Dünyanın en eski, tarihi şehirlerinden biri olan İstanbul, bilinen ya da bilinmeyen birçok hazine barındırıyor. İstanbul’u tanımak, ruhunu hissetmek için eski Bizans ve çeşitli kültürlerden kalan t...
Dünyanın en eski, tarihi şehirlerinden biri olan İstanbul, bilinen ya da bilinmeyen birçok hazine barındırıyor. İstanbul’u tanımak, ruhunu hissetmek için eski Bizans ve çeşitli kültürlerden kalan tarihi yapılarını mutlaka görmek gerekiyor. Peki hangilerini? Bu sorunun cevabını Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya sorduk. İşte, bir tarihçi gözüyle İstanbul’a gelen yabancı turistlerin mutlaka görmesi gereken tarihi mekanlar…
1- Ayasofya
Bizans ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisiyle Ayasofya, yaklaşık 1.500 yaşında ve zamanımıza kadar gelebilmiş ender eserlerden biri. Orijinal adı Hagia Sofia olan Türklerin “Ayasofya” dedikleri yapı, İmparator Justinyen tarafından eski bir bazilika kalıntısı üzerine inşa edildi. 532’de yapılmaya başlanan yapı 5 yılda tamamlanarak, 537’de törenlerle açıldı. Dikdörtgen bir mekan olmasına rağmen dev ölçüde bir kubbesi bulunan Ayasofya’nın dış görünüşü zarif değildir. Ancak içi saray gibi görkemlidir. Duvarlar ve tavanlar mermer ve mozaiklerle kaplı, rengarenk bir görünüştedir.
Avlunun içerisindeki müze girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönündeki orijinal kapıdır. Ortadaki imparatorluk kapısının üzerinde bulunan mozaikte, taht üzerinde oturan pantokrator İsa’dan bir imparator şefaat istemektedir. Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel’in portreleri vardır.
1453’te Türklerin İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilen Ayasofya’da, duvarlara asılı deri üzerine yapılmış 7,5 m. çapındaki büyük yuvarlak tablolar dikkat çekicidir. 19’uncu yüzyılın ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafilerde Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılıdır. Mihrap üstü vitraylar, apsis içine yerleştirilmiş cami mihrabı, yanındaki minber ve mevlithanlar balkonu Türk dönemi ekleridir.
Zeminde yer alan, renkli mermer parçalarından yapılmış kare kısım, Bizans imparatorlarının taç giydiği mahaldir. Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur. Hıristiyanların “Aziz Gregorian Sütunu” şeklinde adlandırdıkları sütun, Ayasofya’nın en gözde ziyaret köşelerinden biridir. Parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütunda, ziyaretçiler, deliğe başparmaklarını sokup ellerini saat yönünde çevirerek dilekte bulunur.
İç koridorda görülen büyük bir mozaik panoda ise ortada Meryem Ana ve çocuk İsa, yanlarında ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya maketini sunan Justinyen görünür. Geçtiğimiz günlerde yeni bir keşifle ortaya çıkarılan, kubbeyi taşıyan kuzeydoğu pandantifindeki 6 kanatlı melek tasvirinin yüzü de mutlaka görülmeli.
2- Sultan Ahmet Camii
Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii, İstanbul’a gelen herkes tarafından ziyaret edilmesi gereken bir yerdir. Klasik Türk sanatının bir örneği olan bu cami, orijinal olarak 6 minareyle inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer, tarihi İstanbul’un daha erken yapılmış diğer önemli eserleriyle çevrilidir. İstanbul’un en güzel manzarası denizden görülür. Bu şahane manzarada, Sultan Ahmet Camii’nin silueti de yer alır. “Blue Mosque” olarak da bilinen cami, 1609-1616 arasında inşa edildi. Caminin mimarı Mehmet Ağa, Mimar Sinan’ın öğrencisiydi.
Sultan Ahmet Camii’nin esas girişi, Roma devrinden kalan hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekan yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan, ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden fevkalade bir harmoni ile birbiri üzerine yükselen kubbeler görülür.
İçeriye açılan 3 kapıdan herhangi birinden girildiğinde, dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleriyle karşılaşılır. Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20 bini aşan İznik çinileriyle süslüdür. Yerler halılarla kaplıdır. Ana giriş karşısında yer alan mihrabın yanında şahane oyma işçiliği olan mermer minber yer alır.
Diğer tarafta ise Sultanların locası balkon şeklinde görülür. 260 pencerenin aydınlattığı iç mekanı örten kubbe, 23,5 m. çapında ve 43 metre yüksekliğindedir.
Sultan Ahmet’in tek kubbeli türbesi ve medrese binası kuzeyde, Ayasofya tarafındadır. Minareler klasik Türk üslubunun bir diğer örneğidir. Kubbeler ve minarelerin üstleri kurşunla kaplıdır, bunların uçlarındaki alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmıştır.
3- Kapalı Çarşı
Nuruosmaniye, Mercan ve Beyazıt arasında yer alan Kapalıçarşı, 64 cadde ve sokağı, iki bedesteni, 16 hanı, 22 kapısı ve yaklaşık 3 bin 600 dükkanıyla dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezidir. 45 bin metrekare kapalı alana sahip olan Kapalıçarşı’yı her gün ortalama 400 bin kişi ziyaret eder.
Fatih Sultan Mehmet’in Kapalıçarşı’nın inşaatına başladığı yıl olan 1461, Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak kabul görür. Dünyanın en eski bankalarından biri olan Kapalıçarşı, bugün hala kentin önemli ticaret merkezlerinden biri konumunda.
Kapalıçarşı’nın cadde ve sokakları, o zaman aynı işi yapan insanların toplandığı yerler olduğu için hala kalpakçılar, kuyumcular, aynacılar, fesçiler, yağlıkçılar gibi iş kollarına göre isimler taşır. Fatih’in eski sarayın yanına yaptırdığı bedesten, sonraları eski bedesten, iç bedesten, yahut Cevahir Bedesteni diye anılmaya başlandı.
Bunun ilerisine yapılan yeni bedestene ise o zamanlar bir yolu pamuk, bir yolu ipekle dokunan ve sandal denilen bir nevi kumaş satışından dolayı Sandal Bedesteni ismi verilmişti. Bugün başta kuyumcular olmak üzere antikacılar, mücevherat, halı, deri ve her türlü geleneksel kıyafet satan esnafa ev sahipliği yapan Kapalıçarşı, evlenecek gençlerinde nişan-düğün ihtiyaçlarını almak için ilk uğradıkları adreslerden biridir.
4- Topkapı Sarayı
Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılan Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl devletin idare merkezi oldu. Saray halkının Dolmabahçe, Yıldız ve diğer saraylarda yaşamaya başlamasıyla birlikte boşaltıldı. Ama padişahlar tarafından terk edildikten sonra da önemini hiçbir zaman kaybetmedi. Ramazan ayında padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Mukaddes Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir özen gösterildi.
Bugün Kutsal Emanetler Dairesi olarak ziyarete açık olan bu yapı, padişahların saraydaki özel ikametgahıydı. Fatih Sultan Mehmed döneminde Has Oda olarak yapılmıştı. Padişahlar bu mekanda, şehzadeleri, vezirleri kabul eder, eğlenir ve 17’nci yüzyıl ortalarına kadar burada gecelerdi. Tahta yeni çıkan padişah, cülus töreninden önce Has Oda’da tahta oturur ve ilk tebrikleri kabul ederdi.
Dört bölümden meydana gelen yapının Şadırvanlı giriş sofasında, Tövbe Kapısı Kabe olukları, Kabe anahtarları gibi Kabe’ye ait emanetler, girişin sağındaki Arzhane’de Hz Muhammed’in şahsına ait olan kılıç ve yay, Dendan-ı Saadet, Sakal-ı şerif, Hilye-i Saadet ve İslamiyet’in 4 halifesine ait kılıçlar, Has Oda’da sandukası içinde Hırka-i Saadet ve Sancak-ı Şerif sergileniyor.
Buradaki gümüş taht IV. Murad döneminde 1639’da yaptırılmış. Girişin solundaki Destimal Odası’nda ise Hz. Musa’nın asası, Hz. Yahya’nın rölikleri gibi diğer peygamberlere ait emanetler görülebilir.
Simgesel özelliği nedeniyle sarayın en önemli kapısı Bâb-üs Saade’dir. Divan meydanı ile Enderun okulunun ve padişah dairelerinin yer aldığı III. avluya geçişi sağlayan bu kapı, Birun ile Enderun’un düğüm noktası olması ve culüs, bayram gibi törenlerde padişahın bu kapının önünde oturması nedeniyle sarayda birinci derece önemli bir yerdir.
Sarayda mutlaka görülmesi gereken yerler arasında, dünyaca ünlü Kaçıkçı Elması, Altın Beşik gibi eşyaların sergilendiği Hazine Dairesi, padişah ve ailesinden kadınların yaşadığı Harem Dairesi ile Osmanlı devletinin idare edildiği yer olan Divan-ı Hümayun önde gelir.
5- Arkeoloji Müzesi
Ressam, arkeolog Osman Hamdi Bey’in kurucusu olduğu müze, 13 Haziran 1891’de Müze-i Hümayun ismi ile açılmıştır. İlk Türk müzesi olarak taşıdığı önemin yanı sıra dünyada müze olarak inşa edilmiş az sayıdaki müze binası arasında yer almasıyla da büyük öneme sahiptir. Çeşitli kültürlere ait 1 milyonu aşkın eseriyle dünyanın en büyük müzeleri arasındadır.
Girişin sağ tarafında Antik çağ heykelleri, sol tarafında ise Osman Hamdi Bey hatıra salonu, sonra da Sayda Krallar Nekrapolü’nden bizzat kendisinin kazıp çıkarttığı eserlerin salonları uzanır. İlk üç lahit Sayda kralı Tabnit ailesine aittir. Benzersiz bir Likya lahdi ile Satrap lahdi de buradadır. Sonraki bölümde M.Ö. 4 yüzyıla tarihlendirilen, dünyaca ünlü İskender lahdi ile Ağlayan kadınlar lahdi vardır. Büyük İskender’e ait olduğu sanılan lahitin 4 tarafı, Makedonyalılar ile Persler arasındaki savaş ve av sahnelerini gösteren yüksek kabartmalarla süslenmiştir.
Yan duvarda Assos Athena mabedinin ön yüzü bire bir ölçülerde canlandırılmıştır. İstanbul Çevre Kültürleri Bölümü’nde, Bizans devri eserleri dahil değişik çağlara ait civar buluntu ve tümülüs kazılarında ortaya çıkarılmış eserler sergilenir. Müzenin koleksiyonları arasında Balkanlar’dan Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’dan Arap Yarımadası’na ve Afganistan’a kadar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer alan bölgelerden değişik uygarlıklara ait zengin ve çok önemli eserler bulunur. Akad Kralı Naramsin’ın steli, Kades Antlaşması ve Zincirli heykeli müzenin ünik eserleri arasında yer alır. Müzede ayrıca 75 bin çivi yazılı belgenin korunduğu Tablet Arşivi bulunmaktadır.
6- Pammakaristos Manastırı
Hz. Meryem’e adanan bir manastır olduğu için yabancı turistlerin İstanbul’da görmek isteyecekleri mekanlardan biri olan Fethiye Cami, kubbe ve duvarlarındaki eşsiz mozaik ve resimleriyle de sanatsal bir değer taşıyor.
İstanbul’un Fatih semtinde, Haliç’e bakan bir yamaçta bulunan Fethiye Cami, Bizans döneminde yaptırılan Pammakaristos Manastırı’nın kilisesidir. İstanbul’un fethinden sonra patrikhane olarak kullanılmış, 1590’da İran savaşlarında Gürcistan ve Azerbaycan’ın fethedilmesiyle fethin hatırası olarak camiye dönüştürülmüştür.
Fethiye Cami, camiye dönüştürülürken kilisenin apsis kısmı yıkılarak yerine kıble yönüne uygun bir mihrap yapılmış, bir minare ve medrese inşa ettirilmiştir. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürülmüş, 1955’te Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından içindeki mozaik ve freskler açığa çıkarılmış, sonradan yapılan kemer sökülüp yerine eski haline uygun sütunlar yapılmıştır. Caminin duvarları taş ve tuğla karışımıdır. Dış duvarlarında ve içerideki mozaiklerde Grekçe yazılar göze çarpar.
Bizans döneminde yaptırılan Pammakaristos Manastırı, Hz. Meryem’e adanan bir kiliseydi. Kiliseye bitişik olarak yapılan mezar şapelinde ise Bizans İmparatoru Mikhail Dukas ve eşi Maria’nın mezarları bulunuyor.
7- Kariye Müzesi
Edirnekapı semtinde yer alıyor. Kariye (Khora) sözcüğü, eski Yunanca’da kent dışı, kırsal anlamına gelirdi. Kaynaklarda çok eski bir tarihe ait sur dışında bir şapelden söz edilir. Bu şapelin yerine ilk Khora Kilisesi Iustinianos tarafından yeniden yaptırılmıştır. Bina 11’inci yüzyılda yenilenmiş, her dönem çeşitli mozaik ve fresklerle süslenmiştir.
İstanbul’un fethinden sonra camiye dönüştürülen binadaki mozaikler kapatılmış ancak 1948’den 1958’e kadar Amerikan Bizans Enstitüsü’nün yaptığı çalışmalar sonunda tüm mozaik ve freskler yeniden ortaya çıkarılmıştır.
Kariye’deki mozaik ve freskler, Bizans resim sanatının son dönemine ait en güzel örneklerdir. Bu mozaik ve freskler şaşırtıcı bir benzerlik gösterir. Kubbede İsa ve dilimler içinde İsa’nın ecdadı gösterilmiştir.
8- Tomtom Kaptan Sokağı
Beyoğlu’ndaki Tomtom Kaptan Sokağı’ndan aşağı doğru inmek müthiş bir maceradır. Bu sokak, tarihi binalarıyla dikkat çeken enteresan bir sokaktır. Solda İtalyan Lisesi, karşısında artık yok olmaya yüz tutmuş, bir dönemin ünlü İtalyan Oteli. Lisenin ilerisinde İstanbul’un en eski elçilik binalarından Venedik Sarayı… Çoğu kişinin sadece kalın duvarlarını görebildiği Venedik Sarayı, muhteşem bahçesinin içinde Beyoğlu’nun bütün yangınlarından kurtulmuş olarak 300 yıldır duruyor. Bir yanda İtalyan Lisesi, karşısında İtalyan Oteli, Venedik Sarayı, Gallavani Apartmanı, İtalyan Konsolosluğu ve kilisesiyle adeta küçük bir İtalya gibidir Tomtom Kaptan Sokağı.
Mimar Sinan’ın 2 Önemli Eseri
9- Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi
Sultanahmet Cami ile Küçükayasofya Cami arasındaki Kadırga yokuşunda bulunan Sokollu Mehmed Paşa Cami ve Külliyesi, Bizans zamanında Aya Anastasia Kilisesi’nin bulunduğu eğimli arsa üzerine tek minareli ve tek kubbeli olarak inşa edilmiştir. Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa adına 1571’de karısı tarafından yaptırılan külliyenin mimarı Osmanlı mimarisine damgasını vuran Sinan’dır.
Oymalı mihrap ve minber, dönemin mermer işçiliğinin güzel örneklerindendir. Özellikle minber külahının çini kaplamaları ve mihrabın iki yanındaki çini panolar, görsel bütünlüğe ayrı bir lezzet katar. Mihrap çevresinde insan boyundan büyük iki mum ve mihrap üzerinde hat sanatlı çini süsleme boydan boya kaplıdır. Caminin ses ve aydınlatma sistemi mükemmeldir.
10- Rüstem Paşa Cami
Eminönü Hasırcılar Çarşısı’nda bulunan cami, İstanbul’un siluetini oluşturan en önemli yapılardan biridir. Yüksek bir platform üzerine oturtulmuştur ve kıyı siluetine egemen bir konumda, Hacı Halil Mescidi’nin yerine inşa edilmiştir. Caminin bulunduğu yer Roma döneminden bugüne şehrin en işlek mekanlarındandır.
1561 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı olan Sadrazam Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan camiye, iki yandaki döner merdivenlerle ulaşılır. Rüstem Paşa Cami, Osmanlı mimari tarihinde olağanüstü güzellikteki çini kaplamalarıyla tanınır. Türkiye’nin en zengin çini koleksiyonu bu caminin duvarlarında yer alır.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?