Bankamızı Geri İstiyoruz

<i>Fehmi Gültekin / Yaşar Holding Finans Grubu Başkanı </i> Uzun yıllar, kamuda Vakıfbank’ta görev yaptı. Ardından zorunlu emeklilik ve özel sektör. Fehmi Gültekin’den bahsediyoruz. Ba...

1.06.2000 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Fehmi Gültekin / Yaşar Holding Finans Grubu Başkanı

Uzun yıllar, kamuda Vakıfbank’ta görev yaptı. Ardından zorunlu emeklilik ve özel sektör. Fehmi Gültekin’den bahsediyoruz. Bayındır Holding ile davalı duruma düşen Gültekin, özel sektördeki iş yaşantısını Yaşar Holding bünyesinde sürdürüyor. Dış ilişkiler ve finansmandan sorumlu olan Fehmi Gültekin, Danıştay’daki davanın sonucunu beklediklerini söylüyor ve  “Bankamızı ve itibarımızı geri istiyoruz” diyor.

Uzun yıllar boyunca Vakıfbank’ta görev yaptı. Yönetici kademesinde başladığı bankada, yıllar sonra genel müdürlük koltuğuna kadar tırmandı. Fakat, Refahyol koalisyonu döneminde görevinden alındı. Hukuki mücadeleyi kazandı fakat, emekli olarak özel sektöre geçmeyi tercih etti. Fehmi Gültekin’den bahsediyoruz.

Gültekin’in Bayındır Holding’te yönetim kurulu üyesi ve finans grubu başkanı olarak başlayan özel sektör yaşantısı, bir süre sonra patron Kamuran Çörtük’le ortaya çıkan anlaşmazlık nedeniyle, istifayla sonuçlandı. Hemen ardından başka bir gruba geçti. 1999 yılının Ekim ayında başlayan Yaşar Holding dönemi devam ediyor. Gültekin, bu grupta finans grubu başkanlığı görevini yürütüyor. Grup bünyesinde bankanın yanı sıra, leasing, factoring, sigorta ile yurt dışında bir banka bulunuyordu.

Fakat,  göreve başladıktan 1.5 ay sonra, Merkez Bankası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından Yaşarbank’a el konuldu. Böylece, başkanı olduğu finans grubundaki şirketlerin yönetimi de, -Batı Sigorta hariç-  TMSF’a geçti. 

Fehmi Gültekin, 5 aydan beri Danıştay’da açılan davanın sonucunu beklediklerini söylüyor. “Davanın sonucundan umutluyuz, çünkü bize haksızlık yapıldı” diyor. El konulmanın Anayasa”ya aykırı olduğu görüşünde olan Gültekin, finans grubundaki şirketlerin TMSF’na geçmesiyle birlikte, yoğunluğunu dış ilişkiler ve finans işlerine kaydırmış.

Fehmi Gültekin, Capital’in konuyla ilgili sorularını yanıtladı ve el konulmasından önce ve sonrasında yaşanan gelişmeleri, hazırladıkları programları anlattı:

Göreve başladıktan kısa bir süre sonra bankaya el konuldu. Siz bu dönemde ne yaptınız ve yapıyorsunuz?

Fehmi Gültekin, 8 Ekim 1999’da, Yaşar Holding’te finans grubu başkanı olarak göreve başladım. Bu süre içerisinde, “Ne yapabiliriz? Finans kuruluşlarımızı nasıl en iyi noktalara taşıyabiliriz?” düşünceleriyle, önce finans kuruluşlarının mali yapılarını gözden geçirdik.

Bu sürede birtakım zorlukları, sıkıntıları ve öz kaynak yetersizliklerini saptadık. Aynı zamanda bunların çözüm yollarını da analiz ettik. Ve 1999 yılının aralık ayının başında, bu tespit ettiğimiz eksikleri, holding yönetimine götürdük.

Yaşarbank’ın eski yönetimi, o dönemde geçerli olan Bankalar Kanunu’ndaki hususları da dikkate alarak  bankanın rehabilitasyonu için Hazine Müsteşarlığı’na yazılı başvuruda bulundu. Bu başvuru sonucunda, “Sermayenizi şu kadar artıralım, bankayı daha iyi durumlara getirmek için Hazine’den, fondan bize birtakım destekler verilsin. Yasal zorluklardan dolayı birikmiş alacaklarımız var. Bu alacakları fona devredelim ve bize belirli miktarda yardım yapılsın ve bankayı düzlüğü çıkaralım” denilmiş.  Bu başvuru da 23 Temmuz 1999’da yapılmış.

Daha sonra Ekim 1999’da Hazine ile bizim grup arasında bir toplantı daha düzenlenmiş. Bu toplantıda, önerimizin biraz daha gözden geçirilerek daha iyi hale getirilmesi yönünde önerilerde bulunulmuş. Ekim ayındaki toplantıdan sonra da ben göreve başladım.

Göreve başladıktan sonra bankayı incelediniz. Nasıl bir tablo gördünüz?

