En kötü şey sorunlara sessiz kalmak

Chobani CEO’su Hamdi Ulukaya ile içinde bulunduğumuz dönemde iş dünyasının sorumluluklarını ve bu noktada yaşanması gereken dönüşümü konuştuk...

5.04.2023 12:17:390
Paylaş Tweet Paylaş
En kötü şey sorunlara sessiz kalmak

Nilüfer Gözütok Ünal

[email protected]

Chobani CEO’su HAMDE ULUKAYA ’ya göre artık günlük, anlık yapılan yardımların dönemi geçti. Şirketlerin sürekli sosyal fayda yaratmaya devam etmesi gerektiğini savunan Ulukaya, “Her şirketin gücünü kullanma sorumluluğu var, bu bir insanlık görevi. Bugün sorunlara sessiz kalmak bir şirket için en kötü şey” diyor. Esas amaçlarının finansal hissedarlara para kazandırmak değil, toplumsal hissedarları iyileştirmek olduğunun da altını çizen iş insanı, “İş hayatında bunu başardığınızda, etkisi vakıflardan ya da resmi kurumlardan çok daha fazla” diye konuşuyor.

Türkiye büyük bir felaketin yaralarını sarmaya çalışıyor. Sadece ülkemizde değil dünyanın dört bir yanında kaynaklar seferber ediliyor. Sınır ötesinde bu seferberliğin önemli önderlerinden biri de Chobani CEO’su Hamdi Ulukaya. Ulukaya, ilk günden itibaren bölgedeki depremzedeler için Turkish Philantrophy Fund (TPF) platformuyla bağış kampanyası başlattı. 1 milyon dolarla başlayan kampanya, kısa sürede 9,5 milyon doları aştı ve bizim dergimizi baskıya hazırladığımız felaketin 15’inci gününde 12,5 milyon dolar hedefine doğru ilerliyordu. Böyle bir dönemde Ulukaya gibi liderlerin kendilerine misyon edindikleri “kâr değil insan odaklı olma” yaklaşımı hiç olmadığı kadar anlam kazanmış durumda. Bu nedenle Ulukaya, şimdi kulak verilmesi gereken en önemli iş liderlerinden biri. “Bir şirketin sorumluluğu sadece ürün ve hizmet satarak para kazanmak değil” diyen yönetici, artık günlük, anlık yapılan yardımların döneminin de geçtiğini söylüyor. Şirketlerin sadece ekonominin iyi olduğu dönemlerde değil her anlamda zorlukların yaşandığı dönemlerde sosyal fayda yaratmaya devam etmelerinin önemli olduğunu vurguluyor. Risk almaktan kaçınıp hiçbir şeye karışmadan kenarda oturmanın kabul edilebilir bir durum olmadığının da altını çizen Ulukaya, “Her şirketin elindeki bu gücü kullanma sorumluluğu var, bu bir insanlık görevi. Bu nedenle bugün sorunlara sessiz kalmak bir şirket için en kötü şey” diyor. Chobani CEO’su Hamdi Ulukaya ile içinde bulunduğumuz dönemde iş dünyasının sorumluluklarını ve bu noktada yaşanması gereken dönüşümü konuştuk: 

Hamdi Bey Kahramanmaraş depremi için siz de önemli bir bağış hareketi başlattınız. Bu hareketten bahseder misiniz?

 Bizim Anadolu kültürüne göre yapılan yardımlar gizli kalır. Böylesi daha değerlidir. Dolayısıyla bu konuda çok fazla konuşmayı doğru bulmuyorum. Ancak ABD kültürü çok daha farklı. Burada yardım konusunda bir kıvılcım yakabilmek ve insanları harekete geçirebilmek için çağrıda bulunmanız ve bunun için attığınız adımları anlatmanız önemli. Ben de felaketi duyar duymaz o gün Beyaz Saray’da daha önceden ayarlanmış toplantılarım olduğundan hazır DC’deyken yardım kampanyası için Türkiye Büyükelçiliği’ne gittim. Ardından birkaç arkadaşımla görüştüm. Bu görüşmeler sırasında Turkish Philantrophy Fund (TPF) platformunun yardım kampanyası için en iyi platform olabileceğini fark ettim. TPF yıllar önce ABD’de faaliyet gösteren iş insanı Haldun Taşman öncülüğünde kurulmuş bir dernek. Dernekte Mehmet Kırdar ve Dr. Şenay Ataselim gibi çok iyi eğitimli, bu işlere yüreğini ve zamanını veren Türk ve Amerikalı üyelerin yer aldığı bir yönetim kurulu var. Sahada çalışanları bulunan ve raporlama konusunda oldukça iyi bir vakıf. Bu doğrultuda depremden etkilenenler için yardım çalışmalarını TPF üzerinden gerçekleştirme kararı aldık. Önce 1 milyon dolarla başladık. Ardından toplanacak 1 milyon dolara ek olarak 1 milyon dolar daha bağışlamak üzere harekete geçtik. Chobani ekibi tarafında da kaynaklarımızı seferber ettik. TPF ile benim yönetimsel anlamda bir bağım yok ama gönül bağım var. Toplanan bağışlarda bir gecede 1 milyon doları aştık. Sonra 5 milyon dolarlık bir çıta koyduk. Şu anda fonda toplanan miktar 6 milyon dolara yaklaştı. Bunun üzerine çıtayı 10 milyon dolara çıkardık. 

Olağanüstü bir afet yaşanıyor. Sizce böyle dönemlerde iş dünyasına düşen en temel görev nedir?

 Türkiye’de halkın yaptıklarını yakından takip ediyorum. Kendi montunu gönderen çocuklar var. Restoran sahibi bir arkadaşım, restoranını kapatarak Kahramanmaraş’a mutfak kurmaya gittiğini söyledi. Kiminle konuşsam yardım etmek için çalışıyor. Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin yaptıkları hakkında pek bilgi sahibi değilim. Anadolu insanının böyle zorlu dönemlerde yaptıkları beni duygusal olarak çok etkiliyor. Diğer yandan, şirketlerin afet zamanlarında yaptıklarını bir “gösteriş” olarak görmüyorum. Bu bir sorumluluk. Şirketler bu tür destekleri topluma olan sorumlulukları doğrultusunda yapıyor. Sizinle görüşmeden önce Chobani’de toplantıdaydım ve fabrikada çalışan yüzlerce kişi Türkiye’ye yardım etmek istediğini söyledi. ABD’de insanlar bu tür zor zamanlarda yardım etmek istiyor. Aynı duyarlılığı göstermeyen şirketlerde, çalışanlar yöneticilere tepki veriyor. Böyle bir denge var. Bu denge muhtemelen Türkiye’deki şirketler için de böyledir. Şirketlerin yaşamın içine dahil olması, iyi ya da zor günde bulunduğu toplumla birlik olması çok önemli. Bu bazen maddi destek bazen malzeme ya da uzmanlığını götürmek şeklinde olabilir. Bunu ABD’de pek çok kez gördük. Türkiye’de de görmekten dolayı memnunum. 

 Siz baştan itibaren bu konulara nasıl yaklaşıyorsunuz? Şirketiniz ve siz, sosyal sorumluluğa nasıl bakıyorsunuz? 

 Bir şirketin ya da iş dünyasının sorumluluğu sadece ürün ve hizmet satarak para kazanmak değil. Bu düşünce yapısı artık tarihin tozlu raflarında kaldı. Özellikle son yıllarda genç tüketiciler ve genç çalışanlar bir şirketin asıl görevi nedir diye sorguluyor. Artık günlük, anlık yapılan yardımların dönemi geçti. Düşünce yapısı, “Sosyal, ekonomik ve çevresel anlamda büyük ya da küçük nasıl sürdürülebilir bir katkı sağlarız” sorusuna yanıt verecek şekilde dönüşüyor. Şirketler, iyilik yapmanın ve iş yapmanın birlikte yürütülebileceğini anlamalı. İnsanı ilk sıraya koyduğunuzda daha kârlı ve yenilikçi olabilirsiniz. Düşünce yapısını bu yönde değiştirmeyen şirketlerin geleceği de yok. Diğer taraftan, düşünce yapısı buraya evrilen şirketler üretim, satış ve geliştirme başta olmak üzere her konuda daha başarılı oluyor. Buradaki en önemli konu, şirket söylediklerini gerçekten yapıyor mu? Sadece ekonominin, kendi performansının iyi olduğu zamanda değil, her anlamda zorlukların yaşandığı dönemlerde sosyal fayda üretmeye devam ediyor mu? Eğer zor zamanlarda da fayda üretmeye devam ediyorsa bu, şirketin genlerine işlemiş demektir. 

 Bu bilincin sürdürülebilir olması nasıl mümkün? 

 İş dünyasının hedefi sadece kâr etmek değil daha iyi bir toplum inşa etmek, insanlara ve topluluklara yardımcı olmak olmalı. Birkaç yıl önce sürdürülebilirlik temelinde çalışmak bir moda haline gelmişti ve bu konuda konuşmak çok revaçtaydı. Ancak ekonomik şartlar biraz bozulunca, o yönetim kurullarında nasıl konuşmalar yapılıyor, muamma. Bu sadece Türkiye’deki şirketlerin değil, dünyanın herhangi bir yerindeki ve ABD’deki şirketlerin de sorunu. Sürdürülebilirliği, bu tür zor zamanlarda ya da hisse değerlerin yarıya indiğinde de yapabiliyorsan ve önemsiyorsan o zaman dönüşümü gerçekleştirebilmişsin demektir. Bugün bu hedef, adaletsizliğe karşı sesini çıkarmak anlamına da geliyor. Çalışanlarımız ve tüketicilerimiz bizden bunu talep ediyor. Risk almaktan kaçınıp hiçbir şeye karışmadan kenarda oturmak artık kabul edilebilir bir durum değil. 

Bu konuda siz Chobani’de neler yapıyorsunuz?

Chobani’de mültecilerin işe alınması ve savunulması, çocuk açlığını sona erdirmek için mücadele verilmesi ve çevreyi korumak için sürdürülebilir iş yöntemlerinin hayata geçirilmesine odaklanıyoruz. Her zaman gıda şirketlerine kendi çocuklarına yedirmeyecekleri yiyecekleri üretmemelerini söylüyorum. Her türlü zararlı maddenin gıdalardan çıkarılması için elimizden geleni yapmanın gıda üreticileri olarak bizim sorumluluğumuz olduğuna inanıyorum. Bir baba olarak da bunu ciddi ve kişisel bir mesele olarak ele alıyorum. Şirketlerin bu tür bir dönüşümü yapamıyor olmasının temelindeyse 1970’lerden bu yana gelişen “şirketlerin tüm amacı hissedarları için kâr oluşturmaktır” anlayışı yatıyor. Bu anlayış herkes tarafından da kabul edilmiş. Bu durumda da “Önce para kazan, sonra bir vakıf kur ve o vakıf aracılığıyla topluma destek ver, ama şirketlerin para kazanmaya odaklansın” yaklaşımı var. Geldiğimiz noktada artık tüketiciler ve çalışanlar bu düşüncenin hızla değişmesini sağlayacak kadar etkili. Özellikle gençler, sadece para kazanmak için var olan şirketlerde çalışmak istemiyor. Tüketiciler de bu tür şirketlerden ürün almayı reddediyor. Büyümek, para kazanmak güzel şeyler belki ama, sen büyüdükçe dünya güzelleşti mi? Çevren güzelleşti mi, çalışanlarının hayatı iyileşti mi, yaptığın ürünlerle insanlığa nasıl bir faydan oldu? Ya da şirketinde kadın erkek çeşitliliğini sağladın mı? Önemli olan bunlar. Ancak dönüşümü hızlandırmak ya da şirketin bütün genlerine yaymak kolay bir şey değil. 

 Peki bu noktada şirketler nasıl hareket etmeli? 

 Chobani, çok fazla mali kaynağı, üretim tesisi ya da tecrübesi olmadan başlayan bir şirket. Kuruluşundan 10 yıl sonra 2 milyar doların üzerinde cirosu olan, iyi bir markası olan, hala yüzde 100 bağımsız, başka bir finans kurumuyla bağlantısı olmayan, kendi organik büyümesini sağlamış ve ABD gibi özellikle gıda alanının zor olduğu bir pazarda varlığını ispatlamış bir şirket. Bunun formülünü hep soruyorlar. Sermayemiz, tecrübemiz ya da know-how’ımız az olabilir. Ancak önemli olan, şirketi ileriye taşıyan insana saygı, çevreye faydalı olmak, insanların nereden gelirse gelsin kendisi olabilmesi. Bizim esas amacımız finansal hissedarlara para kazandırmak değil, toplumsal hissedarları iyileştirmek. İş hayatında bunu başardığınızda, bunun etkisi vakıflardan ya da resmi kurumlardan çok daha fazla. Bunun şirkete geri dönüşü, plan ya da programlamalarda göremeyeceğiniz kadar fazla oluyor. Bunu sadece biz değil, bu konuda örnek olan pek çok şirket söylüyor. Yani iş baştan başlıyor. Bu konuda liderlik etmek çok önemli ve önce yöneticilerin buna inanması ve yaşıyor olması lazım. Elbette bu zaman alacak. Ancak belli bir aşamaya geldikten sonra bu düşüncenin büyümesi ve güçlenmesi giderek daha kolay hale geliyor. Bunun bir yaşam tarzı haline gelmesi gerekiyor. Kritik olan liderlik, zamanlama ve devamlılık. 

 Burada samimiyet en önemli nokta mı?

 Evet tamamen samimi olmak lazım. Şirketleri insanlardan ayırmamak lazım. Şirketler insanlardan oluşan bir topluluk. Ancak ruhu olmayan bir duvar haline geldi. Sonuçta bir şirket binasından ya da fabrikadan içeri girdiğinizde insanlar görürsünüz. Bunun fiziksel olarak bir arada olmanın yanı sıra duygusal tarafı da var. Önemli olan şirketlerin bu duygusal tarafı dikkate alması. Çalışan dediğinizde robotlardan bahsetmiyoruz. Yüreği, kalbi, ruhu olan, insani duyarlılıklarını yaptığı her işin içine koyan bir topluluktan bahsediyoruz. Eğer bu ruhu yaptığımız her işin içine koyarsak o zaman yaptığımız işe bir renk, bir enerji gelir ve artık iş olmaktan çıkarak bir yaşam tarzına dönüşür. Bunlar hep birbiriyle bağlı kavramlar. Chobani’yi ilk başlattığımız zaman burası yıkık bir fabrikaydı, çalışanlar işten çıkarılmıştı. Biz geldik ve burada 4 kişiyle işe başladık. Ben daha önce bu işi yapmadım. Yapan bir tanıdığım da yok. Erzincan’da bir kasabada büyüdüm. Sonra Ankara’ya üniversiteye gittim. Ardından da ABD’ye yerleştim. Yani ne Türkiye’de ne burada bu işle ilgili bir bağlantım yoktu. Bir bilgimin olmamasının da bana faydası oldu. Çünkü kendime örnek alacağım bir yönetici ya da şirket olmadığı için kendi kurallarımı koydum. 

Bu kurallar neler oldu?

 İlk adımım çalışanlarla ilgili oldu. Bütün çalışanları işe aldıktan sonra buraya gelen göçmenleri fark ettim. ABD’ye gelmişler, fabrikanın yakınlarındaki bölgeye yerleşmişler, ancak iş bulamıyorlar. ABD’de bazı konuların üstesinden gelinmiş ancak, göçmenlerin iş bulmasında sorunlar yaşanabiliyor. Göçmenlerin de çalışmasının yolunu açtım. Dil bilmiyorlar, ulaşım için arabaları yok, iş tecrübeleri yok… 4-5 yıl sonra Chobani çalışanlarının yüzde 30’a yakınının 19 ayrı ülkeden geldiğini fark ettik. Bizim başarımızın altındaki en önemli sebeplerden biri farklılıklar. Bu insanlar beraberlerinde enerjilerini, işe aidiyetlerini getirdi. Diğer insanlar da onlardan etkilendi. Hepsinin hayatları müthiş bir şekilde değişti. Çocukları okula gitmeye başladı, yaşadıkları topluma entegre oldular. 

Sizin göçmenler ve mültecilerle ilgili faaliyetleriniz Chobani ile sınırlı değil. Bu amaçla Tent Vakfı’nı da kurdunuz. Tent’ten bahseder misiniz?

 Cenevre’ye gittiğimde göçmenlerin işe alımlarıyla ilgilenen bir kuruluşun olmadığını gördüm. Chobani örneğinden hareketle dünyada şirketler göçmenlere nasıl daha fazla iş sağlayabilir diyerek 2016 yılında Davos’ta çalışmalara başladık. Mülteciler için Tent Ortaklığı’nı da o yıl kurdum. Amacım global iş dünyasını mültecilerle bir araya getirmekti. Chobani’de mültecileri ve göçmenleri işe almaya başladığımda “fikir savunuculuğu” değil, “toplum hizmeti” yapıyordum. Chobani’de öğrendiklerimle diğer şirketleri teşvik etmeye başladım. Bugün Hilton, Pfizer ve Amazon gibi dünyanın dört bir yanından Tent’e katılan 300’ü aşkın şirketle gurur duyuyorum. Halihazırda Tent’e ve hareketimize katılan bu şirketler, mültecilerin yeni toplumlarında iş bulabilmeleri ve başarıya ulaşabilmeleri için harekete geçiyor. Bu deneyim, mülteci krizinin yaşandığı bir dönemde, şirketlerin tek seferlik finansal bağışların çok daha ötesine geçen bir etki yapabileceğini fark etmemi sağladı. Geçtiğimiz yıl, Afganistan’dan ve Ukrayna’dan 120 bin civarında göçmen ABD’ye geldi. Birkaç ay içinde 50 civarında şirket, Tent aracılığıyla 20 binin üzerinde göçmenin işe alımı için taahhütte bulundu. Bunun zincirleme etkisi var. Biz büyük şirketlere gidiyoruz ama bu yaklaşım küçük ve ortak ölçekteki şirketler için de örnek olmaya başlıyor. Şöyle önemli bir gerçek de var: Şirketler toplumsal bilinci etkileyebiliyor. Araştırmalara göre şirket ve CEO’ların güvenilirliği, politikacılardan ve pek çok başka kurumdan yüksek. İnsanlar beğendikleri markalara ya da iş insanlarına daha çok güveniyor. Örneğin şirketler “Türkiye’deki depremzedelere yardım edeceğiz” diye duyurduğunda daha fazla kişi yardım hareketine katılıyor. Ben de artık Chobani olarak sadece yoğurt yapmıyorum. Yoğurt yaparak dünyayı değiştiriyorum, insanlara faydalı olmaya, etrafımı güzelleştirmeye çalışıyorum. 

 Her şirketin tarafını seçmesi ve çözümün bir parçası olması gerektiğini savunuyorsunuz. Bunu yapmayan, dönüşemeyen şirketleri neler bekliyor? 

 İnsanlar ve şirketler, iyi ya da kötü, nasıl davranıyorsa toplum içinde de öyle hatırlanırlar. Pandemi birçok şirketi, en sonunda paydaş kapitalizmi kavramını araştırmaya ve buna göre hareket etmeye zorladı. İşletmeler doğru şeyi yapmaya çalışıyor ama bunun bir “geçici çözüm sağlamaya yönelik” bir yaklaşımdan daha fazlası olmasını sağlamalılar. Bu değişimi gerçekten yapamayan ya da böyle başlamayan şirketlerin pek çoğunun 10 yıl sonra herhangi bir öneminin kalmadığını göreceğiz.


NASIL DÖNÜŞMELİ?


Şirketler toplumsal bilinci etkileyebiliyor.
İş dünyasının hedefi sadece kâr etmek değil daha iyi bir toplum inşa etmek olmalı.
Şirketler, iyilik yapmanın ve iş yapmanın birlikte yürütülebileceğini anlamalı.
İnsanı ilk sıraya koyduğunuzda daha kârlı ve yenilikçi olabilirsiniz.
Düşünce yapısı, “Sosyal, ekonomik ve çevresel anlamda nasıl sürdürülebilir bir katkı sağlarız” sorusuna yanıt verecek şekilde dönüşüyor.
Bu konuda liderlik etmek çok önemli ve önce yöneticilerin buna inanması lazım.
Kritik olan; liderlik, zamanlama ve devamlılık.
Sürdürülebilirliği, zor zamanlarda da önemsiyorsan dönüşümü gerçekleştirmişsin demektir.
Düşünce yapısı buraya evrilen şirketler her konuda daha başarılı oluyor.
Düşünce yapısını bu yönde değiştirmeyen şirketlerin geleceği de yok.



EN GÜÇLÜ DÖNEMİMİZDEYİZ

“BÜYÜKLERİ GEÇMEK ÜZEREYİZ”
Chobani olarak en güçlü dönemimizdeyiz. ABD’de yaşanan mevcut tüketici enflasyonuna rağmen, ürünlerimize olan talep hala güçlü. Biz de kapasitemizi güçlendirmeye odaklanmayı sürdürüyoruz. ABD’de yoğurt 7 milyar dolarlık bir pazar. Burada yaklaşık 12 şirket var. Bunlar 100-150 yıllık çok büyük şirketler ve pazarın yüzde 70’ine sahipler. Biz de yüzde 22-23’üne sahibiz. Yani büyükleri geçmek üzereyiz. Büyük ihtimalle bu yıl içinde geçeriz.

“GENİŞLEME ODAĞIMIZI KORUYACAĞIZ” Son 10-15 yılda herhalde Chobani hem bağımsız kalıp hem onlar gibi büyüyebilen tek örnek. Nielsen verilerine göre 2022 yılını, yoğurt kategorisinde yüzde 20,9, yulaf sütündeyse yüzde 16,3 pazar payıyla tamamladık. En büyük önceliğimiz, yüksek kaliteli, lezzetli ürünlerin herkes için erişilebilir olmasını sağlamak. Bu odağımızı 2023 yılında da aynı şekilde sürdüreceğiz. Her zaman yeni ürün fikirleri ve varyasyonları üzerinde çalışıyoruz. Önümüzdeki beş yıl içinde, modern bir yiyecek ve içecek şirketi olarak genişleme odağımızı koruyacak, sadece marka açısından mantıklı olmakla kalmayıp aynı zamanda tüketicilerimizin ihtiyaç ve taleplerine de cevap veren yeni büyüme fırsatları ve alanlarını incelemeye devam edeceğiz.



ÖZEL SEKTÖRÜN DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜNE İNANIYORUM

“VATANA GERİ VERME PROJEM” 
Ben özel sektörün dönüştürücü gücüne inanıyorum. Hamdi Ulukaya Girişimi, işletmelerin toplumu daha iyiye dönüştürme gücüne sahip olduğu vizyonuyla 2017 yılında başlattığımız bir girişimci destek programı. Anadolu’nun girişimcilik açısından da gücü olduğuna inandığım için bu aynı zamanda vatanıma geri verme projemdir. Bugüne kadar 100 bine yakın başvuru ve eğitimlerimize katılan 300’e yakın genç girişimciyle Türkiye’nin en çok rağbet gören destek programlarından biri oldu.

“DESTEK VERMELİYİZ” Katılımcıların yarısından fazlası kadınlardan oluşuyor. Dört yıldan kısa bir süre içinde girişimlerin yüzde 66’sı ürün ve hizmetlerini küresel pazarlara taşıdı. Bu programın sunacağı daha çok şey var ve yakında detayları paylaşacağız. Türkiye’nin büyük ekonomisi ve güçlü yetenek tabanı, start up ekosistemini, global pazarlara hitap eden tutkulu start up’ların gelişebileceği bir alan haline getiriyor. Bu nedenle başarı hikayelerine destek vermeliyiz. Ekonomik krize rağmen, start up ekosistemi kararlı bir şekilde büyüyor.



ŞİRKETİN SAHİPLİĞİNİ ÇALIŞANLARLA PAYLAŞTIM

BAŞARININ OMURGASI 
2016 yılında şirketin sahipliğini, çalışanlarımın adanmışlığı ve çalışkanlığını takdir etmenin bir yolu olarak, onlarla paylaşmaya karar verdim. Çalışanlarımız başarımızın omurgasını oluşturuyor ve Chobani onlarsız olmazdı. Herkeste “ben buranın hissedarıyım, bir ortağıyım” sorumluluğu var.

“ÇALIŞMA YERİ DEĞİL EV” Bu paha biçilmez. Bu hem benim açımdan hem çalışanlar için çok güzel bir duygu. Burası onlar için artık bir çalışma yeri değil bir ev, bir bağlılık oluyor. Bence şirketler sosyal olarak sorumlu olacaklarsa önce çalışanlarından başlamalı. Bu olmadan Kahramanmaraş’a gidemezsiniz.



“CHOBANI’Yİ ANTİ-CEO KURALLARIYLA KURDUM”

“İNSAN KÂRIN ÖNÜNDE” 
Chobani’yi daha en başından anti- CEO kurallarını izleyerek kurdum. İnsanı kârın önüne koyan işletmeler yaşamları değiştirebilir ve dünyayı bulduklarından daha iyi bir halde bırakabilirler. Erzincan’da büyürken, orada, yaylalarda aşiretlerle ilişkilerde liderliğin önemi çok fazlaydı. Bizde liderler hizmet ederdi. Yani ihtiyacı olanlara, etrafındakilere güven verirdi. Onlar sosyal liderlerdi. Biz böyle büyüdük.

“DUYGUSAL LİDERLİK ÖNEMLİ” Duygusal liderlik çok önemli. Yani insanlarla gerçek bir ilişkide olmalı ve bunu devam ettirmeli. Bunun en önemli noktasıysa güven. CEO’lar olarak daha fazlasına sahip olmamıza gerek yok. Ancak insanlık için daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Bir haksızlık gördüğümüzde sesimizi çıkarmalıyız. Sorunları çözmek için araçlarımız ve kaynaklarımız olduğunda, bunları kullanmalıyız.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz