görünüyor.

Hükümet kamu çalışanlarının ücret ve maaşlarına enflasyon hedefi doğrultusunda zam yapacak. Bu durum bu kesimde reel bir gelir artışı olmayacağını gösteriyor.

Tarımsal destekleme fiyatlarındaki artış da enflasyon hedefi doğrultusunda belirlenecek. Bu da kırsal kesimde yaşayanların gelir düzeyini düşürecek.

Özel sektördeki pek çok işletme de bu yıl çalışanlarına hedef enflasyon doğrultusunda zam yapıyor. Bu durum özel sektör çalışanlarının da talebe katkı yapamayacağını gösteriyor.

KİT fiyatlarının yönü

Türkiye´de KİT´lerin çoğu sanayi için hammadde ve ara malı niteliğinde bulunan ürünleri üretiyor. 2000 yılında enflasyonun gerilemesinde, bu ürünlerin fiyatlarındaki artışın düşük tutulmasının da etkisi var. Nitekim TEFE´de kamu sektörü fiyat artışının genel oranın 8 puan altında kaldığı görülüyor.

Hükümet 2001 yılında da KİT ürünlerinin fiyatlarındaki artışı düşük tutacak. Bu durum maliyet avantajı yoluyla özel sektörün de fiyat artışlarını yavaşlatmasını sağlayacak.

Kamu maliyesindeki düzelme de bu yıl enflasyonun geriletilmesine hizmet edecek. 2000´de sağlanan faiz tasarrufu sayesinde bu yıl kamu harcamaları fazla artmayacak. Hedefler tutarsa 2000´de yüzde 10.9 olarak gerçekleştiği tahmin edilen kamu kesimi borçlanma gereksinimi ise bu yıl yüzde 3.5´e inecek.

Olumsuz faktörlere dikkat

Bu yıl enflasyona olumsuz etkisi olabilecek iki faktör görünüyor.
Bunlardan birincisi faiz oranlarındaki yükselme. Faizlerin en azından marta kadar yüksek düzeyini sürdürmesi bekleniyor. Bu durum bir yandan talebi kısarak enflasyona olumlu etki yaparken, öte yandan işletmelerin finansman maliyetini artırarak olumsuz etkide bulunacak.

Geçen yıl yüzde 3.6 oranında gerçekleştiği tahmin edilen tarımsal üretim artışı için bu yılki hedef yüzde 1.4 düzeyinde. Yağış düzeyi böyle giderse tarımsal üretimin gerilemesi bile mümkün olabilir. Bu durum tarımsal hammadde ve gıda maddelerinin fiyatlarının yükselmesi yoluyla enflasyonu olumsuz etkileyebilir.

Yıl sonunda enflasyon yüzde 20´nin altına inerse, zaman tünelinde tam 24 yıl geriye gideceğiz. Enflasyonun yüzde 10´larda olduğu son yıl 1976 yılıydı.Bu durum enflasyon canavarına karşı nihai zaferin kazanılmasını da kolaylaştıracak. Dişimizi biraz daha sıkarsak enflasyonun zaman tünelinde 30 yıl öncesine dönebileceğiz.

İşi ciddiye almamamız halinde ise tıpkı 1983 ve 1987 yıllarında olduğu gibi enflasyonun yeniden şaha kalkması söz konusu olacak.

MALİ PİYASADA HAYAT NORMALE DÖNÜYOR

Kasım ayının ikinci yarısında başlayan ve aralık ayında da etkisini sürdüren mali krizin çıkış nedeni konusunda muhtelif rivayetler var. İşi bankalar arasındaki bir it dalaşından, dış devletlerin komplosuna kadar götürenler bulunuyor.

Bizce daha makul nedeni ise hükümetin yapısal reformlarda ayak sürümeye başlaması üzerine istikrar programına olan güvenin azalması oluşturuyor. IMF ile yapılan ek rezerv desteği anlaşmasından sonra krizin etkisini kaybetmeye başlaması bu görüşümüzü destekliyor. Çünkü IMF´nin desteği ve hükümetin reform sürecine yeniden dört elle sarılması programa olan güvenin artmasına yol açan gelişmeleri oluşturuyor.

