Prof. Dr. ARMAN KIRIM “Krizden nasıl çıkarız?”adlı kitabında şirketlere hayatta kalma ve büyüme stratejileri oluşturmaları konusunda yol gösteriyor.
İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ ekonomik kriz döneminin en önemli
özelliği çalkantı ve belirsizlik. Şirketlerin karşısında bu ortamda, 3 temel
sorun duruyor: Talep daralması, likidite ve müşteri kaybetme riski.
Yöneticiler, bir taraftan bu sorunları aşmak üzere kararlar alıp uygularken
diğer yandan şirketlerini de geleceğe hazırlamak zorundalar. Türkiye’nin en
önemli yönetim uzmanlarından Prof. Dr. Arman Kırım da bu durum tespitinden yola
çıkarak şirketlere nasıl hayatta kalacakları ve büyüme stratejileri
oluşturacakları konusunda bir kitap yazdı. “Krizden Nasıl Çıkarız?” adını taşıyan
kitap, temmuz başında raflardaki yerini almış olacak. Kitap, okuyucusuna model,
reçete ve uygulama teknikleri veren bir rehber olma iddiasını taşıyor. Kırım,
kitabında bugün şirketlerin karşısında duran iki çok temel önceliği şöyle
açıklıyor: “Önce hayatta kalabilmeyi başarabilmeliler, aynı zamanda büyümenin
temelini atmalılar. Hayatta kalabilmek için üst yönetimin önceliği nakit
yönetimi olmalı. Sizi batıracak olan da yaşatacak olan da nakdi durumunuzdur.”
Capital, bugüne kadar “Mor İneğin Akıllısı” ve “Türkiye Nasıl Zenginleşir” gibi
pek çok kitabıyla yönetim dünyasına önemli katkılar yapan, stratejiler
geliştiren Prof. Dr. Arman Kırım’la yeni kitabı “Krizden nasıl çıkarız?”
hakkında konuştu:
Capital: Şirketlere, krizden nasıl çıkabilecekleri konusunda neler
öneriyorsunuz? Krizden çıkış ne kadar sürebilir?
- Kitap iki bölümden oluşuyor. Önce ABD’de krizin nasıl çıktığını,
krizin kaynağının ne olduğunu anlatıyorum. Bu konuda kimsenin kafası net değil.
Net olmayınca da “Dibi gördük mü” soruları çok geliyor. Neyin dibini
görüyorsunuz?
En çok bu soruya gülüyorum. Bu memlekette krizin dibini göreceğiz ve hemen
düzelme başlayacak diye bir hayalperestlik var. İnsanlar hala krizin nasıl bir
kriz olduğunun farkında değil. “Ne oldu, bu kadar para buharlaştı mı” diye
soruyorlar. Para zaten yoktu ki hepsi buhardı. Buhar buharlaşır mı?
Önce bu krizin eskisi gibi gelir geçer türünden bir kriz olmadığını
anlamalıyız. Bu süreci 5-10 yıl yaşayacağız. Düzelme başlasa bile ani bir
yükseliş olmayacak. Çünkü çok kişi işsiz kaldı, dünyada ciddi bir kapasite
fazlası ve birikmiş stok var. Amerika’nın ve İngiltere’nin haddinden çok fazla
borcu var. Evlerinin ve diğer varlıklarının değeri yerin dibine inmiş durumda.
Dolayısıyla işlerin normale dönmesi çok zaman alacak. Dünyada kapasiteler
eriyecek, tekrar talep ortaya çıkacak, insanlar iş bulacak. Güzel günlere dönüş
7-8 yıl alabilir. Krizde aşağı doğru gidişte hafif hafif talep artışı şeklinde
düzelme başlasa bile şartlar çok çetin olacak.
