Direkt Yabancı Yatırım Çok değil daha bundan iki yıl öncesine kadar Türkiye’ye bir yılda giren direkt yabancı yatırım (DYY) tutarı 1-2 milyar doların üzerine çıkmazdı. O zamanlar yabancıların nede...
Direkt Yabancı Yatırım
Çok değil daha bundan iki yıl öncesine kadar Türkiye’ye bir yılda giren direkt yabancı yatırım (DYY) tutarı 1-2 milyar doların üzerine çıkmazdı. O zamanlar yabancıların neden ekonomimize ilgi göstermediğinden şikayet eder, gelecek döneme ilişkin senaryolar kurarken olumlu senaryo içine mutlaka direkt yabancı yatırımlarda patlama maddesini de koyardık.
2005 yılında büyük özelleştirmelerin hayata geçmeye başlamasıyla, direkt yabancı yatırımlarda beklediğimiz bu patlama da yaşanmaya başladı. Yabancıların özelleştirmelerden sonra başta bankalar olmak üzere özel sektöre ait işletmelere de talip olmaya başlamasıyla, DYY tutarı 2005 yılında 9,8 milyar doları, 2006 yılında ise 20,2 milyar doları buldu.
Bu yılın ilk ayında ise tam 6,1 milyar dolarlık direkt yabancı yatırım girişi oldu. Geçen ay ise neredeyse her gün yabancıların yeni bir şirketimizi satın aldığı ya da ortak olduğu haberini aldık. Bu gelişmelerden sonra bu yıl direkt yabancı yatırım girişinin 30 milyar doları aşabileceği tahmin ediliyor. Bu tahmin biraz abartılı olsa bile en azından geçen yılki tutarın altında kalınmayacak gibi görünüyor.
Hala Şikayetçiyiz
Fakat direkt yabancı yatırımlarda uzun yıllar boyunca beklediğimiz patlama nihayet gerçekleşmesine rağmen bu konudaki şikayetlerimiz hala sona ermiş değil. Şimdi de direkt yabancı yatırımların bileşiminden şikayetçiyiz. Son iki yılda gerçekleşen direkt yabancı yatırım girişinin büyük bölümü satınalma ve birleşmeler yoluyla gerçekleşti. Aynı eğilim bu yıl da sürüyor. Bunu gören bazı iktisatçılarımız da “Yabancı sermaye neden fabrika kurmaya gelmiyor” diye şikayet ediyor.
Bu iktisatçılara göre birleşme ve satınalmalar yoluyla gelen yabancı sermayenin Türkiye’ye hiçbir katkısı yok. Hatta bir süre sonra bu işletmelerin yabancı ortaklarına kâr transferleri başlayacağı için ortaya olumsuz etkiler çıkacağı iddia ediliyor. Yabancı sermayenin yeni işletmeler kurmak yoluyla gelmesi halinde ise istihdamda artış ve ileri teknoloji transferi gibi olumlu katkılarının olacağı öne sürülüyor.
Dolaylı Etki
Bu eleştirilerde bir miktar haklılık payı var ama genel olarak çok da doğru değil. Yabancı sermaye Türkiye’ye yeni işletmeler kurmak yoluyla adım atsaydı hakikaten istihdama daha fazla katkısı olur ve teknoloji transferi de hızlanırdı. Ancak birleşme ve satınalmalar yoluyla gelen yabancı sermayenin katkısı da sanıldığı gibi sıfır değil. Bu yolla gelen yabancı sermayenin de ekonomiye neredeyse fabrika kuran yabancı sermaye kadar katkısı var.
Bu konuya açıklık getirirken ilk olarak söyleyeceğimiz şey, yabancıların Türk şirketlerini satın almak için ödedikleri paraların buharlaşmadığı olacak. Artık çalışmak istemediği alanlardaki şirketlerini yabancılara satan işadamları, buradan elde ettikleri kaynak ile daha cazip gördükleri alanlara yatırım yapma imkanını elde ediyor. Böylece gelen yabancı sermaye bizzat kendisi yapmasa da dolaylı yoldan yeni fabrikaların kurulmasına vesile oluyor. Örneğin, geçen yıl Denizbank’taki hisselerini 2,4 milyar dolara Belçikalı Dexia Bank’a satan Zorlu Holding, geçen şubat ayında Manisa’da beyaz ve elektronik eşya alanında faaliyet gösterecek beş yeni fabrikanın birden kurdelesini kesti.
Ek Yatırımlar
İkinci olarak, Türkiye’ye bir şirket alarak adım atan yabancılar, genelde aldıkları bu şirketleri büyütme eğilimini taşıyor. Böylece şirketin devralınmasından bir süre sonra, istihdamda artış sağlayacak ve teknoloji transferine yol açacak ek yatırımlar gündeme geliyor. Örneğin 2005 yılında Telsim’i 4,5 milyar dolar ödeyerek Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndan (TMSF) satın alan Vodafone, bu yıl da şirketin altyapısını geliştirmek için kesenin ağzını açtı. Vodafone, bu yıl içinde Telsim’de 500 milyon dolarlık yatırım yapacak.
Üçüncü olarak, yabancı ortaklara kâr transferlerinin başlaması sadece birleşme ve satınalmalar yoluyla gelen direkt yabancı yatırımlar için değil, fabrika kurarak gelen yabancı yatırımlar için de söz konusu. Hatta sermaye giriş ve çıkışları üzerindeki sınırlamaların kaldırıldığı günümüzde yerli şirket sahip ve ortaklarının da elde ettikleri kârları yurtdışına transfer etmeleri mümkün. Nitekim Türkiye’deki işadamlarının yurtdışındaki paraları konusunda bir sürü şehir efsanesi ortalıkta dolaşıp duruyor. Hatta son yıllarda yabancı sermaye adıyla ülkeye giriş yapan sermayenin gerçekten yabancı mı olduğu yoksa daha önce yurtdışına kaçan yerli sermayenin (bıyıklı yabancılar) geri mi döndüğü konusunda da tartışmalar var. Kısacası gelecekteki olası kâr transferlerini, birleşme ve satınalma yoluyla gelen direkt yabancı yatırımları reddetme gerekçesi olarak kullanmak pek doğru görünmüyor.
Trend Çoktan Değişti
Bu konuda bu kadar açıklama yaptıktan sonra şimdi de yabancı sermayenin neden gelip yeni işletmeler kurmak yerine mevcut işletmeleri satın almayı tercih ettiğine değinelim. Bizim düşüncemize göre bunun iki nedeni var.
Birinci neden Türkiye’ye özgü bir olay değil, global düzeyde yaşanan bir trend değişikliği. Fakat bu trend değişikliği öyle yakın zamanda gerçekleşmiş değil, 20 yılı aşkın bir geçmişi var. Ancak ülkemizdeki bazı iktisatçıların kafası 1980 öncesinde kaldığı için, bu trend değişikliği hala fark edilebilmiş değil.
Yabancı sermayenin hedef ülkelere direkt fabrika kurarak giriş yapması, daha çok, bu ülkelerin iç pazarlarını yüksek gümrük duvarlarıyla korudukları 1980 öncesi dünyada geçerli bir olguydu. O dönemde bu ülkelerin piyasalarına giriş yapmak isteyen yabancı şirketler için, montaj sanayi düzeyinde de olsa, fabrikalar kurmak zorunluydu. 1980 öncesinde Türkiye’de de bu türden yabancı sermaye girişleri görüldü. Hatta bugün önemli bir gelişme göstermiş olan otomotiv, beyaz eşya ve elektronik eşya sektörlerinin temelleri böyle atıldı. Daha fazla yabancı sermaye çekmek için neredeyse herkesin gümrük duvarlarını indirdiği günümüzde ise artık bu tür zorunluluklar yok.
UNCTAD’ın (United Nations Conference on Trade and Development) tuttuğu birleşme ve satınalmalar yoluyla gerçekleşen yabancı sermaye girişlerine ilişkin istatistikler 1987 yılından başladığı için, bu görüşümüzü destekleyecek rakamsal bir veri sunamıyoruz. Ancak söz konusu veriler 1987’den beri direkt yabancı yatırımların ortalama yüzde 60’ının birleşme ve satınalmalar yoluyla gerçekleştiğini gösteriyor ki bu da önemli bir rakam. Ayrıca 2005 yılında bu oranın yüzde 80’e yaklaştığı da dikkati çekiyor.
Gelişmişlik Seviyesi
Yabancı sermayenin ülkemize sıfırdan yatırım yerine daha çok birleşme ve satınalmalar yoluyla gelmesinin ikinci nedeni ise ekonomimizin gelişmişlik seviyesiyle ilgili. Ülkelerin gelişmişlik seviyeleri ile birleşme ve satınalmalar yoluyla gelen yabancı yatırımlar arasında pozitif bir ilişki var. Az gelişmiş ülkelerde satın alacak şirket bulma imkanı daha az olduğu için bu tür ülkelere giden yabancılar daha çok sıfırdan yatırımlara girişmek zorunda kalıyor. Gelişmiş ülkelere yatırıma niyetlenenler ise genellikle önce bir şirket satın alıp daha sonra onu büyütmeyi tercih ediyor.
Türkiye henüz gelişmiş bir ülke değil ama az gelişmiş bir ülke de değil. Gelişmişlik seviyesi olarak ortanın üstü gelir grubundayız. Dolayısıyla Türkiye’ye yatırıma gelen yabancıların da ilgilendikleri alanda satın alacak bir şirket bulma imkanları az gelişmiş ülkelere kıyasla daha yüksek bulunuyor. Böyle bir imkan varken sıfırdan bir yatırımın maliyetlerine katlanmayı da kimse tercih etmiyor. Esasında bu tür bir imkanın varlığı, direkt yabancı yatırım girişini artıran bir unsur da oluyor.
Kısacası halen Türkiye’ye akın etmekte olan yabancı sermayenin bunu birleşme ve satınalmalar yoluyla yapmasında şaşılacak ya da korkulacak bir durum yok. Bu şekilde gelen yabancı sermayenin ülkemize zararı değil yararı olacak. Bu girişler bir süre sonra hem yerli hem de yabancı yeni yatırımları uyaracak. Bu yatırımlar sayesinde de Türkiye ekonomisi, halen yaşanmakta olan siyasi belirsizliklerin ortadan kalkmasından sonra, yeni bir hızlı büyüme ivmesi yakalayacak.
2007’nin Dyy Potansiyeli 30 Milyar Doların Üstünde
Türkiye’ye gelen direkt yabancı yatırım (DYY) tutarı, 2005 yılında 9,8 milyar dolar olmuş ve de rekor kırmıştı. Direkt yabancı yatırım tutarı geçen yıl 20,2 milyar dolar olarak gerçekleşti ve yeni bir rekor kırdı. Bu yılın ilk ayında ise 6,1 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi oldu. Mart ayında üst üste gelen yeni yatırım haberleriyle de bu yıl yine bir rekorun kırılabileceği beklentisi oluştu.
Raymond James Yatırım Menkul Kıymetler (RJS) tarafından yapılan bir araştırma, gerçekten de bu yıl yeni bir rekorun kırılması ihtimali olduğunu gösteriyor. RJS’nin medyada yer alan haberlere ve şirketlerden elde ettiği bilgilere dayanarak yaptığı araştırma, 2007’de gelmesi muhtemel DYY tutarını 30,7 milyar dolar olarak veriyor. Bu araştırmaya göre DYY girişinde aslan payı bu yıl da birleşme ve satınalmaların olacak. Sıfırdan yatırım olarak gelecek DYY tutarı ise düşük bir oranda kalacak. Ancak bu yıl gelmesi beklenen sıfırdan yatırım tutarının, 2005 yılı öncesinde bir yılda gelen toplam yabancı yatırım tutarına yakın olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.
RJS’nin bu araştırmayı yaptığı tarih şubat ayının başına denk geliyor. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi mart ayında yeni ve yüklü DYY’lerin haberleri basında yer aldı. Bu haberleri de dikkate alır isek 2007’de gelebilecek DYY tutarının RJS’nin tahmininden daha da yüksek olacağını söyleyebiliriz. Bu potansiyelin içinden hayata geçecek DYY tutarının da 2006 yılı düzeyinin üzerinde olması ve bu alanda yeni bir rekorun kırılması ihtimali çok yüksek görünüyor.
Enflasyon Tahminlerin Üstünde Seyrediyor
Ocak ayında beklenenin epey üzerinde gerçekleşen enflasyon, şubat ayında beklentilere uygun çıktı ama yine de geçen yılki düzeyini aştı. Hal böyle olunca yıllık enflasyonda yükseliş sürdü ve yeniden çift haneye çıktı. Ocak sonunda yüzde 9,93 düzeyinde olan yıllık enflasyon, şubat sonunda yüzde 10,16’ya yükseldi.
Enflasyonda ocak ayında görülen yükselişin nedeni, gıdada özellikle yaş meyve ve sebzeden kaynaklanan yüksek fiyat artışlarıydı. Şubat ayında ise gıda fiyatları geçen yılki düzeyinin altında kalırken bu kez alkollü içecekler ve tütün, ulaştırma, giyim ve ayakkabı ile mobilya gruplarında enflasyonu yükseltici yönde fiyat gelişmeleri yaşandı.
Merkez Bankası, geçen ay değindiğimiz son Enflasyon Raporu’nda yer alan tahminlerinde yılın ilk çeyreğinde enflasyonun yatay seyredeceğini hatta bir miktar yükselebileceğini öngörmüştü. Ancak ilk iki ayda enflasyon Merkez Bankası’nın bu öngörülerinin de hafif üzerinde bir seyir izledi. Bu gelişme üzerine de Merkez Bankası’ndan bahar aylarında bir faiz indirimi bekleyenler, bu beklentilerini birkaç ay ötelemek zorunda kaldı. Hatta böyle giderse yeni bir faiz artışının gündeme gelebileceği de konuşulmaya başladı.
İki kritik ay
Enflasyonda önümüzdeki iki ayda yayınlanacak veriler epey kritik olacak.
Merkez Bankası, yıl başında 2007’de uygulayacağı para politikasını açıklarken üçer aylık dönemler itibariyle de hedefler koymuştu. Bu hedeflere göre mart ayı sonunda yıllık enflasyonun yüzde 9,2 düzeyinde olması gerekiyor. Bu hedef pek tutacak gibi görünmüyor. Fakat üçer aylık hedeflerin etrafında 2’şer puanlık belirsizlik aralıkları da var. Mart sonunda enflasyon üst belirsizlik aralığının içinde kalacak ve de bu açıdan bir sorun çıkmayacak gibi görünüyor.
Nisan ayı enflasyonunun taşıdığı önem ise Merkez Bankası’nın bu aydan itibaren yıllık enflasyonda gerileme yaşanmasını beklemesinden kaynaklanıyor. Aynı beklenti geçen yılın nisan ayında da vardı fakat gerçekleşmemişti. Geçen yılın nisan ayında beklenenin tam tersine enflasyonda sıçrama yaşanması, mayıs ve haziran aylarında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmanın tetiğini çeken unsurlardan da biri olmuştu. Bu yılın nisan ayında da beklenen düşüş gerçekleşmediği takdirde, Merkez Bankası’nın faiz yükseltmesi ve ortalığın biraz karışması söz konusu olabilir.
Hükümet Bütçede Ektiğini Biçiyor
2006 yılını milli gelire oran olarak son 30 yılın en düşük açığı ile kapatan bütçe, bu yılın ilk iki ayında pek iyi bir performans gösteremedi. Bütçenin iki ayda verdiği açık 8,2 milyar YTL’yi buldu. Bu tutar geçen yılın tamamında verilen açığı (4 milyar YTL) ikiye katlıyor. Ayrıca 2007 için konulan hedefin de (16,8 milyar YTL) yarısına yakın bir düzeyde bulunuyor.
2006 bütçede olağanüstü bir yıl olduğu için belki de bu yılki gelişmeleri geçen yıl ile kıyaslamak pek doğru değil. Bu nedenle biz geçen yılın aynı dönemindeki gelişmeler yanında bu yılın hedeflerini de dikkate alan bir analiz yaptık. Ancak yukarıda verdiğimiz bütçe açığı rakamlarından da anlayacağınız gibi, iki karşılaştırma da benzer sonucu veriyor. İster geçen yılın gerçekleşmeleri ile ister 2007 hedefleriyle karşılaştırılsın, bütçede işlerin pek iyi gitmediği hemen anlaşılıyor.
Faiz ödemeleri yükseldi
Bütçede işlerin iyi gitmemesinin, hem harcama hem de gelir cephesinden kaynaklanan nedenleri var.
Harcama cephesinden kaynaklanan bir numaralı neden, faiz ödemelerinde yaşanan yükseliş. İlk iki ayda faize ödenen para, geçen yılın aynı döneminde yapılan ödemelerin yüzde 32,8 üzerinde. İki ayda faize ödenen paranın 2007 için ayrılan ödeneğin ise yüzde 22,6’sını bulduğu görülüyor. Faiz ödemelerinin aylara simetrik olarak bölündüğünü varsaysak, iki aydaki ödemenin hedefe oranı yüzde 16,7 olmalıydı. Elbette gerçekte bütçe ödenekleri aylara simetrik olarak bölünmüyor ama bu gelişme yine de faiz ödemelerinde yıl sonu hedefine de uymayan bir seyir olduğu sinyalini veriyor.
Gelir cephesinden kaynaklanan nedenlerin ilki ise vergi dışı gelirlerde yaşanan düşüş. Bu yıl geçen yılki düzeyde özelleştirmeler olmadığı ve Bağkur borçlarının yeniden yapılandırılması gibi işlemlerden kaynaklanan gelirler de bulunmadığı için vergi dışı gelirlerde bir düşüş zaten bekleniyordu. Fakat ilki ayda vergi dışı gelirlerde yaşanan düşüş, yıl sonu hedefinin işaret ettiğinden de yüksek gibi görünüyor.
Gelir cephesinde yaşanan ikinci ve daha önemli neden ise vergi gelirlerindeki artışın iyice yavaşlaması. İlk iki ayda toplanan vergi gelirleri geçen yılki düzeyinin sadece yüzde 6,1 üzerinde. İki ayda tahsil edilen vergi gelirinin yıl sonu hedefine oranının yüzde 14,3’te kalması, vergi gelirlerindeki artışın hedefe uyumlu olmadığını da gösteriyor.
Bütçede faiz ödemelerinde yaşanan artış geçen yıl mayıs ve haziran aylarında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma sonrasında faiz oranlarında yaşanan yükseliş ile bağlantılı. Vergi geliri tahsilatındaki yavaşlamada da aynı dalgalanma sonrasında ekonomide yaşanan yavaşlamanın etkisi var. Finansal piyasalarda yaşanan bu dalgalanmanın tetiğini çeken önemli faktörlerden biri ise hükümetin Merkez Bankası’na yeni başkan atama sürecinde yaptığı yanlışlıklardı. Yani bütçede yaşanan kötü performans büyük ölçüde hükümetin geçen yıl ektiklerini biçmeye başlamasından kaynaklanıyor.
Bütçede işlerin daha da kötüye gitmemesi için bazı önlemler alınması şart gibi görünüyor. Geçen ay IMF heyetinin ziyaretinden sonra yapılan açıklamalara bakılırsa, hükümet bu yönde adımlar atmaya da başlamış durumda.
Sanayiden 2007’ye Muhteşem Giriş
Ortalıkta “Ekonomi acaba resesyona mı gidiyor” türünden endişeler varken, sanayi 2007 yılına muhteşem bir giriş yaptı. Ocak ayında sanayi üretimi yıllık bazda yüzde 14,8 gibi çok yüksek oranlı bir artış gösterdi. Şubat ayında imalat sanayi kapasite kullanım oranının geçen yıla göre 3,1 puan yükseliş göstermesi, yılın ikinci ayında da sanayi üretimindeki artışın yüksek çıkacağı beklentisi yarattı.
Esasında sanayi istatistiklerini yakından takip edenler için ocak ayındaki yüksek üretim artışı çok da sürpriz olmadı. Çünkü geçen yılın ocak ayında yaşanan dokuz günlük bayram tatili, ağır kış koşulları ve doğalgaz sıkıntısı gibi nedenlerle ortada bir olumlu baz etkisi vardı. Bu yılın aynı ayında bayram tatili dokuz güne uzamadığı ve üretimde aksamalara yol açacak gelişmeler de olmadığı için, sanayi üretimindeki artışın yüksek çıkacağı önceden belliydi. Ayrıca imalat sanayi kapasite kullanım oranında ocak ayında da benzer bir artış yaşanmış ve bu da sanayi üretimindeki artışın yüksek olacağının sinyalini vermişti.
Sanayi üretimindeki artışın, ocak ayındaki kadar olmasa da, şubat ayında da yüksek gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. Mart ayında ise düşük bir oranla karşılaşmamız olası. Fakat ocak ve şubat aylarındaki yüksek üretim artışları sayesinde ekonomi 2007’nin ilk çeyreğini de resesyona düşmeden atlatabilir.
Verimlilik Artışı Ne Kadar?
İmalat sanayiinde üretimde çalışan kişi başına kısmi verimlilik endeksinde 2006 yılında yüzde 6,3 oranında artış yaşandı. Verimlilik artışı önceki yıla göre biraz hızlandı. 2005 yılında kısmi verimlilik endeksinde yaşanan artış yüzde 5,6 düzeyindeydi.
Üretimde çalışan kişi başına kısmi verimlilik endeksi, imalat sanayi üretim endeksinin üretimde çalışanlar endeksine bölünmesiyle hesaplanıyor. 2006 yılında verimlilikteki artışın üretimdeki artıştan daha yüksek olduğu göze çarpıyor. Bunun nedenini ise geçen yıl üretimde çalışanların sayısının azalması oluşturuyor.
Benzer durum 2005 yılında da vardı. 2005 yılında da üretimde çalışanların sayısı azalmış ve verimlilikteki artış üretimdeki artıştan daha yüksek olmuştu.
Ancak imalat sanayi üretimde çalışanlar endeksinin sonuçları, işgücü piyasası istatistiklerinden elde edilen sonuçlarla çelişiyor. İşgücü piyasası istatistikleri, 2006 yılında imalat sanayindeki istihdam artışını yüzde 2,5 olarak gösteriyor. Bu oranı dikkate alırsak geçen yıl verimlilikte yaşanan artış çok daha düşük ve yüzde 3 olarak hesaplanıyor.
TÜİK, daha önce üretimde çalışanlar endeksinin sonuçları ile işgücü piyasası verilerinin çelişmesini, söz konusu endeksin örneklem hacminin farklı olmasıyla açıklamıştı. Fakat bu açıklama sorunu çözmüyor. Çelişkinin devam etmesi üretimde çalışanlar endeksinin hesaplanmasında kullanılan örneklem hacminin imalat sanayindeki gelişmeleri yansıtma özelliğini kaybettiğini gösteriyor. Bu endeksin gözden geçirilmesi şart gibi görünüyor.
İşsizlik Beş Yıl Sonra Geriledi
Türkiye’de işsiz sayısı 2001 krizinden sonraki iki yılda dramatik bir artış göstermiş, sonrasında da yavaş yavaş yükselmeye devam etmişti. İşsiz sayısı krizin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 2006’da az da olsa bir düşüş gösterdi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2006 yılının tamamına ilişkin işgücü piyasası istatistiklerini geçen ay yayınladı. Söz konusu istatistikleri incelediğimizde şu noktalar dikkatimizi çekiyor:
* En dikkat çekici nokta ilk paragrafta da yazdığımız gibi işsiz sayısındaki düşüş. 2006 yılında işsiz sayısı 2 milyon 446 bin olarak gerçekleşti. 2005 yılında işsiz sayısı 2 milyon 520 bin kişiydi. Buna göre geçen yıl işsiz sayısı 74 bin kişi azalmış bulunuyor.
Hızlı büyümenin etkisi
* İşsiz sayısındaki bu kadarlık düşüşü normalde çok önemsemezdik. Fakat beş yıllık bir yükselişten sonra bu kadarlık da olsa bir düşüş yaşanmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Ekonomide beş yıldır süren hızlı büyüme 2004’ten itibaren istihdama yansımaya başlamıştı ama, yaratılan istihdam işgücü piyasasına yeni girişleri karşılamaya bile tam yetmediğinden, işsizlikteki artışın önünü kesememişti. Beşinci hızlı büyüme yılında işsiz sayısında nihayet bir düşüş görülmesi olumlu bir gelişme.
* Ancak bu düşüşe rağmen işsiz sayısı hala çok yüksek. 2001 krizi sonrasında işsizler ordusunun mevcuduna eklenen 1 milyon kişi olduğu yerde duruyor. Maalesef işsiz sayısında 2001 krizi öncesindeki düzeye geri dönmemiz daha uzun bir süre mümkün olmayacak gibi görünüyor. Çünkü genç nüfusun hızla arttığı Türkiye’de işgücü piyasasına her yıl 700 bin dolayında yeni giriş oluyor. Yüzde 5-6’lık büyüme ile ise ancak bu yeni girişleri telafi edebilecek kadar istihdam artışı sağlanabiliyor. Ekonominin daha hızlı büyümesi de cari açık gibi bir sorun ortaya çıkardığından, işsiz sayısında hızlı bir düşüş sağlama imkanı bulunmuyor.
* 2006’da işsiz sayısındaki düşüş yanında dikkatimizi çeken bir nokta da işsizlik oranının dört yıl sonra tek haneye inmesi oldu. 2001 krizi öncesinde yüzde 6,5 düzeyinde olan işsizlik oranı, kriz sonrasında iki yılda yüzde 10’un üzerine tırmanmıştı. Daha sonra da geldiği yere iyice yerleşmiş ve pek kıpırdamamıştı. 2006 yılında ise kılpayı ile de olsa tek haneye indi ve yüzde 9,9 olarak gerçekleşti.
* 2006 yılında işgücü sayısındaki artış 211 bin kişi olarak gerçekleşti.
* İstihdamdaki artış ise 284 bin kişi oldu. Esasında tarım dışı sektörlerdeki istihdam artışı 689 bini buldu ama tarımsal istihdamdaki çözülmenin sürmesi toplam istihdam artışının daha düşük kalmasına yol açtı. Geçen yıl tarımsal istihdamda 405 bin kişilik bir düşüş daha yaşandı.
* Tarım dışı sektörler içinde en fazla istihdam yaratanı 473 bin kişi ile hizmetler sektörü oldu. Sanayi sektörünün yarattığı istihdam 123 bin kişi olarak gerçekleşti. İnşaat sektöründe de 94 bin kişilik istihdam yaratıldı.
* 2006 yılı işgücü piyasası verilerinde dikkatimizi çeken bir nokta da kadın istihdamında 2003’ten beri görülen düşüşün durması. Geçen yıl kadın istihdamı 110 bin kişilik artış gösterdi. Kadın istihdamında önceki üç yılda görülen düşüşün nedeni büyük ölçüde tarımdaki ücretsiz aile işçisi kadınların sayısının azalmasıydı. Tarımdaki kadın istihdamında azalma 2006’da sürdü ama tarım dışı sektörlerde bunu fazlasıyla telafi edecek düzeyde kadın istihdamı yaratıldı. Ayrıca 2006’da tarım dışı sektörlerde çalışan kadınların sayısı ilk kez tarım sektöründe çalışan kadınların sayısının üzerine çıktı.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?