Yeni yılın ilk verileri mali piyasalarda hayatın yavaş yavaş normale dönmekte olduğunu gösteriyor. Bu görüşümüzün gerekçelerini şöyle ortaya koyabiliriz:

* Merkez Bankası´nın döviz rezervleri kriz öncesi düzeyine döndü ve hatta bu düzeyi aştı. Mali kriz öncesinde 24 milyar doların üzerinde olan rezervler, bankaların döviz alımlarıyla hızla erimiş ve aralık ayı başında 19 milyar doların altına düşmüştü. IMF´den ek destek sağlandıktan sonra rezervlerdeki erime durmuştu. Yeni yılla birlikte ise bankalar döviz satışına geçti. IMF´den gelen ilk dilim kredinin de etkisiyle, 12 Ocak´ta döviz rezervleri 26 milyar doları aştı.

* Kriz öncesinde -1.1 katrilyon lira düzeyinde bulunan Merkez Bankası´nın net iç varlıkları, bankaların likidite talebinin artması nedeniyle, mali kriz sırasında hızla yükselmişti. Uzun bayram tatilinin de etkisiyle yılın son günlerinde net iç varlıklar 3 katrilyon liranın üzerine kadar çıktı. Yeni yılın ilk günlerinde ise Merkez Bankası net iç varlıkları hızla aşağıya çekti. 12 Ocak tarihinde net iç varlıklar yeniden eksi düzeye indi.

* İkinci el tahvil ve bono piyasasındaki gelişmeler de mali piyasalarda hayatın normale dönmekte olduğunu gösteriyor. Kriz öncesinde bu piyasadaki günlük işlem hacmi 1 katrilyon liraya yakındı. Mali kriz sırasında ise kimse elindeki kağıdı satmaya yanaşmayınca günlük işlem hacmi 100 trilyon liranın altına kadar düşmüştü. Hazine´nin yeni yılın ilk borçlanma ihalesini kazasız belasız atlatmasından sonra ise işlem hacmi yavaş yavaş yükselmeye başladı. Henüz kriz öncesindeki düzeylere ulaşılamasa da gidişat iyi yönde.

Faizler gerileyecek mi?

Kriz sırasında yüzde 100´lerin üzerine çıkan faizlerde de yeni yılla birlikte belli bir düşüş yaşandı. Ancak faizler kriz öncesine göre hala yüksek.
Hazine yeni yılın ilk ihalesinde yüzde 60´lardan borçlandı. Biz konjonktür bölümünü hazırladığımız sırada, ikinci el tahvil ve bono piyasasındaki faizler yüzde 50´lerdeydi. Repo piyasasındaki gecelik faizler ise yüzde 30´larda seyrediyordu.

Gecelik faizlerin yüzde 30´lara düşmesi, tahvil ve bono piyasasındaki faizlerin de biraz daha düşmesi gerektiğini düşündürüyor. Ancak bu düşüş için Hazine´nin şubattaki yüklü borçlanmasını başarıyla gerçekleştirmesi bekleniyor.

Şubattaki ihalelerde kazasız belasız atlatılırsa, faizler yeniden yüzde 40´lara inebilecek. Böylece mali piyasada işler iyice normale dönecek.

MB´NİN KUR HEDEFLERİ TUTTU, DPT´NİNKİ ŞAŞTI

Türkiye´de kur hedeflerini genelde Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) belirler. Yıllık programlarda, ortalama dolar kuru ve 1 dolar ve 1.5 marktan oluşan döviz sepeti için belirlenen hedefler yer alır. Bu iki değerden yararlanarak mark kuru hedefini hesaplamak da mümkündür.

2000 yılında ise DPT dışında Merkez Bankası da kur hedefleri yayınladı. Merkez Bankası, üç yıllık istikrar programının bir parçası olarak uygulanan kur politikası nedeniyle, 2000 yılı için gün gün kur hedefleri belirledi. Ancak DPT´den farklı olarak bu kur hedefleri 1 dolar ve 0.77 eurodan oluşan bir sepet bazında belirlendi.

Merkez Bankası´nın hedefi, sepet kurunun 2000 yılında yüzde 20 artmasıydı. Bu hedef tam olarak gerçekleşti.

Günlük kur hedefleri de neredeyse kuruşu kuruşuna tuttu. Örneğin 2000 yılının son iş günü olan 26 Aralık için Merkez Bankası´nın belirlediği hedef 1 milyon 148 bin 56 lira ve 92 kuruştu. Gerçekleşme ise bu hedeften sadece 5 kuruş daha yüksek oldu.

DPT´nin kur hedeflerinin ise tutmadığını görüyoruz. Bunun başlıca nedeni ise doların euro karşısında değer kazanması oldu. DPT´nin yıllık ortalama dolar kuru hedefi 573 bin 30 liraydı. Yaptığımız hesaplara göre gerçekleşme ise 623 bin 446 lirayı buldu.

Yıllık ortalama mark kuru hedefi 307 bin 748 lira iken gerçekleşme 293 bin 621 lira oldu.

1 dolar ve 1.5 marktan oluşan döviz sepetinin yıllık ortalama değeri için konulan hedef 1 milyon 34 bin 652 liraydı. Gerçekleşme ise 1 milyon 63 bin 878 lira olarak hesaplanıyor.

YATIRIM EĞİLİMİNDE CANLANMA VAR

Teşvikli yatırımlar ile yabancı sermaye izinleri, yatırım eğiliminin iki önemli göstergesidir. Bu iki göstergeye baktığımızda, 1998 ve 1999 yıllarında hızla gerileyen yatırım eğiliminin 2000 yılında hafif bir canlanma gösterdiğini görüyoruz:

* Esasında 2000´in ilk 10 ayında teşvikli yatırımlar, reel olarak 1999 yılının aynı döneminin gerisindeydi. Ancak mali krizin yaşandığı son iki ayda teşvik başvurularında sürpriz bir artış oldu. Bu sayede 2000 yılının tamamındaki teşvikli yatırım tutarı reel olarak artış gösterdi.

* 2000 yılında alınan teşvik belgelerinin yatırım tutarı 8 katrilyon 761 milyon lira. Bu tutar 1999 yılındaki tutardan yüzde 67.5 oranında daha yüksek. Biz reel değişimi bulmak için teşvikli yatırım tutarlarını dolara çeviriyoruz. 2000 yılındaki teşvikli yatırım tutarının dolar olarak karşılığı, 14 milyar 53 milyon dolar ediyor. 1999´a göre artış oranı ise yüzde 12.2 olarak hesaplanıyor.

* 2000 yılında yabancı sermaye izinlerinde ise yüzde 80´lik bir artış söz konusu. Bu tutar bugüne kadar gerçekleşen en yüksek ikinci tutarı oluşturuyor.

* Fiili yabancı sermaye girişinde ise bir rekor yaşanıyor. Ocak-ekim döneminde 1.3 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi oldu. 2000 yılının tamamındaki giriş tutarının 1.5 milyar dolara yaklaştığı tahmin ediliyor.
Ancak 2000 yılındaki canlanmaya rağmen yatırım eğilimi 1995-97 dönemindeki kadar güçlü değil. Aynı canlılığa ulaşılması büyümenin bu yıl da sürmesi halinde mümkün olacak gibi.

TOPLAM BORÇ 160 MİLYAR DOLARI AŞTI

Hazine Müsteşarlığı´nın verilerine göre, Türkiye´nin halen 161 milyar 149 milyon dolarlık borcu var. 1999 yılı sonunda ise toplam borç tutarı 145 milyar 328 milyon dolardı. Buna göre son bir yılda borçlarımız yüzde 10.9 oranında arttı.