Capital: Geçmiş yıllardaki krizleri incelediğimizde krizden sonra
sektörlerin satışlarının krizden önceki seviyelerine çok kısa sürede geldiğini
görüyoruz. Hatta birikmiş talep sonucunda daha yüksek satış rakamlarına
ulaşıyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Bu krizin nasıl düzeleceğini, çıkışın kaç yılda olacağını hiç
kimse bilmiyor. Boyutları çok büyük. Örneğin otomotivde, dünyada çok yüksek bir
kapasite fazlası var. Normal şartlarda yılda 60 milyon araca ihtiyaç varken şu
an 90 milyon araçlık stok var. Bu stok fazlası nasıl erir bilemiyoruz.
Sadece otomotivde değil, her sektörde çıkış için yeni fikirler gerekiyor.
Örne€in Türk otomotiv yan sanayinin hibrid otomobillere yönelik
parçalar geli?tirmesi gerekiyor.
Capital: Krizin gidişatı konusunda iki yaklaşım öne çıkıyor. Sizin
bu konudaki öngörüleriniz neler? Krizin gidişatı W şeklinde mi yoksa geniş bir
U şeklinde mi olacak?~
- Bunların hepsi yalan. Krizin geleceğiyle ilgili hangi iktisatçı
bir şeyler biliyorum diyorsa yalan söylüyor. Daha önce böyle bir kriz yaşanmış
mı ki? Yaşanmamış bir krizden nasıl çıkılacağını kim, neye göre atıp tutuyor,
anlamıyorum. Ben bilmiyorum. Aklı başında Nobelli iktisatçılar “bilmiyorum”
diyor. Bilen varsa yalancıdır.
Capital: Şirketlerin hayatta kalabilmesi ve büyüyebilmesi için
yönetmeleri gereken en önemli riskler neler?
- Talep daralması, nakit riski ve müşteri kaybetme riski en temel
riskler. Örneğin müşteri riski çok büyüdü. Tüketici davranışları çok ciddi bir
şekilde değişiyor.
Kısa süre önce Koton’da 4 binden fazla müşteriyle bir anket yaptık.
Tüketicilerin alışverişte önceliklerini sorguladık. Modaya mı, çeşide mi, hızlı
dönüşüme mi, fiyata mı önem verdiklerine baktık. Sonuçta sadece fiyata
baktıkları ortaya çıktı. Bu çok büyük bir risk. Müşterin artık sadece fiyata
bakıyorsa bütün reklam anlayışını, üretim modeli gibi tüm stratejilerini
değiştirmen gerekir. Şirketler tüketici davranışlarındaki değişimi anlayıp buna
göre sürekli strateji geliştirmek zorunda.
Capital: Tüketiciler artık ucuzun peşinde. Şirketler de ucuza
tedarik etmenin yollarını arıyor diğer yandan sürekli kampanyalar, indirimler
yapıyorlar. Alt markalar yaratıp ucuza satıyorlar. Tüketici fiyatları hızla
düşüyor. Bu akıllı bir yol mu? Peter Fisk, fiyat düşürmenin çok tehlikeli
olduğunu söylüyor. Kriz bitince eski fiyat seviyelerine çıkılamayacağını
düşünüyor.
- Doğru söylüyor, lider markanızın fiyatını indirmemelisiniz.
Burada en akıllıca yol alt markalar yaratıp onu ucuza satmak. Şirketler, lider
markalarını değil de yeni markalar yaratarak o markanın fiyat stratejisini bu
trende göre oluşturmalı. Asıl markalarının fiyatını kalıcı olarak düşürürlerse
bir daha yukarı çıkarmaları çok zor olur. Alt markayı her zaman ucuza
satabilirsiniz.
Lider markada ara sıra kampanya yapılabilir ya da markanın içi doldurulabilir.
Fiyat indirmek yerine aynı fiyata ürünü daha değerli kılabilirler.
Örneğin Koleksiyon Mobilya, Bodrum’da yazlık site yaptı. Krizde 10-12 ev elinde
kaldı. Fiyatlarını bir miktar aşağı çekti ama asıl başarılı uygulaması şu oldu:
Tüm boş evlerin içini Koleksiyon Mobilya ürünleriyle doldurdu ve evi aynı
fiyata sattı. Bu durumda müşteri için yazlığa gitmek birdenbire çok kolay hale
geldi. Fiyat kırmak yerine, o fiyata sunduğun ürünün değerini artırmak çok
akıllıca bir yaklaşım. Bu da bir fiyat indirme modeli ama fiyat seviyesi aşağı
çekilmemiş oluyor.
Capital: Talep daralması gibi ciddi bir durum söz konusuyken
satışları nasıl artırabilirler?
- Kitabımın ikinci bölümünde de bu konuya değiniyorum. Diyelim ki
dünya ticareti yüzde 30 daraldı. Bu durumda dünyada krizden önce 10 bin tane
tişört satılıyorsa şimdi 7 bin tane satılacak demektir.
10 bin tişörtü de dünyaya satan 30 ülke olduğunu düşünelim. Satışlar 7 bine
indiği zaman bu 30 ülkenin eşit miktarda satış yapmasını bekleyemeyiz. 10 bin
satılan dünyada yüzde 5 pazar payı alan bir ülkenin bugün 7 bin adetten yüzde
10 pazar payı almayı hedeflemesi gerekiyor. Talep dünyada düştü diye
Türkiye’nin de satışlarının düşmesi gerekmez. Şirketler kan kaybeden
rakiplerinin paylarını da alarak satışlarını artırabilir.
Capital: Kitabınızda işe inovasyon gözlükleriyle bakmak
gerektiğinden bahsediyorsunuz. Bunu yapan şirket örneği verebilir misiniz?
- Örneğin Koton, sektöründe satışlar düşerken satışlarını
artırıyor. Mayıs ayında sektörde metrekare başına piyasa küçülmesi, geçen yılın
aynı ayına göre yüzde 5 oldu. Koton’un mayıs ayı ciro artışı yüzde 10. Nisan
ayı sektörün küçülmesi yüzde 9, Koton’un büyümesi yüzde 4,5. Demek ki Koton
sektörüne göre 13,5 puan önde. Üstelik alt marka da çıkarmadı.~
Peki Koton ne
yaptı? Karşılanmamış müşteri ihtiyacına göre bir sürü proje geliştirdi.
Örneğin, ‘Banafit’ adındaki projelerini oluşturmadan önce mağazalarında
müşteriyi çok iyi dinlediler. Kadınlarda gömlek konusunda bir sıkıntı tespit
ettiler. Çözüm olarak aynı bedende bölgesel fiziksel farklılıklara göre yeni 3
kalıp yarattılar.
Örneğin 38 bedenin mini, midi ve maksisini ürettiler. 3 farklı vücut tipindeki
3 müşteri de aradığı ürünü bulabilir hale geldi. Oysa kadınlar gömlek giymeye
başladığı tarihten itibaren bu sıkıntı vardı. Kimsenin aklına bu soruna çözüm
yaratmak gelmedi. Tüketici de sorunu kendinde gördüğünden, talep edemedi. Koton
bu projeyle müşterisine de kendini çok değerli hissettirdi. Ayrıca dogmayı da
sorgulamış ve üzerine gitmiş oldular.
Capital: Dogmaları sorgulamaktan neyi kastediyorsunuz? Şirketler
bu yolla nasıl başarılı olabilir?
- Burada en güzel örnek Bayram Gazetesi’dir. Eskiden bayramlarda
sadece Türkiye Gazeteciler Cemiyeti gazete çıkarırdı. İnsanların gazete okumak
için en bol zamanlarının olduğu bir dönemde gazete çıkarmamak kadar saçma bir
uygulama olamaz.
Ama bu dogmayı sorgulamak o zamanki Sabah Gazetesi’nin patronu Dinç Bilgin
dışında kimsenin aklına gelmedi. Bilgin, “Bayramda büyük zarara uğruyoruz en
fazla gazete satacağımız zaman gazete satmıyoruz. Böyle bir şey olamaz” dedi.
“Ben basıyorum, böyle bir dogmayı kabul edemem” dedi. Ertesi yıl herkes
bayramda gazete çıkarmaya başladı.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?