STFA’nın Kârlılığının Yüzde 90’ı Nereden Geliyor? STFA Deniz İnşaat, sektör dışındakilerin çok fazla bilmedikleri ancak bugüne kadar ortaya koyduğu finansal performansla başarı hikayesi yazan bir ...
STFA’nın Kârlılığının Yüzde 90’ı Nereden Geliyor?
STFA Deniz İnşaat, sektör dışındakilerin çok fazla bilmedikleri ancak bugüne kadar ortaya koyduğu finansal performansla başarı hikayesi yazan bir şirket. 13 yıl önce kurulan STFA Deniz İnşaat, STFA’nın inşaatta uzmanlık alanlarına göre şirketleşme kararı almasıyla hayata geçti. Adından da anlaşılacağı gibi denizde yapılan inşaat projelerini üstleniyor. Limanlar, barajlar, köprüler ve petrol boru hattı inşaatları gerçekleştiriyor.
Kurulduğu ilk yıl 3,5 milyon dolarlık bir ciro elde eden STFA Deniz İnşaat, aradan geçen zaman içinde ciddi bir büyüme kaydetti. Cirosu 600 milyon dolara çalışan sayısı 4 bin 500’e ulaştı.
Bugün STFA Grubu’nun amiral gemisi olan şirket, grubun kârlılığının yüzde 90’ını, cirosunun da yüzde 60’ını tek başına sağlıyor.
Yakalanan bu başarıda STFA Deniz İnşaat Genel Müdürü Tahsin Bağcı’nın rolü büyük.
25 yıldır grup bünyesinde çalışan Bağcı, 2 yıl önce genel müdürlük koltuğuna oturdu. Onun görev süresinde şirket en büyük atılımını yaşadı. Burada Bağcı’nın doğru pazarlarda doğru projelerde yer alma stratejisi etkili oldu. 2005-2006 yıllarında petrol fiyatlarının artmasıyla Körfez ülkelerine yönelen şirket, kendi alanında çok fazla rakip olmamasını da fırsat bilerek bu pazarlara giriş yaptı. Bugün ağırlıklı olarak Katar, Suudi Arabistan ve Umman’da projeler gerçekleştirdiklerini belirten Bağcı, “STFA Deniz İnşaat olarak son krizden etkilenmedik. Çünkü Körfez ülkeleri etkilenmedi. Bizim de tüm büyük projelerimiz buralarda. Örneğin Umman’da 1,5 milyar dolarlık bir proje yürütüyoruz” diyor.
Gerçekleştirdiği projeler şirketin cirosunu da hızla arttırdı. STFA Deniz İnşaat’ın cirosu 2007 yılında 64, 2008’de 350, 2009’da 600 milyon dolara çıktı.
Bağcı, yakalanan başarıda rekabetçi ve kontrollü davranmalarının da önemli paya sahip olduğunu ifade ediyor. “Bu dönemde biz SAP ve ERP dediğimiz kurumsal kaynak planlama sistemlerini şirkete yerleştirmeye başladık. Kurumsal risk yönetimi konusunda çalışmalar yaptık. Bunların da sonuçlarını aldık” diye konuşuyor.
İç piyasada faaliyeti olmayan ve tüm projelerini yurtdışında yürüten STFA Deniz İnşaat’ın bundan sonra hedefinde yurtdışında büyümek var. “Bizim asıl pazarlarımız Katar, Umman ve Suudi Arabistan. Orada devamlılığımızı sağlamaya çalışıyoruz. Ancak Karadeniz’de birtakım projeler bulunuyor. Romanya, Bulgaristan ve Rusya’daki projeleri takip ediyor, hazırlık çalışmaları yapıyoruz” diyen Bağcı bu ülkeleri tercih etme nedenlerinin ise petrolden kaynaklanan güçlü finansmanları olduğunu söylüyor.
“Şantiyede Balık Tutuyorum”
Tahsin Bağcı, tüm faaliyetleri yurtdışında olan bir şirketin genel müdürü olarak ayın yaklaşık 20 gününü seyahatlerde geçiriyor. Eşinin de yüksek mimar olduğunu ve işinin temposunu bildiğini belirten Bağcı, “Benim bavulum her an hazırdır. Öğlen telefon alırım akşamüzeri giderim” diyor. Seyahatler nedeniyle sosyal hayattan uzaklaştığını da belirten Bağcı, yine de kimi zaman hafta sonları kimi zaman iş ortamlarında ilgi alanlarına zaman ayırmaya çalışıyor. “Bazen hafta sonları eşimle bir yerlere gidiyoruz. Benim en büyük hobim maçlar. Fenerbahçe’de kongre üyesiyim. Buradaysam maçlara muhakkak gidiyorum. Yurtdışında bütün şantiyelere Digitürk kurduk. Şantiyeler deniz kenarında, fırsat bulursam balık tutuyorum” diyor.
Çinli Chery’nin Yatırımını Türkiye’ye Getirecek
Mermerler Grup Türkiye’de Çinli Chery markasının temsilciliğini yapıyor. 3 yıl önce Çinli bir markayı Türkiye’ye getirmek için arayışa geçen Mermerler Grup Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Mermer, Çin’de çeşitli incelemeler yaparken ülkenin otomotivde en genç fabrikasına sahip olan Chery’de karar kıldı.
2009 yılında markayı Türkiye pazarına sokan Mermer, ilk yıl için de 10 bin adetlik satış hedefledi. Bir yılın ardından Mermer ile bir araya geldik. Hem Chery’nin Türkiye performansını hem yeni hedeflerini konuştuk.
2009’a ilişkin hedeflerinin iyi niyetli olduğunu ancak satışların tahmin ettikleri şekilde gerçekleşmediğini belirten Mermer, “Hedefimiz yüksekti. 10 bin adetlik bir satış tahmin ediyorduk ancak şu anda 6 bin adet civarındayız” diyor. Ardından da hedeflerin neden tutmadığını açıklıyor: “Ürün kendini yavaş yavaş kabul ettirdi. Tutmamasının nedeni bir ara talep olmasına karşın araçları buraya getiremememizdi. Araya bir de kriz girdi. Şimdi gittikçe daha iyi oluyoruz. Yeni bayi teklifleri var. 5 yıl içinde pazarda ilk 10 içinde olmamız lazım.”
Chery’e çok güvenen Mermer, şirketin Çin’deki üretim kapasitesinin 1 milyon adet olduğunu ifade ediyor, Türkiye’nin toplam üretim kapasitesinin de 1 milyon 150 bin adet olduğunun altını çiziyor. Her fırsatta Çin üretimlerine duyulan güvensizliğin yersiz olduğunu söylüyor. Tüm markaların Çin’de üretim yaptıklarını hatırlatan Mermer, “Chery’nin motor fabrikasından İtalyan Fiat motor alıyor. Fiat motorlarının çoğu Chery motoru. Alfa Romeo da Çin’de Chery fabrikasında yapılıyor. Çin’de Mercedes ve BMW’nun da fabrikaları bulunuyor” diyor.
Mermer, Chery’le işbirliğinden oldukça memnun. Çin’in otomotiv sektöründeki geleceğinin çok iyi olacağına inanıyor.
Bir süredir Chery’nin Türkiye’de üretim yapacağı konuşuluyor. Ancak bu konu bir netlik kazanmış değil. Mermer, Chery’nin Türkiye’de üretim yapma planına ilişkin son durumu şöyle anlatıyor: “Üretim konusunda çalışmalar devam ediyor, bazı politik sebeplerle gecikiyor. Küçük bir yatırım olmadığı için uzun vadede gerçekleşmesi zaman alacak. İlk etapta konuşulan 500 milyon dolarlık bir yatırım. Ama çalışmalar iyi gidiyor. Chery burada üretim yaparsa vergi avantajı yakalayacak. Türkiye açısından önemi ise daha büyük. Tüm dünya Çin’e giderken Çin’in buraya gelmesi çok farklı bir şey. Bu yatırımın ardından başka sektörler de Türkiye’ye çok rahat gelmeye başlar.”
65 Kez Kan Verdi
Yüksel Mermer, iş hayatında bulunduğu 50 yıl boyunca tam bir işkolik gibi çalıştığını itiraf ediyor. “ İşle yatıp işle kalkıyorum. Haftasonu da çalışıyorum” diyor.
Yoğun bir iş hayatı olmasına karşın sağlık konusuna çok önem veriyor. Hatta kan vermek üzerinde önemle durduğu bir konu. Bugüne kadar 65 kez kan verdiğini belirten Mermer, “Aynı zamanda 800 kişinin de kan vermesini sağladım. Herkes her üç ayda bir kan verebilir. Türkiye’de her verebilen bir kez kan verse ülkenin kana ihtiyacı kalmaz” diye konuşuyor.
Profesyonelleşen Doluca, Artık Daha Sağlıklı
Sibel Kutman, Doluca’nın genç, dinamik ve yenilikçi yüzü olarak ön plana çıktı. Görev aldığı 11 yılda, ağırlıklı olarak üretime yönelen bir şirketin müşteri odaklı bir yapıya dönüşmesinde ciddi bir katkısı oldu. Geçtiğimiz günlerde Kutman’la bir araya gelerek şirketi, son yıllarda yaşadıkları değişimi ve sektörü konuştuk.
Doluca cephesinde yaşanan en büyük değişim bir buçuk yıl önce aile üyelerinin yönetim kurulu kadrosuna geçmesi olmuş. Profesyonel genel müdür ve direktörlerle daha kurumsal bir yönetim kararı alan ailede Sibel Kutman ve ağabeyi Ali Kutman, direktörlük pozisyonlarını bırakarak yönetim kurulu üyeliğine geçiş yapmış. Baba Ahmet Kutman ise yönetim kurulu başkanı olarak görevini sürdürüyor. Sağlıklı bir yönetim için profesyonelleşme kararı aldıklarını belirten Kutman, “Bu geçişi de sağlam bir şekilde tamamladık” diyor.
Doluca sektörün en güçlü oyunculardan biri. Toplam 40 milyon litrelik organize şarap pazarında yıllık 14 milyon litre üretim kapasitesine sahip. 50’ye yakın markayla gerçekleştirdiği üretiminin yüzde 15’ini de başta Almanya, İngiltere, Belçika ve Hollanda olmak üzere Avrupa ülkelerine ihraç ediyor.
Türk şaraplarının son 10 yılda kalite anlamında çok geliştiğine dikkat çeken Kutman, ancak ciddi bir tanıtım sorunu yaşadıklarını kaydediyor. “Dünya Türkiye’nin gelişmiş bir şarap sektörüne sahip olduğunun farkında değil. Bu da tek başına yapılamaz. Devlet desteği gerekiyor. Son yıllarda şarapta başarı hikayesi yazan Şili, Avusturya ve Güney Afrika devlet desteği alıyor. Biz de keşke daha organize olabilsek ve devlet de bunun arkasında olsa” diyor.
Son 10 yıl şarabın kalitesi açısından güzel gelişmelere sahne olsa da son 5 yılda iç pazarda yaşanan bir gelişme de gözden kaçmıyor. Sadece şarap özelinde değil alkollü içecek satış noktalarının sayısında bir düşüş olduğu ifade ediliyor. Kutman da bu durumu doğruluyor. Konuyla ilgili şöyle konuşuyor: “2005’ten itibaren birçok yönetmelik çıktı, mekanların içki ruhsatı almaları ve yenilemeleri daha problemli ve pahalı bir uğraş haline döndü. Bir de mahalle baskısının arttığını gördüğümüz iller oldu. Eskiden içki satarken artık satmayacağını belirten noktalar var.”
Şarabın gelişiminin önündeki bir diğer engel olarak da fiyat unsuru gösteriliyor. Türkiye’de şarabın pahalı olduğu sıklıkla dile getiriliyor. Kutman bu pahalılığın üç sebepten kaynaklandığını belirtiyor. Bu sebepleri de şöyle sıralıyor: “Birincisi, vergiler. Şarapta vergi yüzde 63, bir de yüzde 18’lik KDV var. Şarap üreten ülkelerde vergi yok teşvik var. Diğeri girdi fiyatlarımızın yüksek olması. Bir de içilen noktaya bağlı olarak fiyat değişiyor. Kimi restoran bunu hakkıyla 2,5’la çarpıyor kimi 5’le. Bizim 20 TL’ye sattığımız ürünü bazıları mönülerine 120 TL’ye koyuyor. Bu tür dengesizlikler de var.”
Pazarın içinde bulunduğu son durum bu iken Doluca’nın odağında daha fazla büyümek var. Şirket özellikle bağcılık yatırımlarına devam ediyor. Ürettiği şarapların yüzde 60’ını kendi üzümlerinden yapmayı hedefliyor. Kutman, hızla hedefe ulaştıklarını, şu anda yüzde 50’lerde olduklarını söylüyor. Doluca’nın uzun vadedeki hedefi ise dünyanın en iyi şarapları arasına girmek.
“Annelikle İşi Kısa Zamanda Dengeledim”
Sibel Kutman geçtiğimiz aylarda anne oldu. Anneliğin hayattaki önceliklere bakış açısını değiştirdiğini belirten Kutman, işle anneliği ise çok kısa zamanda dengeleyebildiğini söylüyor. Kutman’ın iş dışı en önemli uğraşısı dans. Fırsat bulduğu her an evinin alt katındaki stüdyosunda egzersiz niyetine dans eden Kutman, “Bazen dans etmekten keyif alan arkadaşlarla birlikte de stüdyoya giriyoruz. Doğum kilolarımı hemen vermemde dansın ciddi katkısı oldu” diyor.
People Sektöre Hızlı Bir Giriş Yaptı
Banun Erkıran, reklam sektörünün çok yakından tanıdığı bir isim. Sektördeki kariyerine Cen Ajans Grey’de başladı. Burada çeşitli yöneticilik kademelerinde görev aldıktan sonra dünyanın en büyük medya planlama ve satın alma ajanslarından MediaCom’un Türkiye’deki kuruluşuna ön ayak oldu. 2001 yılında da ajansın MediaCom Europe sahipliğinde tekrar kuruluşunu yaptı. Tam 8 yıl şirketin CEO’luğunu üstlendi. Bu arada uluslararası arenada dikkat çeken bir isim olmayı başardı. Örneğin 2005 yılında Media&Marketing dergisi tarafından Avrupa’daki “Marketing Star under 40-40 Yaş Altı Pazarlama Starı” seçildi.
Geçtiğimiz aylarda Erkıran, uzun yıllar büyük emek verdiği MediaCom’dan ayrılarak kendi şirketi People’ı kurdu. Erkıran’la ayrılık ve profesyonel yöneticilikten patronluğa geçiş kararını nasıl aldığını konuştuk.
Erkıran, MediaCom’daki misyonunu artık tamamladığını düşündüğü için ayrılığın gerçekleştiğini belirtiyor. Her profesyonel yöneticinin hayali olan kendi şirketini kurma kararını da eş zamanlı verdiğini söylüyor. “Bu kararı alırken sektörde son birkaç yıldır oluşan bir boşluğu ve ihtiyacı da görerek karar verdiğimi söyleyebilirim. People aslında yeni bir ajans değil, sadece ismimiz, ofisimiz ve vizyonumuz yeni. Bir medya ajansının en büyük sermayesi ve diğerlerinden farklılaşmasını sağlayan faktör, içinde çalışan insanların kalitesi ve deneyimi. Bunun için ismimiz People. Bu açıdan sektördeki en eski ve deneyimli ekiplerden biriyiz ama bir taraftan da her yeni doğan gibi heyecanlı, dinamik ve meraklıyız. Bugün birçok reklamverenin ajansından tam memnun olmadığını fakat “Kaç tane denedim nereye gideceğim ki” dediğini biliyoruz. Biz bu reklamverenler için bir alternatif olmak istiyoruz” diyor.
People sektöre hızlı bir giriş yaptı. Çünkü kuruluşunun üzerinden henüz birkaç ay geçmeden büyük müşterileri bünyesine kattı. Avea, TTNET, Gittigidiyor, Petlas, Genpower ve Egeyıldız gibi reklamverenlerle çalışmaya başladı.
Şu ana kadar sadece 1 konkura katıldıklarını ve o konkurdan da Avea ve TTNET’i kazandıklarını belirten Erkıran, şu anda da Işık Üniversitesi ve Koç Grubu konkurlarının sonuçlanmasını beklediklerini ifade ediyor.
Medya planlama ve satın alma, reklam sektörünün en önemli ayaklarından birini oluşturuyor. Türkiye pazarında bu alanda onlarca şirket faaliyet gösteriyor. TİAK (Televizyon İzleme ve Araştırma Komitesi) üyesi olanların sayısı ise 17. Erkıran, sektörde büyük kısmı global networklerin birer parçası olan yabancı sermayeli ajanslardan oluşan bir rekabet olduğunu anlatıyor. Hemen ardından da ekliyor: “People’ın katılımıyla artık gerek çeşitlilik gerek rekabet arttı diyebiliriz.”
2009 reklam sektörü açısından zorlu bir yıldı. Her ne kadar net rakamlar açıklanmasa da geçtiğimiz yıl sektörde yüzde 14’lük bir küçülme olduğu düşünülüyor. Bu yıla dair beklentiler ise olumlu. Erkıran, 2010 yılında yüzde 16’lık bir büyüme ile 2008 yılı büyüklüğü olan 3 milyar 250 milyon TL seviyesinin yakalanacağını tahmin ediyor. Yıl içinde mevcut reklamverenlerin bütçe artışına gideceğini ve bununla birlikte pazara yeni oyuncuların katılacağını ifade ediyor. “Eğer yeni bir ekonomik şok daha yaşamazsak reklam pazarının 2015’te rahatlıkla 5 milyar TL’nin üzerinde olmasını bekleyebiliriz” diyor.
Yemek Yaparak Dinleniyor
Banun Erkıran iş dışında ailesiyle vakit geçirmeye özen gösteriyor. Tarçın adını taşıyan kedisiyle oynamak en büyük zevki. “Ayrıca vakit buldukça yemek yapmaya çalışıyorum. Yemek yapmak beni dinlendiren ve kafamı boşaltmaya yarayan bir uğraş” diyor.
Phılıps Değerini Kanıtlayarak Satışlarını Artırdı
Philips Türkiye’de ilk olarak 1930 yılında 20 bin TL sermaye ile kuruldu. 2007 yılında Türk Philips, Türkiye ve Kafkasya’dan oluşan bölgenin genel merkezi olarak yeniden konumlandırıldı. 2008 yılında ise Philips, sağlık bakım, tüketici ürünleri ve aydınlatma sektörlerine odaklanarak yeniden yapılandı.
Philips, bugün dünya çapında gerçekleşen yeniden yapılanma süreci sonucunda Türkiye’de de faaliyet alanlarını sağlık bakım, aydınlatma ve tüketici yaşam tarzı olmak üzere 3 ana sektörde toplamış durumda.
Philips Türkiye Tüketici Ürünleri şirketinin genel müdürü Özlem Fidancı, yeniden yapılanmanın tamamlanmasının ardından, sağlık ve iyi yaşam alanında lider marka olmayı amaçladıklarını söylüyor. Ardından da şöyle bir açıklama yapıyor: “Sağlık derken kastedilen, genel olarak insan sağlığıyla ilgili medikal konular olduğu kadar aynı zamanda formda kalmak, sağlıklı beslenmek ve genel olarak sağlıklı bir yaşam sürmek. İyi yaşam ise insanların evde, işte, alışverişte ya da yolda giderken, her zaman bulundukları ortamlarda kendilerini iyi, rahat, güvende ve keyifli hissetmelerine yardımcı olmak anlamına geliyor. Philips olarak geliştirdiğimiz yeniliklerle insanların yaşamlarını iyileştirmeye odaklanıyoruz.”
Tüketici ürünleri Philips’in toplam cirosunun yüzde 50’sinden fazlasını oluşturuyor. Geçtiğimiz yıl bu kategoride başarılı sonuçlar elde ettiklerini ifade eden Fidancı, “Tüketici ürünleri içerisinde ütüler, elektrik süpürgeleri, katı meyve sıkacağı ve TV ürün gruplarında başarılı bir satış grafiği yakaladık. DVD oynatıcı, MP3 çalar, blu-ray oynatıcı ve blu-ray ev sinema sistemlerinde pazar liderliğimizi koruyoruz. 2009 Aralık ayı verilerine dayanarak, LCD TV pazarında Ocak 2009’da yüzde 12,5 olan pazar payımızı, Ekim 2009 da yüzde 16,8’e yükselttik. Aksesuar ve kulaklıklarda yine pazar lideriyiz” diyor.
Peki Philips rekabetin çok yoğun olduğu bir yılda liderliğini nasıl korudu? Satışlarını artırmayı nasıl başardı?
Fidancı, bu konuda tüketici davranışlarındaki değişimlere yanıt vermek üzere oluşturulan “Değer Kampanyası”nın ciddi katkıları olduğunu belirtiyor. Yılın ikinci çeyreğinde uygulamaya konan kampanyanın, Philips’in rakip markalara göre sadece daha düşük fiyat değil daha fazla değer sunduğunu gösterdiğini söylüyor. Bunu nasıl yaptıklarını da şu sözlerle anlatıyor: “Ürünlere ilişkin çeşitli güçlü kanıtlar bu durumu ortaya koydu. Ürünlerle ilgili tüm iddialar yasal kanıtlara dayanıyor. Rakip markalara karşı bağımsız bir araştırma ortamında test edilmiş bulunuyor. Bu sonuçlara dayanarak Philips ürünlerinin genel anlamda rekabette üstün satın alma değeri sunduğunu vurgulayabildik. Kampanyanın sloganı olan, “Tabii ki Philips” de bu araştırmanın sonucu ortaya çıktı.”
Yeni Ürünlerle İddialı
Philips bu yıl da yeni ürünlerle pazarda iddiasını daha güçlü ortaya koymaya çalışıyor. Örneğin dünyada bir ilk olan 21:9 Cinematic TV, gerçek sinema ortamını eve getirmeyi vaat ediyor. Fidancı, “Bire bir sinema perdesi boyutlarını yansıtan Eisa, ‘En iyi LCD TV’ ödülü alan CinemaOne, gerçek bir inovasyon ve bugünlerde Türk tüketicisi ile buluşuyor. Aksesuarlar alanında da geçtiğimiz yıllarda ciddi satın almalarla kategoriyi büyüttük. Yeni ürünlerimizi de yakın zamanda Türkiye’ye sunacağız” diyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?