Borç tutarlarını nüfusa böldüğümüzde, halen kişi başına 2 bin 467 dolar borcumuz olduğu ortaya çıkıyor. 1999 yılı sonunda ise kişi başına borcumuz 2 bin 257 dolar düzeyindeydi.

Borçlarımızın üçte ikisini dış borçlar oluşturuyor. 2000 Eylül sonu itibariyle dış borç tutarı 106 milyar 932 milyon doları buluyor. Bunun yüzde 24.8´lik bölümünü kısa vadeli, kalan bölümünü orta ve uzun vadeli borçlar oluşturuyor.

2000 yılı sonu itibariyle iç borç ise 36 katrilyon 421 trilyon lira düzeyinde. Bu tutarın dolar olarak karşılığı 54 milyar 217 milyon dolar ediyor. İç borçlarımızın yüzde 94.3´ünü, vadesi 1 yıldan uzun borçlanma kağıtları olan tahviller oluşturuyor.

İç ve dış borçlarımızın milli gelire oranı yüzde 80.6´yı buluyor. Ancak dış borçların önemli bir bölümü özel sektöre ait bulunuyor. Özel sektöre ait olan tutar düşüldüğünde, devletin borçlarının milli gelire oranı yüzde 60´ın yani Maastricht kriterlerinin altına düşüyor. Bu oran bazı gelişmiş ülkelerde yüzde 100´ü aşıyor.

ÜNİVERSİTELERDE KALİTE SORUNU

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı´nın eki olarak hazırlanan ``Yükseköğretim Özel İhtisas Komisyonu Raporu''na göre üniversitelerimizde önemli bir kalite sorunu var. Söz konusu rapor bu sorunu ve çözüm önerilerini şöyle ortaya koyuyor:

* Türkiye´deki üniversitelerde öğretim üyesi sayısı çok az. Gelişmiş ülkelerin çoğunda bir öğretim üyesine düşen öğrenci sayısı 15´in altında. Türkiye´de ise bu sayı 35´i buluyor.

* Öğretim üyelerinin çoğu İstanbul ve Ankara´daki illerde yoğunlaşmış durumda. Bu nedenle Anadolu´daki üniversitelerde öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı daha da fazla. Örneğin Dumlupınar Üniversitesi´nde öğretim üyesi başına 163, Niğde Üniversitesi´nde ise 134 öğrenci düşüyor.

* Yükseköğretim programları arasında da büyük bir dengesizlik var. Mühendislik fakültelerinde 30-40 arasında olan öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, bazı eğitim fakültelerinde 500´e yaklaşıyor.

* Öğretim üyesi sayısındaki yetersizliğin en önemli nedeni olarak yetersiz ücret düzeyi gösteriliyor. Satınalma gücü paritesine göre hesaplandığında, Türkiye´deki profesörlerin İngiliz meslaktaşlarının yüzde 58´i, ABD´li meslektaşlarının ise yüzde 39´u kadar ücret aldığı görülüyor.

* Öğretim üyelerinin maaşları Türkiye´deki bazı kamu görevlilerinin maaşlarının da altında kalıyor.

* Raporda ücret sorununa köklü bir çözüm getirilmesi için aylık net ücretlerin araştırma görevlisi için 700, öğretim görevlisi için 1,100, yardımcı doçent için 1,500, doçent için 1,800 ve profesör için 2,000 dolar düzeyine gelecek şekilde yükseltilmesi ve bu düzeyde korunması öneriliyor.

* Ücretlerin yükseltilmesinin üniversite üyesi olmanın cazibesini artıracağı ve böylece eleman sıkıntısının aşılacağı umuluyor.

* Tabii üniversitelerde kalitenin yükseltilmesi için önerilen başka tedbirler de var. Örneğin YÖK´ün kaldırılması ve yerine ``Yükseköğretim Eşgüdüm Kurumu''nun oluşturulması bunlardan biri.