Ben uzun yıllar bankacılık yaptım. Nerelerden, nasıl para kazanılacağını, öz kaynakların ne olması gerektiğini bilirim. Birikmiş sorunların halledilmesinde ne yapmak gerektiği yönünde de biraz bilgim olduğunu düşünüyorum.

Hazine’nin önerdiği birtakım düşünce ve görüşleri de dikkate alarak bütün bunları masaya koyduk ve teknik arkadaşlarla çalıştık. Dedik ki:  “Yaşarbank’ın öz kaynak yetersizliği var.”

Özkaynak yetersizliği de, 1992 yılından sonra yönetimde bulunan insanların kullandırdığı kredilerin bugüne kadar tahsil edilememesi, Türk Ticaret ve İcra-İflas Kanunları’nın işlevlerini zaman içerisinde yerine getirilmemesinden kaynaklanmış. Her şeyin borçluların lehine tecelli etmesi ve 1994 yılında meydana gelen ekonomik krizin oluşturduğu açık pozisyon zararlarından dolayı özkaynak yetersizliği oluşmuş.

Bunlara ek olarak Çaykur ve Sümer Holding gibi kurumlara verilen kredilerin konsolide edilmesi nedeniyle meydana gelen yükler de var. Ayrıca, daha sonra Uzakdoğu ve Rusya krizlerinin faizleri yukarı çekmesi sonucunda, daha yüksek faizle para toplamak zorunda kalınması gibi etkenleri üst üste koyduğunuz zaman, Yaşarbank’ın neden bu hale, duruma geldiği daha açık ortaya çıkıyor.

O dönemde grup, öyle bir fedakarlık yapmış ki, mesela 1992 ve 1994’te verilen krediler nedeniyle, kredilerin kapatılması, rehabilite edilmesi için grup inşaat şirketi  kuruyor. Bu şirketle, oluşan riskleri ve borcu grup şirketlerinin üzerine alınmış. Şu anda Yaşarbank bünyesinde görünmeyen, grubun koyduğu örtülü, gizli sermayeler var.

Nakit sermayede zayıf kalınmadı mı?

Holding, nakit sermayedeki yetersizliklere karşı gerek nakit, gerek temettülerin sermayeye eklenmesi suretiyle çeşitli değerler koydu. Bunları hesapladığımızda bankaya 300 milyon doların üzerinde sermaye konmuş.

Ancak, 1992’den bu yana verilen kredilerin donuk hale gelmesi ve tahsil edilmemesi,  en önemli etkenlerden birisidir. Sizin dergide de çıktı ve ondan başka birkaç firma daha var. Krediyi vermişiz, tahsil etme imkanı bulamamışız ve teminatlar yetersiz hale gelmiş. Adamın üzerine gidiyorsunuz, hukuk sistemi engelliyor, bir şey yapamıyorsunuz.

Böylece tahsil edemediğiniz paranın maliyeti devamlı şişiyor. Gelir yok. giderleri sürekli yükseliyor. Bugün bütün bankacılık sistemi aynı sıkıntıları yaşıyor. Bütün bankaları derinlemesine incelediğinizde, bugün devlet bankaları dahil, birçok aynı durumla karşı karşıya. Bütün bu sorunları gördük, tespit ettik ve nasıl çözülebileceğine dair teknik bir analiz yaptık.

Nasıl bir çözüm buldunuz?

Hazine Müsteşarlığı’na şöyle bir öneride bulunduk: 200 milyon dolarlık sermaye koyalım. Bunun 100 milyon dolarlık bölümünü, banka bize kredi olarak kullandırsın. Çünkü, bankanın likidite sorunu yok. Biz bu krediler için her türlü teminatları verelim ve bu krediyi faizleriyle birlikte 2 yıl içerisinde ödeyelim.

Artı, 100 milyon doları da biz buraya 20 milyon dolarlık gayrimenkul, 80 milyon dolar da Tuborg’un hisseleri şeklinde devredelim. Ayrıca, “Geçmiş yıllardan birikmiş 150 milyon dolarlık zararı, üzerimize alalım” dedik. Bu zararı da 7 yıl içerisinde temettü veya grubun imkanlarıyla ödeyelim.

Yani, 200 milyon doları sermaye, 150 milyon dolar da zararı üstlenerek 350 milyon dolarlık bir kaynak vermiş oluyoruz. Buna karşılık Hazine de bize, -o zaman yasa da müsaitti- 350 milyon dolarlık 5 yıl vadeli borç versin. Bu borca karşılık olarak da biz holding olarak Tuborg ve Yaşarbank’ın hisse senetlerini rehin edecektik. Yani, borç yüzde 100 teminatlı olacaktı.

200 artı 150 milyon dolar, bunun yanında 350 milyon dolarlık kaynağı, Hazine veya fondan aldığımızı varsayarak bir projeksiyon yaptık. Ne kadar sürede başa baş noktayı yakalıyor, ne kadar sürede, artıya geçiyor.

Sonuçta?

Zararlar azalarak belli noktaya iniyor ve 3 yılın sonunda öz kaynaklar başa baş noktasına geliyor. Dördüncü yılın sonunda  öz kaynaklar 74 milyon dolar, 5 yılda öz kaynaklar 146 milyon dolar seviyesine geliyor. Ve biz 5 yıl sonunda devlete borcumuzu ödüyoruz ve diğer üstlendiğimiz zararları karşılıyoruz.

Sonuçta 7 Aralık 1999 tarihinde Hazine Müsteşarlığı’na böyle bir öneri götürdük. Böylece biz devlete hiçbir yük ve sorun yaratmadan hem Yaşarbank’ı rehabilite etmiş olacaktık hem de grup ekonomiye sağlıklı bir banka kazandırmış olacaktı.

Ama öneriniz kabul edilmedi...

Hazine’den cevap dahi alamadan el konulma olayıyla karşı karşıya kaldık. Ne yapıldı? 21-22 Aralık’ta Bakanlar Kurulu’nun kararnamesiyle bizim bankaya, Bankalar Kanunu’nun 14/3 maddesine göre el konuldu. Biz ardından dava açmak zorunda kaldık. Dava dilekçesinde de ”El konulma gerekçesi yasalara, anayasa aykırıdır” dedik. Yürütülmenin durdurulması, işlemin iptali ve Anayasa Mahkemesi”ne bildirilmesini istedik.

Nedir Anayasa Mahkemesi”ne aykırılıklar? Bir kere eski ve yeni kanuna göre, bir bankaya el koymadan önce birtakım prosedürleri var. Öz kaynaklarda eksiklik var ve yanlış işler yapılıyorsa, bize, “Bankanızı 64’uncü madde veya bugün 14’üncü madde kapsamına aldım ve yönetim kuruluna falanca kişiyi atıyorum”  demesi gerekiyordu.

Atanmadı mı?

Hayır, öyle bir olay yok bizim bankada. Bunu geçtik, başka etapları var. Ardından demesi lazım ki, “Yönetime adam atadık, buna rağmen, birtakım gelişmeler yok ve durum iyi gitmiyor. Sermaye ve öz kaynakları şu tarihe kadar, bu düzeye getirmeniz gerekiyor.”

Öyle bir yazı mı yok?

“Sermayenizi şu kadar artırın” diye yazı da yok. Sadece murakıpların eleştirileri var: “Şunlar eksiktir, bunların yapılması gerekiyor” şeklinde. Ama Bankalar Kanunu’na göre Hazine’nin sermaye artırımı istemesi ve belli bir tarihe kadar bunun gerçekleştirilmesini beklemesi lazım. O süre zarfında artırım gerçekleşmezse, bu sefer Hazine sermayeyi resen artırarak bir süre vermesi gerekiyor. Ardından Hazine’nin “Rüçhan haklarını kullanın, kullanmazsanız, ben kullanacağım” demesi gerekiyordu.

Bu da yok. Bunu artırdıktan, rüçhan haklarını kullandıktan sonra, “Ben yönetimi resen değiştiriyor ve bankaya el koyuyorum” demesi gerekiyordu. Bunların hiçbir yapılmadan bankaya el konuldu.

Peki Fehmi Bey, yasaya uyulmadığından, Hazine’nin sunulan plana yanıt vermemesinden yakınıyorsunuz. Bankanın bu hale gelmesinde hissedarların, yönetimin hiç mi sorumluluğu yok? 

Grup, gücü çerçevesinde birtakım çabalar sarf etmiş. Birtakım riskleri üzerine almış, gayrimenkul, otel satın almış. Bir tür şeyler yapılmış zamanında. 1994 krizinde grubun tek taraflı olarak yapabileceği ne var? Grubun yapabileceği bir şey yok.

Öbür taraftan Hazine bonosu faiz oranlarına yapabileceğiniz bir şey yok. Devlet kendi borçlarını konsolide ediyor. Buna da yapabilecek bir şey yok. Bütün bunlar üst üste geliyor. Grup,  bankayı rehabilite etmek için bir öneride bulunuyor. Elde nakit yok ama bir takım aktifler var.

Bizim grup, yatırımcı bir grup. Likiditeden faiz sağlayan bir grup değil.  Yapabilecek bir tek şey, bu varlıklarını koyabilmek. Bunu da zaten önermiş.

Bankaya el konulmadan önce Hazine’nin Pınar Grubu hisselerinin bankaya sermaye olarak konulmasını istediği ve Selçuk Bey’in buna yanaşmadığı söylentisi var...

Verdiğimiz  teklifi kabul etmeyebilirlerdi ve diyebilirlerdi ki, “Zararın üstlenilmesini 150 milyon dolar değil de, şu rakama çıkartın. Tuborg’u, Yaşarbank’ı değil de şu hisseleri verin.”  Ama demediler. Yazılı hale getirdim ve bunun cevabını bekledim.  Hiç cevap dahi verilmedi.

Bağımsız denetim şirketi bir rapor hazırladı ve ortada 1 milyar dolara yakın bir zarar olduğunu açıkladı...

Bize hala devir bilançosu düzenlenip, sunulmadı, verilmedi. Neye göre zarar belirlendi bunu bilmiyoruz.

Siz bankayı biliyordunuz. Rakamlara da hakimsiniz. Zarar ne kadardır?

Zarara hangi açıdan bakacağız, değerlendireceğiz? Muhasebe sistemine göre mi, varlıklara göre mi, yoksa kredilerin mevcut yapısına göre mi, kredilerin tahsil edilebilir veya edilemez değerine göre mi ? Bunların her birinde ayrı sonuçlar çıkar. Bunların sistemini ortaya koymadan yanıt vermek, son derece yanlıştır.

Biz rehabilitasyon programını sunarken, mevcut kredileri dikkate aldık, hangi kredilere karşılık ayrılması gerekir, hangi alacaklarımızı tahsil edemeyebiliriz, hangi maliyettedir, bütün bunları dikkate alarak hazırlık yaptık.

Kredilerini hiç tahsil edemeyecek, yaptığı yatırımları sıfır olarak ele alın, bütün bankalar şu kadar zararda diye ilan edebilirsiniz. Böyle şey olur mu? Bize devir bilançosu gelmedi ki... Neyi neyle mukayese edildi, neyi yok saydılar, görmedik, bilmiyoruz. Kaldı ki, bunun ilan edilmesi, bankalar yasasına aykırı.

Bir banka patronuna açılan kredi 10 yıldır nasıl tahsil edilemez?

Hangi kredi?

Ali Balkaner’e açılan kredi?

Şimdi şunu söyleyeyim: Biraz önce belirttim; Türk Ticaret Kanunu ile İcra İflas Kanunu, borçluların zaman kazanmasına, alacaklarını hizaya geçirecek şekilde düzenlenmiş. Yasalarımız hep borçlu lehine.

İsim vermek istemiyorum ama siz verdiniz. O bahsettiğiniz firma, burada en ağırlıklı, en büyük kredi kullanıcısı... Hatta üzerindeki teminatları, şahıslar üzerinde olmadığı veya başka şekilde olduğu için, yasa önünde hiçbir şey yapamıyorsunuz. Bu kişi, banka sahibi idi.

Bunlar olmasına rağmen, siz burada alacağınızı alamıyorsunuz, onun yükünü yıllardır taşıyorsunuz ve belki o bahsedilen zararların yüzde 30-40’lık bölümü, bu grup üzerinde devam ediyor. Onun gibi birkaç firma daha var. Sizin elinizde bir şey yok. Hukuk her şeyi kilitlemiş. Ne yapabilirsiniz?

O dönemde bu krediyi kullandıran genel müdürün, sonra yine aynı kişinin bankasında genel müdür ve ortak olması ilginç değil mi?

Ben o konulara girmek istemiyorum. Benim etik değerlerime aykırı. Aslında bana kalırsa söylenecek çok şey var.

Bunun gibi, 7-8 firma, bu bankanın bu hale gelmesine etken olmuş. Devletin kurumları da bunun içerisinde; Çaykur ve Sümer Holding...  Bunları üst üste koyduğunuz zaman, oluşan zararların yüzde 85-90’ını oluşturuyor. Bir de kur farkı zararları birikmiş. Eğer Hazine, planımıza itibar etmiş olsaydı, hiç böyle bir zararla karşı karşıya kalmayacaktı.

Söylediğiniz plana Hazine itibar etseydi, o zaman diğer bankalara da örnek olmayacak mıydı?

Ben aynı şeyi arkadaşlarla konuştum. O zaman, “Şu kadar bankaya el konulacak” falan konuşuluyordu. “Fonun kaynakları bu kadar, bizim durumumuz bu kadar” dediler. Ben de şunu söyledim: “Bizim verdiğimiz teminatları veriyor ise onlara da yapın. Hatta, öyle bir teminatlarla yurt dışından, belki Dünya Bankası’ndan, IMF’ten kaynak temin edilebilirdi”.

Şöyle düşünün, verdiğimiz teminatlarının yanına ek teminatlar istenip, bunun gibi 5 bankanın sahiplerine de “Sen şu kadar koyacaksın, sen şu kadar koyacaksın” denmeliydi. Vermeyenlere el konulsaydı, verenlere bu yapılsaydı, devletin kaybı ne olurdu? Şimdi devletin kaybı ne? Bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım. Devlet bunu yapmadı. Ne yapıyor? Onu tartışalım, konuşalım.

Siz bankayı geri mi istiyorsunuz?

Evet, bankayı geri istiyoruz. Şunun için: Bir kere haksız yere el konuldu. Biz belki bankaya likit değer koymayabiliriz.  Ama bizim şu andaki gücümüz, varlıklarımız, bu bankaya rahat rahat yürütebilecek düzeyde.

Yerli veya yabancı ortak alabiliriz. Rehabilitasyon planını daha da iyileştirebiliriz, daha da kısa sürede çözüm yolu bulabiliriz. Ama bankaya el konulmasıyla birlikte bizim sadece bankamıza el konulmadı, itibarımız da alındı. Fona devredilen banka sahipleri, bundan sonra banka sahibi olamıyor. İtibar da elde gidiyor.

Bir şey daha var. Bankaya el koyuyorsunuz, bankanın bedelini ödemiyorsunuz. El koyduğunuz zaman, anayasaya göre bedeli ödenerek mülkiyet el değiştirilir. Ne devletleştirmeye, ne kamulaştırmaya uygun bir iş. Hiçbir sisteme uymayan bir şekilde bankaya el konuldu.

Şu anda size iade edilse, mevduat sahipleri nezdinde güven kaybı olmayacak mı?

Keşke size, holdinge, Selçuk Bey”e gelen mektupları okutsam, halkın güvenini bir görseniz.

Yani, Selçuk Bey’e, devletten daha mı çok güveniliyor?

Ben devletle yarış yaptırır durumda değilim. Öyle bir durum söz konusu değil. Neden fonla, devletle mukayese edelim? Selçuk Yaşar’a güveniliyor mu, güvenilmiyor mu, ona bakalım. Selçuk Yaşar’a herkes güveniyor. Gelen mektuplar bunu gösteriyor. Çünkü, Selçuk Yaşar’ın 11 tane halka açık şirketi var. Ve hala da halktan gelen mektuplarında, “Biz size güveniyoruz. Şirketlerinizin hisselerini almaya devam edeceğiz” deniliyor.

1994’te 3 bankanın faaliyeti durduruldu. Onlarla ilgili davalar hala bitmiş değil. Siz, ne ölçüde sonuç umut ediyorsunuz?

Bizim umduğumuz şudur: Bize uygulanan sistem, Bankalar Kanunu ve Anayasa’ya aykırı. Belki öbürlerine aynı sistem uygulanmadı, murakıp, yönetim kurulu üyesi kondu, süreler verildi, ona uyulmadı. Ama bunlar bizimle ilgili böyle bir şey olmadı.

Sizce bundan sonra ne olacak?

Ne olacağını bilemem de, ama ne olmalı? Bir defa devletin bu bankayı, kendi uhdesine alarak hiçbir kazancı söz konusu değil. Tam aksine, daha fazla yük getiriyor.

Varsayalım ki, zararlar doğru. Soru işareti koyuyor ve doğru olarak varsayıyorum. Şimdi ne olacak? Siz bu bankaya müşteri olsanız, yerli veya yabancı olarak: “Bankanın bütün zararlarını, kötü aktiflerini ayır, bana temiz banka ver” dersiniz.

Varsayalım ki, bu bankayı aktiflerinden temizledikten sonra satmaya kalktılar. 1 milyar dolarlık yük alınacak. Ardından bu bankayı kaça satacaklar? Türk Ticaret’i dikkate alarak konuşuyorum. Şube sayısı dörtte biri. Yani, sıfır kilometre, 3 şubeli banka 69 milyon dolara satıldı. Etibank, 140 milyon dolara satıldı. Haydi, 150 milyon dolara satılsın.

Yani, bir taraftan 1 milyar dolarlık zararı temizlemek için kaynak koyacak ve ardından da 150 milyon dolara satacaksınız. Sonuçta 850 milyon dolarlık yükü devlet sırtına alacak. Biz zamanında öneri götürmüş ve “350 milyon dolar borç verin ve bunu da 5 yıl içerisinde kapatalım, biz bu bankayı düzgün hale getirelim” demişiz.

El konulduktan sonra Hazine ve Merkez Bankası ile yaptığınız görüşmelerden nasıl bir sonuç alındı?

Onlarla görüşme yapmak, sonucu değiştirmez. O insanların yasalar içerisinde bir şey yapmaları mümkün değil. Yasa ne diyorsa, onu yapmak zorundalar. Yasayı aşabilmenin yolu, Danıştay’ın yürütmeyi durdurma ve iptal kararı vermesiyle olur.

Bu karar verilirse, ondan sonra süreç başlıyor, gerek Hazine gerek Merkez Bankası ile gerekirse, devletin diğer kurumlarıyla nezdinde girişimler yaparız. Biz bu işi devlete, Hazine’ye  yük olmaktan çıkartmak istiyoruz.

İyi de bir yönetim kadrosu kurmuştuk. Bu işin altından kalkacağına inanıyorduk ve hala da inanıyoruz. Kendimi anlatmak istemiyorum ama yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır. Biz bunları yaptık, başardık. Her türlü zorlukların üstesinden geldik. Burada da yapabileceğimize inanıyorduk, hazırlık yapmıştık ama ömrümüz yetmedi.

Bütün banka sahipleri, dava açtı ve bankalarını geri istiyorlar. Siz kendinizi nasıl görüyorsunuz? İçini boşaltmamış bir bankanın sahibi olarak mı?

Zaten bankaların el konulması olayında, bizim grubun banka ile olan ilişkileri dikkate alarak bunu söylüyoruz. Çünkü murakıpların tetkiki, mevcut yapının incelenmesinde ortaya konan da o. Ki, biz bunu söylemiyoruz, kararname söylüyor. Bizim bankamıza el konulma nedeni, Bankalar Kanunu’nun 14/3 maddesi.  Yani, burada söz konusu olan öz kaynak yetersizliği, banka mali bünyesinin zayıflaması.

Oysa, diğer bankalara hem 14/3 hem de 14/4 madde kapsamını da dikkate alarak el konuldu. O nedenle biz şu anda kendimizi ayrı görüyoruz. Biz görmüyoruz, öyleyiz zaten.

Bir şey daha söyleyeyim, biz bankaya el konulduktan sonra bankaya olan 50 milyon dolarlık kredi borcunu kapattık. Banka ve finansal kuruluşlarına 50 milyon dolar para ödedik.

Bu erken ödeme mi, yoksa vadesi gelen kredi borçlarının kapatılması mı?

Vadesi gelen kredileri yenilemedik, kapattık.  Bu hem bizim gücümüzü gösteriyor, hem de banka ile ilişkilerde en ufak bir sorun, problemle karşı karşıya kalmadığımızı. Sadece Yaşarbank’la değil, diğer bankalarla da çok iyi, düzgün ilişkilerimiz var. Çünkü, nakit akışımız gayet düzgün ve iyi durumda.

Grup finans alanına stratejik sektör olarak mutlaka olmak istiyor gibi bir görüntü mü veriliyor, yoksa iade-i itibar mı isteniyor?

Belli bir cironuz, belli bir gücünüz varsa, iyi bir organizasyon ve profesyonel yapıyla bu büyüklükteki bir grubun mutlaka bankasının, finansal kuruluşlarının olması gerekiyor. Olduğu zaman, çok daha sağlıklı bir mali bünye, çok daha sağlıklı finans yönetimi, nakit yönetimi ve masraf yönetimini yürütmeniz mümkün.

Bir taraftan da, bir daha mali kuruluş sahibi olamazsınız hükmüne tabii kalıyoruz. Bankalar Kanunu’nun 7. Maddesi son derece açık: “Fona devredilen bankaların sahipleri, bir daha banka sahibi olamaz.” Bu da bizi yaralıyor. Biz bunları grup olarak hak etmedik. Şu anda Türkiye’nin gıda, boya ve kimya sektöründeki yerine bakın; zirvelerde. Bunu hak etmiş durumda değil.

Siz bir taraftan davalık bir durum var, bir taraftan banka ile diğer kuruluşlarda ortaklığınız var. Örneğin sigorta şirketi...

Orada, hiçbir sorun yok, gayet iyi bir şekilde işler yürüyor. Diğer şirketlerde var ama oradaki hisseler küçük. Sigorta şirketinde 3 yönetim kurulu üyesi bizden, üç tanesi banka tarafından oluşuyor.

İşbirliğini artırma durumu söz konusu mu?

Biz bankalarla kredi ilişkisi içerisinde olan bir grubuz. Mali gücümüz çok güçlü, çok büyük boyutta ticari hacmimiz var. Bu ticari hacmi yürütürken, bütün bankalarla çalışıyoruz. İsmi Yaşar olması nedeniyle, gönlümüz Yaşarbank’la ilişkilerimizi devam ettirdik. Yeni yönetim bunun devamından yana kullanırsa, biz de seve seve kullanırız.  Aynen devam ederiz.

İlişkileri en iyi şekilde götürme taraftarıyız. Ama ola ki, “Hayır, biz gruptaki riskleri tasfiye etmek istiyoruz” derse, o zaman da demin söyledim, 50 milyon dolar ödeme yaptık.

Siz grup olarak yoğun bayi ağıyla çalışıyorsunuz. Bayilerle ticari ilişkilerde Yaşarbank aracılık görevine devam ediyor mu?

Evet, 50 binin üzerinde bayi ile çalışıyoruz ve bayi Yaşarbank ilişkisi devam ediyor. Ama banka bunu istemez ve “Hayır, biz paramızı almak istiyoruz, başka ilişki istemiyoruz” derse, biz o zaman alternatif ararız.

Banka, hangi işlerinizi yürütüyor, tahsilat, nakit yönetimi...

Şu ana kadar yaptığı işleri aynen devam ettiriyor. Biz her türlü verimi bankaya sağlıyoruz. Hatta, ben göreve başladığım zaman, banka-grup ilişkileri yüzde 40 seviyelerindeydi. Bütün çeklerin tahsili olsun, para akışları, dönüşler olsun, mektup ihtiyaçları vs... Hatta bu oranı yüzde 60-70’lere çıkaralım ve banka daha fazla para kazansın düşüncesindeydim. Onun çalışmalarını da başlatmıştım.

Fakat, biz 50 milyon dolara yakın kredi kapattık. Bu şunu gösteriyor: Bankanın yaklaşımı, mevcut riskleri azaltma yönünde ki, o zaman bu ilişkiler Yaşarbank’la biraz zayıflar. Çünkü, bu ilişkileri devam ettirebilmem için kaynaklarımı burada değerlendirirken, kredi taleplerimi de buradan karşılamalıyım. Verimi sağlayıp, karşı verim alamazsam o zaman başka kanallara kaymak durumundayım.

Bu azalıyor mu?

Azalıyor, görünen o. 50 milyon dolarlık risk azaltmak demek, bunun azaldığı anlamına geliyor. Ben bütün banka ilişkileri içerisinde elde ettiğim hasılatın bir kısmı, çeke, senede dayalı, bir kısmı da karşılıklı güvene dayalı olarak alacak ilişkilerim var.

Ben bu alacaklarıma dayanarak, bankalardan alacağımı nakde dönüştürüyorum. Burada ağırlıklı banka Yaşarbank idi. Şimdi, kredi ödemelerimi yaptığım takdirde ben de başka bankalara kaymak durumunda kalıyorum.

Dava olumlu sonuçlanırsa, Hazine’ye nasıl bir çalışma programı sunacaksınız?

Yeni bir projeksiyonla gideceğiz. Bu işin devlete yük olmaktan çıkartılmasını sağlayacak ve ekonomiye kazandıracak bir projeksiyonla ve iyi bir profesyonel yönetimle bu bankayı çok iyi hale getireceğimize inanıyorum. Bu kapsamda bir projeksiyonla gideceğiz.

Vakıflar Bankası’dan sonra Bayındır Holding’e geçtiğiniz. Ayrılırken de patronu ile mahkemelik oldunuz. Daha önce kredi ilişkisi olunan Bayındır Grubu’nu tercih etmek etik açıdan doğru mu?

Ben banka genel müdürü olarak sadece Bayındır Grubu’na kredi vermiş değilim. Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü ve genel müdür yardımcılığı yaptığım dönemde, Türkiye’nin en büyük kuruluşlarıyla hep kredi ilişkilerimiz olmuştur.

Kredi ilişkisi içerisinde olduğumuz gruplarla hiçbir sorun yaşamadık. Şunu da söyleyeyim, görev yaptığım süre zarfında, gerek Bayındır olsun, gerek diğer gruplar olsun, ne kredinin tahsisinde ne geri tahsilinde, herhangi bir sorun yaşamadık.

Ben Vakıfbank’tan emekli oldum. Bu birikim ve deneyimi kullanmadan gidip evimde mi oturmalıydım? Kaldı ki, ben Vakıfbank’tan kendi isteğimle değil, mecburiyetten emekli oldum. En çok verimli olacağım dönemde gidip evde oturmak, geri plana çekilmek , benim için söz konusu olamazdı.

O kadar bilgi birikimimi kullanacağım yer neresidir? Mutlaka özel sektörde bir yerler olmalıdır. Ben de birçok yerden teklif almama rağmen, kendime göre en uygun olan Bayındır Grubu’nu tercih ettim. Hiçbir sorun da yoktu. Ama daha sonra evlilikte de olur, anlaşamazlık ortaya çıktık, mahkemelik duruma geldik. Daha sonra karşılıklı anlaştık, mutabık kaldık. Sorunumuz kalmadı, o gün Bayındır’daydım, bugün Yaşar Holding’teyim.

Ben bir kredi, menfaat ilişkisinden dolayı, bugüne kadar hiçbir yerde ilişki kurmadım. Bundan sonra da söz konusu olamaz. Eğer öyle bir menfaat ilişkisi olsaydı, davalık durum olmazdı. Her şey sineye çekilirdi, oturulurdu. Ben kendimi hiçbir yerde boyumu eğecek, gözümü kapalı gezdirecek duruma gelmedim.

Bayındır Grubu’nun size cazip gelen teklifi ne oldu? Neden diğer gruplar değil de Bayındır?

Bir kere 2.5 yıl önce, Bayındır Grubu ile ilgili herhangi bir şey var mıydı? Normal bir şirketti. Sonra medyada, basında değişik iddialar yer aldı. Bu benim sorunum değil. Ben normal bir şirketten farklı görmedim. Ki, Bayındır’ın o kadar abartılmasını haksız buluyorum.

Kamuran Çörtük’le nasıl bir anlaşma yaptınız? 1 milyon dolarlık transfer parasından bahsedildi.

Herkes, o yazan arkadaşla da konuştum, anlaşmamı da gösterdim. İş hayatımda siz bir yere girdiğinizde iş akdi yapmaz mısınız? Şartlarınızı yazmaz mısınız? Ben de şartlarımı yazdım ve karşılıklı imzaladık. Kim yerine getirmezse, haksızlık varsa talep edersiniz. Hakkımız ne ise bu yüz bin dolar da olabilir, milyon dolarla da olabilir, rakam önemli değil.

Hakkınızı aldınız mı?

Ben orada, hakkımı aldım demek istemiyorum ama iki taraf olarak orta yolu bulduk.

KAMU BANKALARI VE ÖZELLEŞTİRME

Dünya Bankası, bütün kamu bankalarının özelleştirilmesini istiyor. Masanın iki tarafında bulunan bir yönetici olarak sizce orta yolu, çözümü ne olacaktır?

Devletin kendini ekonomiden kesinlikle sıyırması gerekiyor. Sadece, kararları yönlendiren, sıkıntıları ortadan kaldıran, dünya ile rekabette eşdeğer politikalar belirleyen konumda olması gerekiyor.

En başta devlet bankalarının sistemin dışına taşınması gerekiyor. Çünkü, şu anda özel bankaların en büyük rakibi, hem devlet bankaları hem de Hazine. Devlet bankalarını ele alırsak, hep denir ki, “Ziraat bankası özelleşemez, Halk Bankası özelleştirilemez. Devletin ziraat, küçük esnaf politikası nasıl yürütülecek?”

Peki Eximbank’ın işlevini kim yürütüyor? Kendisi mi? Banka, “3 milyar dolar döviz, şu kadar TL kaynağım var. Bu kaynaklar da şu faiz oranıyla kullandırılacak” diyor. Bütün bankalar da bunu seve seve yapıyor. Burada da Ziraat ve Halk Bankası’nın yaptığı işi diğer bankalara yaptırabilirsiniz.

Devlet ne kar eder? Kredileri çifçiye, esnafa, tüccara gerçek faizle kullandırıyorsunuz.

İkincisi, verilen krediler zamanında tahsil edilir. Çünkü, kredilerde devlet aradan çıkıyor ve özel bankalar sorumlu oluyor. Aynen Eximbank’ın kullandırdığı kredi gibi.

Devletin parası, her yıl görev zararı adı altında yük olmaktan kurtulmuş oluyor. Ve IMF ve diğer kurumlarına Türkiye’nin mahkum olması durumundan kurtulmuş  olacağız. Çünkü, kaynak geri dönecek ve herkesin kullanımı söz konusu olacak.

Böyle bir durumda hem devlet bankalarını özerkleşmiş olarak birtakım kaynaklar elde edecek, hem de paralar donuk hale gelmeyecek, çok daha geniş bir kitle işten yararlanacağı, ekonomi daha fazla yararlanacak.

“ŞİRKETLERİN FİNANSAL YAPILARINI GÜÇLENDİRECEĞİZ”

Şu anda siz ne yapıyorsunuz?

Ben yasal gelişmeleri takip ederken, diğer taraftan grubun finansman, banka ilişkileri, dış ilişkilerden sorumlu görev yapıyorum. Banka ilişkilerini götürüyorum. Grubun bütün şirketlerini daha iyi rehabilite etmek, gerçek değerlerini tespit etmek için çalışmalar başlatıyoruz.

Bu çalışmalar içerisinde stratejik olarak ne yapmak gerekiyor? Bütün dünyada büyük şirketler birleşirken, yabancı ortaklıklar konusunu değerlendiriyor, maliyetleri aşağı çekmek için yurt dışı finansman bacağına hazırlıklar yapıyoruz. Hem maliyetleri aşağı çekmek istiyoruz, hem de karlılığımızı daha yüksek seviyelere getirme çalışmalarını yürütüyoruz.

Ne gibi projeler?

Halka açık olan şirketlerimiz, son derece iyi şirketler. “Bu şirketleri nasıl daha iyi hale getirebiliriz” üzerine çalışmalar başlattık. Diğer taraftan şirketlerin kullandıkları kredilerin maliyetlerini daha aşağıya çekebilmenin ve daha uzun vadeli kredilere dönmenin yollarını arıyoruz.

Bunun yanında ben Vakıfbank Genel Müdürü iken,  şirketlerin birleşmeleri, evlilikleri sağlayan sistemler üzerinde bir araştırma geliştirme şirketi kurmuştum. Bu birikimlerle burada Ar-Ge grubunu kurarak, bizim şirketlerle uyumlu olacak, güç sağlayacak, sinerji yaratacak, işlem hacmini artıracak, daha güçlü hale getirecek sistemleri araştırıp, tarayıp bir araya getirmeye çalışıyoruz.

Oradan yarattığımız sinerji ile daha güçlü hale getirdikten sonra halka açıklık oranını belki artıracağız, belki farklı yapısal yollara gideceğiz. Finansal yapıyı daha da güçlendirici, maliyetleri aşağı çekmenin yollarını arıyoruz.

“ÜNAL KORUKÇU İLE EL ELE VERDİK”

Grubun üst yönetiminde iki bankacı kökenli yönetici var; Ünal Korukçu ve siz. Aranızda nasıl bir işbirliği ve çalışma ortamı?

Ünal bey, 1.5 yıl önce gruba katıldı ve icra başkanı olarak görev yapıyor. Dolayısıyla ben daha sonra intikal ettim. Ben de Yaşarbank ve finansal kuruluşlardan sorumlu grup başkanı oldum. Şimdi buradaki fonksiyonum biraz daha farklı hale geldi.

İki bankacı elele verdik, güçbirliği oluşturduk, bilgi ve birikmelerimizi birleştirerek, grubun en üst zirvelere, getirebilmenin yollarını, çarelerini aramaya çalışıyoruz.

 


 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz