BusinessSummaries
Yazar: Jean-Marie
Dru
Yayıncı: Palgrave
Macmillan Books, 2007
ANA FİKİR Şirket
toplantılarınıza girmenin bir
yolunu bulur. İkide bir
sözünüzü keser, düşünce
şeklinizi belirler ve
şirketinizin yönüne
kılavuzluk eder.
Yolculuğunuza macera tadı
katar, bizi umulmadık yollara
sokar ve sınırları
umursamaksızın kentten
kente yayılır. Aynı zamanda
sizi hem rahatlatır hem de
sıkıntıya sokar. Şirketinizi
farklı bir yer haline getirir;
insanların o olmadan yapamayacakları bir şeydir.
Kulağa edepsiz bir sözcük gibi gelir ama ajansınızın
kalbine yuvasını yapmıştır. Latince kökenlidir ve
İngilizce’ye Fransızca’dan girmiş, hemen ardından da
Fransızca’dan yok olmuştur. “Yırtılma”yı, daha doğrusu
“bir yırtılma yaratma” eylemini ifade eder.
Sözcüğümüz bozuculuktur.
BU KİTABA NEDEN İHTİYACINIZ VAR?
Hem hayranlık uyandıran iş hayatı anıları hem de bozuculuğun
gücünden faydalanmak için pratik bir kılavuz olan bu kitap, modern
reklamcılığın bıçak sırtına az bulunan bir bakışı içeriyor.
YÖNTEM Bozuculuk zamanımıza uygundur; acımasız global rekabetin, kısalan
döngülerin ve istikrarlı alt üst oluşun dünyasında. Bu kadar istikrarsız
bir bağlamda, markalar hayatta kalabilmek için sürekli evrim
geçirmelidir. Her zamankinden güçlü baskılara rağmen müşterilerinize
kontrolün artmış bir şekilde sizde olduğu hissini vermek için net
doğrultular sunmaya çalışırsınız. Markalar değişiyor.
Bozuculuk, bize araçlar, bir sözlük ve bir bakış açısı vermiş
durumda. Bozuculuk, daha olumlu bir çağrışım üzerinde yürüyebilir;
anlam olarak ilerlemeci bir kayış.
Yıllar geçti gitti ve sözcüğü olumlu bir anlamda kullanan yönetim
dergilerinde yayınlanan seçkin makalelerin de gösterdiği gibi akıntı
dönmeye başlıyor. Bugün üniversite profesörleri de bu terimi
sınışarında kullanıyor.
Fortune’da yakınlarda Steve Jobs’ın şaşırtıcı başarısını öven bir
makale “Steve Jobs, Bozuculuğun Efendisi” adıyla yayınlandı. Kayış
gerçekleşiyor.
İngilizce’de “bozuculuk” sözcüğü olumlu olabilir. Ama şimdi
kendisiyle ilgili yeni bir his yaratıyor. Belki bir gün Fransızca’nın bir
parçası olarak yeniden doğabilir.
~ ÜRÜN
Yükselen düzensizlik hakkında bir fikir de veren bu kafa karışıklığı
(kaos değilse de) yeni bir olasılıkla taban tabana zıttır: Her şey çok
kötü hale geliyor.
Çok yakında tüm medya, tıpkı şimdi online reklamcılığın olduğu
gibi milimi milimine ölçülebilir hale gelecektir. Bir panele bakarak, kaç
izleyicinin hangi kanalı izlediğine dair anlaşılmaz tahminlerde bulunmak
yerine reklamcılar, artık kaç insanın hangi şovu izlediğini, kaçının
reklamları zapladığını ve hangilerin izlediğini tamı tamına bilecektir.
Bu bilgi, talebe-hassas modellere bağlanabilir. Eğer bir reklam
umulduğundan daha fazla etki yaratırsa ajans, müşteriyi, bu artan
tüketici talebi konusunda ürün arzını ayarlaması için alarma geçirebilir.
Reklamcılık çağı, bize daha 1950’lerde John Wanamaker’ın söylediği
şu sözleri hatırlattı: “Reklama harcadığım paranın yarısı boşa gidiyor;
sorun hangi yarısı olduğunu bilmemem.”
Bu eski soru hemen cevaplandırılmalıdır.
MEDYA McDonald’s tarafından benimsenen (tarım sektörüyle işbirliği
yapmaktan yeni işe alım ve eğitim programları başlatmaya kadar)
sayısız kurumsal inisiyatişeri tartışırken Şikago temelli şirketin global
pazarlama eski müdürü Larry Light, “marka gazeteciliğine” gönderme
yapmak konusunda çekimser davranmıyor.
Marka, medyaya gönderme yapmak söz konusu olduğunda, “marka”
ve “gazetecilik�� sözcüklerinin herhangi bir kombinasyonu uygun
düşmeyecektir.
Light, basitçe monolitik pazarlamanın ve tek taraşı iletişimin sonuna
işaret etmek istedi. Şimdiye kadar her marka, tek ama tek bir mesaj
iletmeliydi. Bu dönem bitti. Şu andan itibaren markalar üstlendikleri
tüm inisiyatişeri sonsuz bir tarih yazar gibi iletmelidir.
Bu inisiyatişerin hedefe ulaşmasına yardımcı olmak için markalar
artık çoklu, karmaşık ve karşılıklı ilişki içinde olan kanallara ve
platformlara sahiptir.
En güçlü Şkirler, sanal olanla gerçek olanın, görsele dayalı olanla
metne dayalı olanın, soyut ile somut olanın, olgusal olanla imaja dayalı
olanın ve bilimsel olanla sanatsal olanın karışımından doğan bu
karşılıklı etkileşimi yönetmekten çıkacaktır.
“Kültür sadece oyunun bir parçası değildir, oyunun kendisidir”
demişti Lou Gerstner, IBM’in eski CEO’su ve şirkete en önemli
kurumsal dönüşümlerden birini yaşatan ilhamı veren isim. Bu ifadeyi
kullanırken kültürün kurumsal hayatta ne kadar önemli olduğunda ısrar
etmenin çarpıcı bir yolunu bulmuştu.
Kurumsal ya da değil, herhangi bir kültür kolektif maceranın bir
meyvesidir. Binlerce kadının ve erkeğin bileşik zekaları ve hassasiyetleri
aracılığıyla yaratılan bir şey. Paylaşılan bir şey. Zihinsel bir yapı, gelişen
bir dil, bir arzular seçkisi, bir tür şevk.
Geleceğin, geçmişin değerlerine dayalı bir görünümü. Eğer bu
tanımlama size uygunsa her girişimin kendi kültürünü yarattığı
konusunda hemfikirsinizdir.
~ DEĞERLER Ne tür bir şirkette çlışıyorsanız çalışın hayaliniz, öyle ya da böyle
farklı, kendi kimliğine sahip, meydan okuyan bir şey yaratmak
olmalıdır. Henry Ford’un dediği gibi, “Sadece para kazanma işiyle
uğraşan bir şirket, zavallı bir şirkettir.”
TBWA gibi bir şirket, sadece temel işlevleriyle değil, değerleriyle
tanımlanır; doğruluk, cesaret ve açık fikirlilik; bunlar tüm rakiplerin
kullandığı tüm iletişim disiplinlerini kapsar. Bu değerler onu
diğerlerinden ayırır.
HÜNERLER
Ajanslar, hayatta kalmak için yeni müşteriler kazanmak zorundadır.
Yeni müşteriler edinmek Homerosvari mücadelelere yol açar. Sadece
bir kazanan olabilir; ikinci ya da sonuncu olmak arasında bir fark
yoktur. Daima ikinci gelen bir ajans, dünyanın en iyisi olamamakla
kalmaz, sektörün dışında kalır.
Yeni iş sunumu tarzında ikna, benimsetme ve fethetme konusunda
genellikle 90 dakika civarında zamanınız vardır. Bu, akla gelebilecek en
maliyetli 90 dakikadır. Bu sürenin hazırlanması için harcanan zaman ve
para, dağ gibi miktarlara ulaşabilir. Bunun bedelini ödeyebilecek tek
şey, kazanmaktır.
Kazanmak için rakiplerinizi boğmak zorundasınız. Kendinden
hoşnut olmak, ölümcül bir hatadır.
İLKELER
Bunların ilki, kendi güçlü yanlarınıza yatırım yapmanız gerekliliğidir.
Güçlü yanlarınıza yaslanmakla zayıf yanlarınızı güçlendirmek arasında
bir seçim söz konusudur.
“Kültür sadece oyunun bir parçası değildir,
oyunun kendisidir.”
İkinci ilke, sunduğunuz stratejinin işe yaracak tek strateji olduğu
fikrini reddetmekten oluşur. 1960’lardan bu yana yazılan yüzlerce kitap,
strateji sorununu ele aldı ve kavramı açıklayabilmek için de kitap sayısı
kadar açıklama yapıldı. Yeniden nükseden nokta şudur: Stratejiyi, diğer
her şeyin üzerine koymak ve icraatı ikinci plana iterek onu, asıl stratejik
düşünme dünyasında bayağı bir tercüme konumuna itmek.
Üçüncü ilke, karar alma ve bunun nasıl daha kolay hale
getirileceğiyle ilgilidir. Genel bir kural olarak, en basit kararlar
yönetimin bilgisi dahi olmaksızın alınır. Sadece en zor kararlar, her bir
çözümün avantajlarının ve dezavantajlarının birbirini dışladığı, ölçekleri
eşit olarak tartmanın zor olduğu kararlar yönetimin masasına gider. Bu
durumda çoğumuz, avantajları görmek ve kararların olumlu yönlere
göre alınmasını isteriz.
Dördüncü ilke, hata yönetimini ilgilendirir. Başarısızlığa uğrama
hakkı yönetim kitaplarında en yaygın olarak kullanılan bayağılıklardan
birisidir; buna hak ettiğinden çok daha fazla değer atfedilmektedir.
Benim görüşüme göre yine de şurası açık ki eğer başaramayacaksanız,
bunu hemen yapmalısınız.
Bize sevimli gelecek olan beşinci ilke, üstünlük geliştirmektir.
Mesleğimizin parlak üyelerinden birisi olan İngiliz Paul Arden’ın dediği
gibi, “Cehalet içinde yaşamak, bilgiyle yaşamaktan daha iyidir. Sorunu
çözmek işin heyecan verici yanıdır, cevabı bilmek değil.”
Altıncı ilke, yeteneği yönetmek hakkındadır. Jack Welch, General
Electric’te çok katı bir bir kural oluşturdu: Her departman, her yıl
çalışanlarının yüzde 10’unu atmak zorundaydı (en zayıf performans
sahipleri).
Bunu departmanın ilk yılında yapmak çok zor olmayabilirdi, ama
düşünün ki talihsiz bir şekilde, 5 yıldır aynı departmanın başındasınız.
En yetenekli olanı çekmek ve elde tutmak için kendi yolunuzu bulmak
zorundasınız.
~ MARKA
Bir marka, insanlar kendisi hakkında gerçekten bir şey bilmediği
halde ünlü olabilir. İnsanlar, bir markanın neyi temsil ettiğini
anlamaksızın ne iş yaptığını bilebilir. O sembolün arkasında değerli bir
miras ve süreğen bir tutkudan oluşan bir öykü olduğunu bilmek
zorunda olmaksızın, etiketi ya da logoyu görürler.
Apple, Adidas ve Nissan örneklerinde ortaya çıkan şey, diğer
şirketlerin ve kampanyalarının çoğu için de geçerlidir. Kurulu düzeni
reddederler ve değişimi başaramamanın ölümcül olduğunu bilirler.
Başarmak ya da basitçe hayatta kalmak için geçmiş başarılarına
yaslanmanın ya da geleceğin basitçe şimdinin bir genişlemesi olacağı
yanılsamasıyla oyalanmanın yeterliği olmadığını bilirler.
Bilinen en eski paradokslardan birisi, “Aynı nehirde asla iki kere
yıkanamazsınız” der. Gelecek pürüzsüz değildir. Ona bir dizi ve nadiren
sürekliliği olan kopuşlarla ulaşılabilir.
Değişmeyen tek şey değişimdir. Ve her şirket olumlu bir bozuculuk
gücü olmalıdır.
YAZAR HAKKINDA
JEAN-MARIE DRU
Jean-Marie Dru, TBWA’in başkan ve uluslararası CEO görevindeydi ve
2001 Mart’ında dünya CEO’su olarak atandı. Dru, 2008’de yönetim
kurulu başkanlığı görevini üstlendi.
Jean-Marie Dru, reklamcılık ve pazarlama stratejisi hakkında
aralarında en son çıkan “Bozuculuğun Ötesi”, “Pazardaki Kuralları
Değiştirmek” (John Wiley & Sons Inc., 2002) ve “Bozuculuk:
Gelenekleri Yıkmak ve Pazarı Sarsmak”ın da (John Wiley & Sons Inc.,
2002) bulunduğu üç kitabın yanı sıra “Le Saut Creatif- Yaratıcı
Sıçrayış” adlı kitabın yazarı. “Bozuculuk” tüm dünyadan edinilebilir ve
halen dördüncü baskısı satılıyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?