TURİZMDE REKORLAR YILI

1999 yılı turizmde çok kötü geçmişti. 2000 yılında ise turizmde beklenenin de üzerinde bir iyileşme yaşandı. Hem ülkemize gelen turist sayısında hem de turizm gelirlerinde rekor kırıldı. Yıllardır kurulan 10 milyon turist hayali gerçekleşirken, turizm gelirleri 8 milyar dolara dayandı.

Turizm Bakanlığı´nın verilerine göre, geçen yıl ülkemize 10 milyon 412 bin turist geldi. Gelen turist sayısı 1999´a göre yüzde 39.1 oranında artış gösterdi. 1997 yılındaki 9 milyon 713 binlik sayıyı da aşarak rekor kırdı.

Turizm gelirleri konusunda ise elimizde henüz ilk 10 ayın verileri var. Bu dönemde turizmden elde ettiğimiz gelir 6 milyar 873 milyon doları buldu. 1999´un aynı dönemine göre yüzde 47.3´lük artış yaşandı.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) uzmanlarının tahminine göre, 2000 yılındaki turizm geliri 7 milyar 800 milyon doları buldu. Bizim yaptığımız hesaplar bu tahminin tutmasının mümkün olduğu gösteriyor.

Bu durum 2000 yılında turizm gelirlerinde de rekor kırıldığını gösteriyor. Bundan önceki rekor 7 milyar 177 milyon dolar ile 1998 yılında kırılmıştı.
Türkiye, 1999 yılındaki tökezlemeye rağmen, 1990´lı yıllarda turizmde epey yol aldı. 1990 yılında ülkemize gelen turist sayısı 5 milyon 389 bin, turizmden elde ettiğimiz gelir ise 3 milyar 225 milyon dolardı. 10 yılda turist sayısı yüzde 93.2, turizm gelirleri ise yüzde 141.9 oranında arttı.

Hükümet bu yıl Türkiye´ye gelen turist sayısını 11 milyona, turizm gelirlerini ise 8 milyar 500 milyon dolara çıkarmayı hedefliyor. İşler böyle giderse bu hedefler rahatça tutacak gibi görünüyor.

BARIŞI KORUMANIN MALİYETİ ARTIYOR

Birleşmiş Milletler (BM) bu yıl, dünyanın çeşitli ülkelerinde icra edeceği barışı korumu operasyonları için 2.6 milyar dolar harcayacak. Bu tutar geçen yıla göre yüzde 44´lük bir artış olacağını gösteriyor.

2001 yılında barışı korumak için harcanacak para, son beş yılda gerçekleşenden daha yüksek. BM´nin barış operasyonları için 1996-2000 döneminde yaptığı yıllık harcama 2 milyar doların altındaydı. Hatta bu tutar 1998 yılında 1 milyar doların da altına düşmüştü.

Bosna´da savaşın yaşandığı 1994 ve 1995 yıllarında ise 3 milyar doların üzerinde bir yıllık harcama söz konusuydu.

Baraşı koruma maliyetinin yükselmesi BM´nin daha fazla ve daha sorunlu bölgelere el atmasından kaynaklanıyor. Tabii bu durumda operasyonlarda görev alan asker ve sivil görevli sayısı da artıyor. Bu yıl 45 bin personelin operasyonlarda görev alması bekleniyor. 2000 yılında 38 bin olan bu sayı önceki üç yılda 20 binin altında kalmıştı. Bosna savaşının en kritik dönemi olan 1994´te ise 70 bin personel operasyonlarda görev almıştı.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan önümüzdeki yıllarda BM´nin dünya barışını koruma konusunda daha aktif bir rol oynamasını istiyor. Barış Gücü´nün daha iyi eğitimli askerlerden oluşmasını, daha iyi donatılmasını ve barışı bozmaya yeltenenler üzerinde caydırıcı bir güce sahip bulunmasını planlıyor.

Ancak bunun nasıl finanse edileceği bilinmiyor. Çünkü ABD, BM bütçesinin yüzde 30.5´i düzeyinde olan katkısını yüzde 25´e indirmeye çalışıyor. Diğer ülkelerinde katkılarını artırma konusunda bir isteği yok.
 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz