İlk 4 yılı “örtük” olmak üzere 2002 yılından beri uygulanmakta olan enflasyon hedeflemesi sisteminde, geçen ay ilginç bir gelişme yaşandı. Enflasyon hedefleri ilk kez revize edildi. Esasında bu rev...
İlk 4 yılı “örtük” olmak üzere 2002 yılından beri uygulanmakta olan enflasyon hedeflemesi sisteminde, geçen ay ilginç bir gelişme yaşandı. Enflasyon hedefleri ilk kez revize edildi. Esasında bu revizyon bekleniyordu, ama 2009 yılı hedeflerinin belirleneceği sonbahar aylarında yapılacağı düşünülüyordu. Bu nedenle yapılan değişiklik yine de sürpriz oldu.
Hedef değişikliğinin gerçekleştiriliş biçimi de ilginç esasında. 3 Haziran saat 17.00’de mayıs ayı enflasyon oranlarının açıklanmasından hemen sonra Merkez Bankası internet sitesinde hükümete yönelik olan ve hedefin değiştirilmesi isteğini içeren bir açık mektup yayınladı. Hükümetin bu isteğe olumlu cevabı da hemen ardından Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e bağlı olan Hazine Müsteşarlığı’nın internet sitesinde yayınlanan bir açık mektupla geldi. Kuşkusuz bu konu daha önce Merkez Bankası ile hükümet yetkilileri arasında görüşülmüştür, ama bu şekilde sanki hedef değişikliği apar topar yapılmış gibi bir izlenim verildi. Değişikliğin, yıllık enflasyonun 1 yıl aradan sonra yeniden çift haneye tırmanmasından sonra gelmiş olması da bu izlenimi iyice güçlendirdi.
Dezenflasyona Devam
2002 yılında örtük olarak başlayan enflasyon hedeflemesi sisteminde, her yıl 3’er yıllık periyotlar halinde belirlenen hedefler, geçen yıla kadar kademeli bir düşüş süreci içeriyordu. Bu haliyle bizdeki enflasyon hedeflemesi, gelişmiş ülkelerdeki gibi sabit bir enflasyon oranının hedeflenmesine değil, bir dezenflasyon (düşen enflasyon) sürecine dayanıyordu. Bu kapsamda 2002, 2003, 2004, 2005, 2006 ve 2007 yılı hedefleri sırasıyla yüzde 35, yüzde 20, yüzde 12, yüzde 8, yüzde 5 ve yüzde 4 olarak belirlenmişti. Fakat daha sonra en sondaki bu yüzde 4’lük hedef, “orta vadeli hedef” olarak tanımlanmaya başlamış, 2009 ve 2010 yılı hedefleri de yine yüzde 4 olarak belirlenmişti. Böylece dezenflasyona dayalı enflasyon hedeflemesinden sabit enflasyon hedeflemesine geçiş yapılmak istenmişti.
Bu arada ilk 4 yıl hep hedeflerin altında gerçekleşen enflasyonun, 2006 yılından itibaren hedefin 2 kat üzerinde gerçekleşmeye başlaması işleri karıştırmıştı. Bu nedenle hedeflerin revize edilmesi gerektiği yönündeki görüşler, daha 2006 yılının ikinci yarısında gündeme gelmişti. Fakat böyle bir revizyonun, enflasyon hedeflemesi sisteminin itibarını zedeleyeceği düşüncesiyle Merkez Bankası buna yanaşmamıştı. Bu tartışmalar sürerken enflasyon 2007 yılında da hedefin 2 kat üzerinde gerçekleşti. Son aylarda, 2008 yılında da benzer bir durumun yaşanacağı kesinleşmeye başlayınca, Merkez Bankası nihayet hedef değişikliğine razı oldu.
Yeni Hedefler
Yapılan revizyonla 2009 yılı hedefi, yüzde 9,5’e, 2010 yılı hedefi ise yüzde 6,5’e yükseltilmiş durumda. İlk kez telaffuz edilen 2011 yılı hedefi de yüzde 5,5 olarak belirlendi. Görüldüğü gibi bu hedeflerin 3’ü de yüzde 4’lük orta vadeli hedefin üzerinde. Bu durum dezenflasyona dayalı enflasyon hedeflemesine yeniden dönüş yapıldığı anlamına geliyor.
Yapılış biçimi yine bir iletişim politikası faciası olmakla birlikte biz bu revizyonun yapılmasını olumlu karşılıyoruz. Bu değişikliğin, enflasyon hedeflemesi sisteminin prestijini bir miktar sarsacağı muhakkak. Fakat 2 yıldır 2 kat yukarıdan ıskalanan hedefler nedeniyle enflasyon hedeflemesi sistemi zaten bir itibar kaybına uğramış, belirlenen hedefler ekonomik kamuoyu açısından referans olma niteliğini kaybetmişti. Hiçbir şey yapılmadan beklenilmesi halinde 2008 yılında da enflasyon hedefin çok üzerinde çıkınca enflasyon hedeflemesi sisteminin çöp tenekesine gitmesi bile gündeme gelebilirdi. Yapılan bu hedef değişikliğiyle enflasyon hedeflemesi sistemini kurtarma açısından bir şans elde edildi.
Enflasyon hedeflemesi sisteminin kurtarılmasını, 2002-2005 döneminde başarılı olduğunu gördüğümüz için önemsiyoruz. 30 yıl boyunca yüksek enflasyonla yaşadıktan sonra bizi tekrar tek haneli enflasyona kavuşturan bu sistemin, gerçekçi hedefler belirlenmesi halinde gelecekte de başarılı olabileceği görüşündeyiz. Enflasyonla mücadele açısından dünyada halen en çok kabul gören para politikası rejiminin enflasyon hedeflemesi olması da bizi bu yönde motive ediyor. Bu nedenle ortaya daha işe yarar bir alternatif çıkmadan enflasyon hedeflemesini mezara gömmenin doğru olmayacağını düşünüyoruz.
İşimiz Kolay Değil
Fakat hedeflerdeki bu revizyona rağmen enflasyonla mücadelede işimizin pek kolay olmadığını da söylememiz lazım. Başta petrol ve gıda olmak üzere emtia fiyatlarında yaşanan yükseliş tüm dünyada enflasyonu yükseltiyor. Bu ortamda yeni enflasyon hedeflerine ulaşmak da o kadar kolay olmayacak gibi görünüyor.
Üstelik petrol ve gıda fiyatlarındaki artış, her türlü öngörüyü aşarak sürüp gidiyor. Uzun süre varil başına 100 doları aşıp aşmayacağı tartışılan petrol fiyatları, bu yılın başlarında bu seviyeyi bir aştı pir aştı. Biz bu yazıyı yazarken petrolün varil fiyatı 130 doların üzerindeydi ve inecek gibi de görünmüyordu. Petrol fiyatlarının bu düzeyi, Merkez Bankası’nın enflasyon öngörülerini yine altüst edeceğe benziyor.
Merkez Bankası, geçen sonbaharda 2008 yılı enflasyon tahminlerini oluştururken petrolün varil fiyatının 70 dolar olacağı öngörüsüyle hesaplarını yapmıştı. Geçen ocak ayında bu hesaplar yenilenirken petrolün varil fiyatı 85 dolar olarak alındı. Enflasyon hesaplarının bir kez daha yenilendiği nisan ayında ise bu kez petrolün varil fiyatı 105 dolar olarak alınmıştı. Bu ayın sonunda yayınlanacak Enflasyon Raporu nedeniyle bu hesaplar şu sıralarda yeniden gözden geçiriliyor. Öyle tahmin ediyoruz ki bu hesaplarda baz alınan petrol fiyatı biraz daha yükseltilecek. Bu da enflasyon tahminlerine yine yükseliş olarak yansıyacak.
Yeni enflasyon hedeflerinin Merkez Bankası’nın daha nisan ayı sonunda açıkladığı son enflasyon tahminlerinin üzerinde olması da bize enflasyonla savaşta işimizin zor olduğunu düşündüren faktörlerden biri. Nisan ayı sonunda yayınlanan Enflasyon Raporu’nda 2009 sonu için yüzde 6,7’lik, 2010 sonu için yüzde 4,9’luk enflasyon tahminleri yapılmış, 2011 yılı ortalarında ise yüzde 4’lük orta vadeli hedefe yaklaşılacağı belirtilmişti. Haziran ayı başında açıklanan yeni hedefler ise yukarıda da belirttiğimiz gibi 2009 yılı için yüzde 7,5, 2010 yılı için yüzde 6,5 ve 2011 yılı için yüzde 5,5 düzeyinde. Bu durum Merkez Bankası’nın son tahminlerinin daha aradan 1,5 ay geçmeden eskidiği anlamına geliyor. Bu da enflasyondaki gelişmelerin Merkez Bankası’nın bile ufkunu aştığını gösteriyor ki bu durumda bu kurumun enflasyonu nasıl kontrol altına alabileceği konusunda soru işaretleri ortaya çıkıyor.
Fiyat İstikrarı Şart
Fakat bu soru işaretlerine rağmen elimizde fazlaca bir seçenek yok. Zor da olsa ekonomide fiyat istikrarını sağlamak için enflasyonla mücadeleye devam etmek şart. Çünkü ekonominin istikrarlı bir büyüme sürecine girmesi için öncelikle fiyat istikrarının sağlanması gerekiyor.
Esasında açık enflasyon hedeflemesine geçtiğimiz 2006 yılı başından beri hedeflerin etrafına konulan 2’şer puanlık belirsizlik aralıklarını da hesaba katarsak 2009 yılına ilişkin yeni hedefi tutturmak mümkün olabilir. Çünkü bu belirsizlik aralıkları sayesinde 2009 yılı sonunda hedefe ulaşmak için enflasyonun yüzde 9,5’in altına inmesi yeterli olacak. 3 yıllık bir başarısızlık döneminden sonra 2009 yılında hedefin tutturulması ise daha sonraki yıllara ilişkin hedeflerin yeniden gözden geçirilmesine imkan verebilir.
Bu arada önümüzdeki yıllara ilişkin hedefler yenilenirken 2008 yılı hedefine neden dokunulmadığını da kısaca belirtelim: Bunun nedeni, Merkez Bankası’nın 2008 yılı hedefini değiştirmeyi, bu yıl için ilan edilen para politikası uygulamasına ilişkin hesap verme ilkesiyle bağdaşır bulmaması. Bu nedenle yüzde 4’lük hedef kağıt üzerinde yıl sonuna kadar uygulamada kalacak. Fakat Merkez Bankası 2008 yılı için artık bu hedefin değil, açıkladıkları enflasyon tahminlerinin referans olarak alınmasını istiyor. Son Enflasyon Raporu’na göre ise Merkez Bankası’nın 2008 yıl sonu enflasyon tahmini, yüzde 9,3 düzeyinde bulunuyor.
Enflasyon Yeniden Çift Hanede
Enflasyon tam 1 yıllık aradan sonra mayıs ayında yeniden çift haneye çıktı. Böylece enflasyon 30 yılı aşkın bir süreden sonra tek haneye düştüğü 2004 yılından bu yana üçüncü kez çift haneli seviyelere geri dönmüş oldu.
2004 yılı sonrasında enflasyonun yeniden çift haneye çıktığı ilk dönem 2006 yılında yaşanmıştı. 2006’da yaşanan meşhur finansal dalgalanma sonrasında haziran ayında, yüzde 10’u aşan yıllık enflasyon 5 ay boyunca çift haneli seviyelerde kalmıştı. Buna rağmen 2006 yılı yine de tek haneli bir seviyede kapatılabilmişti. Fakat 2007’nin şubat ayında bir kez daha çift haneli seviyeler görülmüş ve bu kez enflasyon 3 ay bu seviyelerde seyretmişti.
Enflasyonun bu kez ne zaman yeniden tek haneye ineceği ise belli değil. Esasında yılın son aylarına doğru enflasyonda bir düşüş bekleniyor. Merkez Bankası hali hazırda 2008 sonu için yüzde 9,3’lük bir enflasyon tahmini yapıyor. Fakat ekonomik kamuoyundaki son tahminler yıl sonu için yüzde 10-11 arasında, yani çift haneli bir enflasyona işaret ediyor. Temmuz ayı sonunda yayınlanacak gelecek Enflasyon Raporu’nda Merkez Bankası da 2008 yıl sonu enflasyon tahminini çift haneli bir düzeye yükseltebilir.
Bizim tahminlerimiz de 2008 yılını çift haneli bir enflasyonla kapatacağımız yönünde. Enflasyonun yeniden tek haneye inmesinin ise 2009 yılının ilk aylarında mümkün olabileceğini düşünüyoruz.
Kurumsal Altyapımızdaki İyileşme Durdu
Ülkelerin kalkınmasında kurumsal altyapılarının oynadığı rol, özellikle son 10-15 yılda iktisatçıların ilgisini çokça çekmeye başladı. Bu konuda yazılan akademik makalelere durmadan yenileri ekleniyor. Dünya Bankası, 3 uzmanı (D. Kaufmann, A. Kraay ve M. Mastruzzi) ile 1996 yılından beri hazırlamakta olduğu “yönetişim göstergeleri” ile bu araştırmalar için bir veri seti oluşturuyor. 2007 yılına ilişkin yönetişim göstergeleri de geçen ay içinde yayınlanmış bulunuyor.
Yönetişim göstergeleri, ifade özgürlüğü ve hesap verebilirlik, siyasi istikrar, hükümetin etkinliği, yasal düzenlemelerin kalitesi, kanun hakimiyeti ve yolsuzlukla mücadele olmak üzere 6 başlık altında toplanıyor. Bu başlıklar altında düzenlenen endeksler, 35 ayrı kaynaktan derlenen verilerle oluşturuluyor. Endeks değerleri -2,5 ile +2,5 arasında değişiyor ve yüksek değerler daha iyi bir kurumsal altyapıya işaret ediyor. Kaufmann ve arkadaşları ayrıca, endeks değerlerine göre ülkelerin yüzdelik dilimler içinde nerede bulunduklarını hesaplayarak da değerlendirmelere kolaylık sağlıyor.
Durumumuz İyi Değil
Türkiye, bu yönetişim göstergelerinde maalesef iyi bir konumda bulunmuyor. 1996’dan beri hiçbir göstergede, koyu yeşil (yüzde 90-100 arası) ve açık yeşil (yüzde 75-90 arası) ile gösterilen yüzdelik dilimler arasına girebilmiş değiliz. Hükümetin etkinliği, yasal düzenlemelerin kalitesi ve kanun hakimiyeti konusunda baştan beri sarı bölgenin (yüzde 50-75 arası) içindeyiz. Yolsuzlukla mücadele konusunda da durumumuz hemen hemen aynı, ama yalnız bir kez daha alt kategori olan turuncu bölgeye (yüzde 25-50 arası) inmişiz. İfade özgürlüğü ve yönetimin hesap verebilirliği alanında, baştan beri turuncu bölgedeyiz. Hiç de sürpriz olmayan bir biçimde, en kötü durumda olduğumuz alan ise siyasi istikrar. Genelde pembe bölgede (yüzde 10-25 arası) yer bulduğumuz siyasi istikrar endeksinde bir kez kırmızı bölgeye (yüzde 0-10 arası) bile düşmüşüz. Siyasi istikrar alanında 2 kez ise ancak turuncu bölgeye kadar çıkabilmişiz.
İşin kötü tarafı demokrasiyle yakından ilgisi olan ifade özgürlüğü ve hesap verebilirlik ile siyasi istikrar alanlarında son 2 yılda durumumuzun kötüye gitmesi. Özellikle siyasi istikrar alanında 2005 ve 2006’da turuncu bölgeye çıktıktan sonra 2007’de yeniden pembe bölgeye geri dönmemiz düşündürücü. Bunda herhalde başarısız cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan e-muhtırası, 367 kararı, erken seçim gibi faktörlerin etkisi bulunuyor. Siyasi istikrar alanında tırnakla kazınarak alınan bir arpa boyu kadar yolun bir anda geri dönülmesi üzücü.
Öyle tahmin ediyoruz ki 2008 yılı verileri açıklandığında siyasi istikrar alanında biraz daha gerilere düştüğümüzü göreceğiz. Diğer göstergelerde ne olur onu tam bilemiyoruz. Fakat siyasi istikrarın bozulduğu bir ortamda, o göstergelerde bir iyileşme yaşanması da zor. Oysa ekonomide istikrarlı bir büyüme tutturabilmek için yönetişim göstergelerimizde sürekli bir iyileşme sürecinin yaşanması gerekiyor. 2002-2006 arasında bir ölçüde yaşadığımız bu iyileşme sürecini tekrar görebilmeyi umuyoruz.
OECD Bizim İçin Kötümser, ABD İçin İyimser
Dünya ekonomisindeki gelişmeleri takip etmek için kullandığımız iki önemli kaynaktan biri, IMF’nin “World Economic Outlook” raporu, diğeri de OECD’nin “OECD Economic Outlook” adlı yayınıdır. Bu raporların ilgimizi çekmesinin bir nedeni de içeriğinde Türkiye ekonomisine ilişkin tahminlerin de bulunmasıdır. IMF’nin bahsettiğimiz raporu nisan ayında yayınlanmış ve bu raporla ilgili değerlendirmelerimiz Capital’in Mayıs 2008 sayısında yer almıştı. OECD’nin raporu ise geçen ay yayınlandı. Bu yazıda da OECD’nin raporuyla ilgili değerlendirmelerde bulunacağız.
Öncelikle Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme tahminlerine baktığımızda, OECD’nin pek de iyimser olmadığını görüyoruz. Türkiye’de, bu yıl büyümenin yüzde 3,7’de kalması bekleniyor. Üstelik 2009 yılında da büyümede çok fazla bir yükseliş beklenmiyor. 2009 yılı büyüme tahmini, yüzde 4,5 düzeyinde bulunuyor. OECD uzmanları, global ekonomideki sorunların yanında Türkiye’de yaşanan siyasi belirsizliğin de etkisiyle ekonomimizin, bu 2 yılda iyi bir performans gösteremeyeceğini tahmin ediyor.
OECD uzmanlarının tahminlerine göre, ekonominin büyüme performansındaki bu düşüşün faturası, işsizlikte artış olarak ortaya çıkacak. İşsizlik oranının, bu yıl yüzde 10,2, 2009 yılında ise yüzde 10,5 düzeyinde gerçekleşmesi bekleniyor.
Petrol ve emtia fiyatlarındaki artışın etkisiyle büyümedeki yavaşlamanın, cari açığa ancak ılımlı bir düzeyde yansıyabileceği tahmin ediliyor. 2007’ye göre bir miktar düşüş gösterse de cari açığın milli gelire oranının yine yüzde 5’in üzerinde olması öngörülüyor.
OECD uzmanlarının enflasyon konusundaki tahminleri ise Merkez Bankası ile hükümetin birlikte belirlediği son hedeflerden biraz iyimser gibi. Enflasyonun yıllık ortalama olarak 2008 yılını yüzde 9,6, 2009 yılını ise yüzde 7,5 düzeyinde kapatması bekleniyor. Bu oranların yıl sonu için 2008’de yüzde 9-10 arasında, 2009’da ise yüzde 7’nin altında bir enflasyona işaret ettiğini hesaplıyoruz. Oysa 2009 yılı için belirlenen yeni yıl sonu hedefi yüzde 7,5 düzeyinde bulunuyor.
Resesyon Yok
OECD’nin diğer üye ülkelere ilişkin tahminlerine baktığımızda ise dikkatimizi en çok ABD için bir resesyon öngörüsü yapılmaması çekiyor. OECD’nin 3’er aylık dönemlere ilişkin büyüme tahminleri ABD ekonomisinin sadece 2008’in ikinci çeyrek döneminde küçüleceğini gösteriyor. Resesyon ise bilindiği gibi en az iki çeyrek üst üste küçülme yaşanmasına deniyor. IMF’nin nisan ayında yayınlanan raporunda, ABD için ılımlı bir resesyon senaryosu çizdiğini görmüştük. OECD bu noktada IMF’den ayrılmış bulunuyor.
OECD’nin Euro Bölgesi’ne ilişkin büyüme tahminlerinde de bir resesyon öngörüsü yok. Euro Bölgesi’ndeki büyümenin ikinci çeyrekte sıfıra kadar yaklaşacağı, ama daha sonra yüzde 1-2 arasında seyredeceği tahmin ediliyor. İhracatımız ağırlıklı olarak bu bölgeye olduğu için bu da bizim için iyi bir haber oluşturuyor.
Sanayide Nisan Yükselişi Geçici Gibi
Mart ayında oldukça düşük gerçekleşen sanayi üretimindeki artış, nisan ayında yüzde 6,3’e yükselerek ikinci çeyreğe iyi bir giriş yaptı. Fakat sanayi üretim endeksinin ayrıntılarına bakıldığında nisan ayındaki bu yükselişin geçici olabileceği görülüyor. Sanayinin performansında mayıs ayında yeniden düşüş olabilir.
Sanayi üretiminde, nisan ayında yaşanan yükselişte, petrol ürünleri sektörünün önemli katkısı var. Yaptığımız hesaplar, yüzde 6,3’lük üretim artışının 2,6 puanının tek başına bu sektörden geldiğini gösteriyor. Bu da bu sektörün, hem sanayi üretim endeksi içindeki payının yüksek olmasından hem nisan ayında üretim düzeyinde bir sıçrama yaşanmasından kaynaklanıyor. Sanayi üretim endeksi içindeki payı yüzde 12,6 olan petrol ürünleri sektöründe nisan ayında yaşanan üretim artışı yüzde 21 düzeyinde bulunuyor.
Yalnız petrol ürünleri sektöründeki bu yüksek üretim artışı, geçen yılın aynı ayında bu sektördeki üretim düzeyinin çok düşük olmasından kaynaklanıyor. Yani, işin içinde bir baz etkisi var. Fakat geçen yıl mayıs ayından itibaren petrol ürünleri sektöründeki üretim artışı normal düzeyine geri dönmüştü. Bu nedenle petrol ürünleri sektörünün aynı performansı mayıs ayında da tekrarlaması zor görünüyor.
Mayıs ayındaki sanayi üretimine ilişkin ilk öncü göstergeler de üretimdeki artışın yeniden yavaşlayabileceğine işaret ediyor. İmalat Sanayi Eğilim Anketi’ne göre, mayıs ayında imalat sanayindeki kapasite kullanım oranı yüzde 82,4 olarak çıktı. Bu oran geçen yılın aynı ayındaki kapasite kullanım oranının 0,9 puan altında bulunuyor. Yine aynı anketteki veriler, imalat sanayindeki üretim düzeyinin, mayıs ayında önceki aya göre yüzde 4,6 oranında artış gösteriyor. Bu oran yıllık baza vurulduğunda yüzde 2,6’lık bir üretim artışına karşılık geliyor. Buradan elde edilen üretim artışları, sanayi üretim endeksinden hesaplanan üretim artışlarıyla birebir aynı çıkmıyor, ama aralarında çok güçlü bir korelasyon bulunuyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?