Vergi Verenler Neden Artmıyor

Türkiye son 20 yılda çok değişti, ekonomide farklı rakamlar ortaya çıktı. Nüfus arttı, yeni girişimciler ortaya çıktı, şirketler kuruldu. Ancak, “vergi verenlerin nüfusu”, yani mükellef sayısı nere...

1.02.2003 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Türkiye son 20 yılda çok değişti, ekonomide farklı rakamlar ortaya çıktı. Nüfus arttı, yeni girişimciler ortaya çıktı, şirketler kuruldu. Ancak, “vergi verenlerin nüfusu”, yani mükellef sayısı neredeyse yerinde saydı. Oysa, vergi mükelleflerinin nüfusa oranı, 20 yıl önceki düzeyinde kalsaydı, şimdi daha çok vergi veren nüfus olacaktı. Bu 4 milyon mükellef ve Gelir Vergisi’nde yüzde 50’ye varan artış anlamına geliyor.

Türkiye’nin bugün en önemli ekonomik sorununu iç borçlar oluşturuyor. İç borç sorununun arkasında dev boyutlara ulaşan bütçe açıkları yatıyor. Bütçe açıklarının dev boyutlara ulaşmasında ise yıllarca yapılan hesapsız harcamalar kadar, yeterli düzeyde vergi geliri toplanamamasının da etkisi bulunuyor.

Yeterli düzeyde vergi toplanamamasının en önemli nedeni, verginin bir türlü tabana yayılamaması. Bu durum özellikle Gelir Vergisi için geçerli. Gelir Vergisi’nde mükellef sayısı, 20 yıldır aşağı yukarı aynı.

Gerçek usulde vergilendirilen Gelir Vergisi mükelleflerinin sayısı 1983 yılında 1 milyon 830 bin 841 idi. 2002 yılında ise bu sayı 1 milyon 768 bin 653 oldu. Aradan geçen sürede nüfusumuz yaklaşık 20 milyon kişi artıp 47.9 milyondan 68.6 milyona çıkmasına rağmen, mükellef nüfusu artmak yerine azaldı.

Aynı şey götürü usulde vergilendirilen Gelir Vergisi mükellefleri için de geçerli. Götürü usulde vergilendirilen mükellef sayısı, 1983 yılında 967.910 kişiydi. Geçen yıl bu sayı 808 bin 787 kişi olarak gerçekleşti.

Krizlerin etkisi var mı?

Mükellef sayılarının yıllar itibariyle gelişimine bakıldığında, ekonomide yaşanan kriz ve durgunlukların etkisinin olumsuz olduğu anlaşılıyor. Bu dönemlerde artan iflaslar, vergi idaresinin kapısını çalacağı mükellef sayısını azaltıyor.

1984-1987 döneminde ekonominin canlı olması, gerçek usulde vergilendirilen Gelir Vergisi mükelleflerinin sayısının 2 milyonu, götürü usulde vergilendirilen Gelir Vergisi mükelleflerinin sayısının ise 1 milyonu aşmasını sağlamıştı. Önce 1988-89 durgunluğu mükellef nüfusunda düşüşe yol açtı. 1990’lı yıllarda birkaç yıllık aralarla durgunluk ve krizlerin kapıyı çalması, mükellef nüfusunun yeniden yükselişe geçmesini engelledi. Son 3 yılın ikisinin krizle geçmesi ise mükellef nüfusunun iyice dibe vurmasına neden oldu.

Kurumlar Vergisi’nde ise mükellef sayısının 3 yıl öncesine kadar sürekli artış içinde olduğu görülüyor. Şirketleşme eğilimindeki yükselişin etkisiyle, 1983 yılında 52 bin 540 olan kurumlar vergisi mükelleflerinin sayısı, 1999 yılında 560 bin 441’e ulaşmıştı. Ancak, son 3 yılda yaşanan iki kriz kurumlar vergisi mükelleflerinin sayısındaki artışı da durdurdu. Kurumlar vergisi mükelleflerinin sayısı, geçen yıl 565 bin 556 olarak gerçekleşti.

Mükellefin vergi yükü

Vergi mükelleflerinin sayısının yerinde sayması, iki önemli sonuç doğuruyor. Birincisi, Maliye mevcut mükelleflerden daha fazla gelir elde etmenin yolunu arıyor. Yani yaygın tabirle “kümesteki kazlar”dan yolduğu tüy sayısını giderek artırıyor. İkincisi, gelir ve servetten alınan dolaysız vergi gelirleri yeterince artırılamayınca, farkı kapatmak için mal ve hizmet satışlarından alınan dolaylı vergilere yükleniliyor. Böylece vergide adalet ortadan kalkıyor.

Türkiye’de son 20 yılda her iki gelişmenin de yaşandığı görülüyor. 1980’li yıllarda mükellef başına tahsil edilen Gelir Vergisi tutarı bin dolar dolayında bulunuyordu. 1990’lı yıllarda bu tutar 3 bin doları aştı. 1999 yılında 4 bin doları da geçen mükellef başına Gelir Vergisi tutarının, son 2 yılda 3 bin 600-3 bin 800 dolar arasında gerçekleştiği görülüyor.

Bu arada Kurumlar Vergisi’nde ise mükellef sayısı artarken, mükellef başına düşen vergi tutarının azaldığı dikkati çekiyor. 1980’li yıllarda 20 bin dolara yakın gerçekleşen bu tutarın, son yıllarda 5 bin ila 7 bin dolar arasında kaldığı görülüyor. Bu gelişmede küçük boyutlu şirketlerin de kurumlaşma kervanına katılması yanında, istisna ve muafiyetlerin giderek artmasının da etkisi var.

1980’li yılların başında vergi gelirlerinin yüzde 60’ını dolaysız, yüzde 40’ını dolaylı vergiler oluşturuyordu. 1983’te işbaşına gelen ANAP hükümeti gelir vergisi tabanını genişletmeye çalışmak yerine Katma Değer Vergisi’ni (KDV) yürürlüğe koymayı tercih edince, bu tablo hızla değişti. Bugün toplam vergi gelirlerinin yüzde 40’ını dolaysız, yüzde 60’ını ise dolaylı vergiler oluşturuyor.

Mükellef sayısı artsaydı

Son 20 yılda vergi mükelleflerinin sayısı yerinde saymayıp da artsaydı, bugün kamu maliyesinin durumu bambaşka olacaktı. Devletin finansman probleminin ağırlığı biraz olsun azalacaktı.

1983 yılında gerçek usulde vergilendirilen Gelir Vergisi mükelleflerinin nüfusa oranı yüzde 3.83, götürü usulde vergilendirilen mükelleflerin nüfusa oranı ise yüzde 2.02 düzeyindeydi. Yani toplam Gelir Vergisi mükelleflerinin nüfusa oranı yüzde 5.85 ediyordu. 2001 yılında ise bu oran yüzde 3.76 olarak gerçekleşti. Gerçek usulde vergilendirilen Gelir Vergisi mükelleflerinin nüfusa oranı yüzde 2.58’e, götürü usulde vergilendirilenlerin nüfusa oranı ise yüzde 1.18”e kadar düştü.

Gelir vergisi mükelleflerinin sayısı nüfus artışıyla aynı oranda artsaydı, geçen yıl gerçek usulde vergilendirilen mükellef sayısı yaklaşık 2 milyon 628 bin, götürü usulde vergilendirilen mükellef sayısı ise yaklaşık 1 milyon 386 bin olacaktı. Yani toplam Gelir Vergisi mükellefi sayısı 4 milyonun üzerine çıkacaktı. Mükellef başına toplanan vergi tutarının sabit kaldığını varsayarsak, toplanan Gelir Vergisi tutarı 18 katrilyon lirayı bulacaktı. Bu tutarın geçen 11.6 katrilyon lira olduğu göz önüne alınırsa, toplam vergi gelirleri 6.4 katrilyon lira daha fazla gerçekleşecekti.

Bu durum ise bütçe açığının 29 katrilyon lira yerine, 22.6 katrilyon lirada kalmasını sağlayacaktı. Böylece Hazine daha az borçlanmaya gidecek, faizler daha makul bir düzeyde gerçekleşecek, ekonomi daha iyi bir durumda olacaktı.

Hükümetin öncelikli işi


Yeni işbaşı yapan 58’inci hükümetin yetkililerinin beyanlarından, vergi tabanının genişletilmesine önem verecekleri anlaşılıyor. Gerçekten de bu konunun öncelikle ele alınması gerekiyor.

Son yıllarda görev yapan hükümetler vergi tabanını genişletemedi ve artan bütçe açıklarını biraz olsun makul düzeyde tutabilmek için neredeyse her şeye vergi koydu. Öyle ki son 5 yılda vergi yükü hızla artıp gelişmiş ülkeler düzeyini bile aştı. Daha 1996 yılında vergi ve benzeri gelirlerin milli gelire oranı yüzde 22.1 iken, geçen yıl bu oran yüzde 33.3’e kadar çıktı. OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) ülkelerinde bu oranın ortalama olarak yüzde 27-28 arasında olduğu göz önüne alınırsa, bizde vergi yükü birçok zengin ülkedeki düzeyi geride bıraktı.

Artan vergi yükü talebi kısarak ekonomiyi olumsuz etkilemeye başladı. Yeni hükümet ekonomiyi canlandırmak için vergi oranlarında indirim yapmaktan yana. Ancak devletin mali durumu vergi gelirlerinde azalış riskini taşıyan böyle bir operasyona izin verecek gibi değil. Vergi oranlarında indirim yapmak için öncelikle vergi tabanını genişletmek ve mükellef nüfusunu artırmak gerekiyor.

Kaç çeşit mükellef var?

Ücretlerden alınan vergileri kaynağında keserek vergi idaresine yatıran işverenler gibi stopaj vergisi mükelleflerini saymazsak, üç çeşit mükelleften söz edebiliriz. Bu mükellefleri şöyle sıralayabiliriz:

GELİR VERGİSİ: Gelir Vergisi mükellefleri, gerçek ve götürü usulde vergilendirilen kişilerden oluşuyor. Bu vergi genel olarak ticari, zirai ve serbest meslek kazancı elde edenlerden alınıyor. Bunlardan küçük esnaf ve sanatkar niteliğinde olanlar defter tutmuyor ve elde ettikleri gelir götürü olarak belirleniyor. Ödeyecekleri vergi de buna göre tespit ediliyor.

KURUMLAR VERGİSİ: Bu verginin mükelleflerini sermaye şirketleri, kooperatifler, iktisadi kamu kuruluşları, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri ve iş ortaklıkları oluşturuyor.

KATMA DEĞER VERGİSİ: Bu vergi mal ve hizmetlerin satışı ile dış ticaretten alınıyor. Verginin mükellefleri de satışı yapanlar ile dış ticareti gerçekleştirenlerden oluşuyor. 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz