Alev Göçmez / Abank Genel Müdürü ABank Genel Müdürü Alev Göçmez, yeni dönemde bankacılığın farklı bir yapıya bürüneceğini söylüyor. Hızlı büyümeyi öngören, “Universal” bankacılığın ortadan kalkac...
Alev Göçmez / Abank Genel Müdürü
ABank Genel Müdürü Alev Göçmez, yeni dönemde bankacılığın farklı bir yapıya bürüneceğini söylüyor. Hızlı büyümeyi öngören, “Universal” bankacılığın ortadan kalkacağını, “ihtisas”a yönelenlerin başarısının artacağnı söylüyor. Kendi hedeflerini de, ihtisas bankaları arasında ilk 3 olarak belirtiliyor ve ardından gelişme stratejisini açıklıyor: “Yeni birtakım nişler yaratacağız. Kendimize yeni uzmanlık sahaları yaratacağız.”
Anadolu Grubu bünyesinde faaliyet gösteren ABank, istikrarlı büyüme çizgisiyle dikkat çekiyor. Bankanın genel müdürü Alev Göçmez de 7 yıldır bu görevi yürütüyor. Bir diğer değişle Alev Göçmez, şu anda sektörde en uzun süreli genel müdür sıfatını taşıyor.
Göçmez’in verdiği bilgiye göre, ABank, 7 yıllık süreçte 180 milyon dolarlık aktif toplamından 1 milyar dolarlık düzeye geldi. Göçmez, istikrarlı büyüme çizgisinin devam edeceğini söylüyor. Önümüzdeki dönemle ilgili bankayla ilgili net rakamlar vermek yerine, belirlenmiş hedefler ve stratejiler üzerinde konuşmayı tercih ediyor. Hedef de, önümüzde 3-5 yıllık dönemde sektördeki 15-20 ihtisas bankası arasında, faaliyet alanları itibariyle ilk 3 bankadan biri olmak.
Göçmez, ABank olarak yabancı ortaklık konusuna kapalı olmadıklarını ifade ediyor. Bunun için de Anadolu Grubu’nun içecek, otomotiv ve kırtasiye sektöründeki yabancı ortaklıklarıyla olan uyumunu örnek olarak veriyor.
Alev Göçmez, Capital’in bu sayısına konuk oldu ve gerek bankasının stratejileri, son dönemde bir hayli eleştiri alan, zorlanan bankacılık sektörüyle ilgili soruları yanıtladı.
ABank, 2000 yılında nasıl bir performans gösterdi?
2000 yılına, enflasyonun düşürüleceğine yönelik bir programla girildi. Biz de bütçe ve planımızı o doğrultuda yapmıştık.
Enflasyonun düştüğü ortamda marjların daralması ile bunu kompanse edecek olan birtakım gelirlerin devreye girmesi gerektiğinin bilincindeydik. O nedenle, zaten birkaç yıldır üzerinde çalıştığımız birtakım projeler vardı. Biz “Maliyet Etkin Kaliteli Büyüme” diye bir strateji belirledik. Buna yönelik olarak müşteriye en kaliteli hizmeti, maliyet etkin vermek için teknoloji yatırımlarını tamamlamak, alternatif dağıtım kanalları üzerinden müşteriye seri ve kolay hizmet vermek gibi konularda çalışmalarımız vardı.
Mevcut teknolojik altyapımız bizi bugüne kadar getirmişti. Ama bundan sonra, özellikle bireysel bankacılıkta olduğumuz yerlerden daha ileriye gidebilmek için gereken bir takım becerileri sağlayamıyordu. Onları sağlayacak bir altyapıya konuşmamız gerekiyordu. Bunu da 2000 yıl sonu itibariyle bitirmiş oluyoruz.
İnsan tarafında ise ciddi çalışmalarımız oldu. İSO 9001 kalite belgesiyle çalışmalarımızı tamamladık. Yine mali etkinlik tarafında; iş süreçleri olsun, teknolojik altyapı olsun, bize ciddi bir rekabet avantajı sağlayacak noktaya geldik diye düşünüyorum.
Müşteri tarafında ise kurumsal müşteri tabanımızı 2 bin 500’e getirdik. Bireysel müşteri bazımızı ise 60 bin gibi bir seviyeye ulaştırdık. Bu belki, çok büyük bir rakam değil ama altyapı çalışmalarının bitmesiyle birkaç yıl içerisinde çok daha üst seviyelere gelebilecek bazı vermiş oldu.
Birtakım hatalarımızı öğrendik, eksikliklerimizi giderdik. Ürün bazında ise yine birtakım ürünleri piyasaya soktuk. Örneğin, ilk orta vadeli konut kredilerini başlatan banka biz olduk. Taşıt kredilerinde ön gelen bankalardan birisi haline geldik. Markalı kredi kartları konusunda başarılı uygulamalarımız oldu.
Bunlara baktığımızda 2000 yılı yapılan işler açısından Abank’ın hedeflerine ulaştığı bir yıl oldu. Mali büyüklüklere bakıldığında da orada da dengeli bir büyüme var.
Zaten siz de agresif büyümeyi tercih etmiyorsunuz...
Evet, bugünden yarına bankayı 2-3’e katlayalım diye bir düşüncemiz olmadı. Bunun, özellikle değişken, volatil bir ortamda, bankacılık gibi çok hassas, dengelerin korunması gereken bir sektörde doğru olmadığı kanaatindeyiz. O nedenle gelişmemizi titiz bir şekilde, kredi kalitemizi, kredi süreçlerini bozmadan ve gereksiz mali riskler almadan yürüttük. Bunun da sonucu bilançomuz açıklandığında görülecek.
Belki karlılık olarak, geçtiğimiz yıl göstermiş olduğumuz çok başarılı performansa şahit olmadık. Zaten bu yıl kriz ortamından sonra böyle bir şey beklenmesi de doğru bir şey değil. Ama yine bize uygun bir sonuç alabileceğimizi düşünüyorum. Bir kere banka, böyle bir kriz ortamına çok likit bir şekilde girdi. Bu da yüksek faiz ortamında doğal olarak sonuçlarımıza olumlu olarak yansıyor.
Yaşanan kriz, 2001 yılı hedef ve stratejilerinize nasıl bir revizyon yarattı?
Bütün bütçeyi yeniden ele almak zorundayız. Açıkçası, bu yılı bitirecek ve ocak ayında yeniden yapacağız. Sadece biz değil, birçok kurum böyle yapmak durumunda kaldı. Doğal olarak birtakım değişiklikler olacak. Bir kere makro bazda, görünen o ki 2001 yılında hedeflenen yüzde 4-5 büyüme, maalesef daha düşük seyredecek. Belki büyüme olmayabilir de.
Bununla beraber faizler yükseldi. Reel sektöre bunun getirdiği yansımalar olacak. Sermayesi, öz kaynakları yeterli olmayan kuruluşlarda birtakım sıkıntılar yaşanabilir. Mali sektörün içerisinde olduğu birtakım sıkıntıların yansımaları olabilir. Özellikle ilk 3 ayın oldukça sıkıntılı geçeceğini düşünüyoruz. Bunun için hep beraber temkinli olmamız gerekiyor.
Sadece bir banka olarak değil, tüm işletmeler olarak çok daha dikkatli, likit, öncelikle eldekini koruyup, ondan sonra birtakım işleri geliştirmek, daha da büyümek şeklinde düşünülmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Ama her kriz, birtakım tehditler, tehlikeler getirdiği gibi fırsatlar da getirir. Bu süreci iyi yönetebilen kurum ve kuruluşlar, tabii ki diğerlerin önüne geçeceklerdir diye düşünüyoruz. Bu disiplin ve anlayış içerisinde planlarımızı yeni baştan gözden geçiriyoruz.
2000 yılında konut ve oto kredilerine ağırlık verdiniz, 60 bin bireysel müşteri tabanınıza ulaştınız. Bireysel, kurumsal bankacılıkla ilgili hedef ve stratejilerinizde nasıl bir değişiklik olacak?
Bir bankacı, krediyi verirken birkaç unsuru göz önüne almalı. Bunlar kredi riski, fonlama ve fonlamanın fiyatı. Bu üçü de birbirini ilgilendiren konular.
Türkiye, bir likidite krizinden geçiyor. Bu likidite krizinin neden olduğunu biliyoruz. Bu belli bir süre, yani 2001’in ilk 3 ayında sürecek gibi görünüyor.
İkinci taraf ise faizler. Fon arz-talep dengesi daha yukarıda oluşunca, faizler de yine yüksek olacak. Faizlerin yüksek olması, doğal olarak kredi riskinin de yüksek olması anlamına geliyor. Bütün bu faktörler birleştiği zaman, bankaların daha tutucu davranmak zorunda kalacağı bir gerçek. Bu da tabii reel sektöre yansıyacak. Çünkü reel sektörün kredilerinde birtakım kısıtlamalar olacak.
İkincisi, tüketici kredilerinin daha kısıtlı verilmesinden dolayı, oradan gelen talep kesileceğinden bir etki olacak. O nedenle, reel sektördeki kuruluşlarının bu durumu göz önüne alarak faaliyetlerini, mali bünyelerini gözden geçirmelerinde fayda görüyorum.
Geçtiğimiz dönemde, düşük faizli kredi alanlar, bunun avantajını mı kullanıyor?
Şimdilik öyle görünüyor. Türkiye’de uzun vadeli fonların olmadığı bir gerçek. Burada orta ve uzun vadeli kredilere girerken, hiçbir banka çok aşırıya kaçmadı. Belirli bir miktarda, dengeli olarak bu tür kredilere girdiler. Çünkü, bunun getirdiği ciddi bir fonlama ve faiz riski olduğu açıktı. Ama, bunu yaparken de uzun vadeli görüş ve güven düşüncesiyle böyle bir şeye kalkıştılar. Çünkü, bundan sonra enflasyon programının başarılı olması halinde, bu piyasaların açılmasının kaçınılmaz olduğu ve açıldığı zaman da alınacak önde bir pozisyonun ciddi bir rekabet ortamında avantaj oluşacağı düşüncesiyle buna girildi. Ama tabii dengeli bir şekilde yapılmış olması gerekiyordu ki, bizim özelimizde öyledir.
Bu ortamda yüksek faizlerin devam edeceği düşünülürse, bu tür kredileri almış olan kişiler, bir avantaj sağlamış oldukları düşünülebilir. Ama bunu söylemek için henüz erken.
Orta ve uzun vadeli kredilerde “acele ettik” düşüncesi oluştu mu?
Böyle öyle düşünmüyorum. Şundan dolayı düşünmüyorum; Bir kere maalesef Türkiye’nin gerçeği bu. Bir kuruluş iş yapacaksa, faaliyet gösterecekse, bu tür pozisyonlar almak zorunda. Bizim aldığım bir tek pozisyon da bu değil. Sonuçta birtakım değişik pozisyonlar da alındı. Bu pozisyonların bazılarından kar ediyor, bazılarından zarar ediyoruz.
Önemli olan alınmış pozisyonların dozunu kaçırmamak, aşırıya kaçmamak. Çünkü, bunu yaptığınız taktirde piyasa terse döndüğü zaman veya beklediğiniz varsayımlardan biri veya birkaçında yanlış yaptığınızda bunun maliyeti çok yüksek olabilir. Zaman zaman bankayı da zor durumda bırakabilir. Önemli olan bu pozisyonları sürdürülebilir düzeyde tutabilmek.
ABank, bugüne kadar istikrarlı büyümeyi tercih etti. Bundan sonra ne olacak? Yine istikrarlı büyümeye mi gideceksiniz, yoksa birleşmelerle hızlı büyüme mi olacak?
Bizim düşüncemiz, piyasada birkaç tane kitlesel bankacılık yapan büyük bankanın olacağı ve onlardan da 1-2 tanesinin yabancı kontrolünde olacağı yönünde. Zaten piyasadaki pazarlıkları biliyorsunuz. Bunun dışında da bir konsolidasyon olacak.
Bunun sonucunda belki, 15-20 tane ihtisas bankacılığı yapan kuruluş kalacak. Bunun arasının olmayacağı kanaatindeyim. İkisinin arasındaki saha fizibıl bir saha olmayacak. Kitlesel bankacılık yapacaksanız, oraya gideceksiniz. Ya da ihtisas bankacılığı yapacaksanız.
Bugüne kadar Türkiye’deki bankacılığın gelişmesi sonucu universal bankacılık yapan bir sürü banka var. Artık buradan uzaklaşacağız. Universal bankacılık yapan bankalar da, yüksek enflasyon ortamında büyüyebiliyorlar. Bütün bu şubeleşme ve iş modelleri, bunun üzerine kurulmuştu. Fondaki bankaların çoğunda da bunun yansımalarını görüyoruz.
Bugün artık bizim stratejik gidiş noktamızın, önümüzdeki 3-5 yılı konuşuyorsak, kitlesel bankacılık değil, ihtisas bankacılığı şeklinde olabileceğini düşünüyoruz. Bunun için çok yaygın şube ağlarına gerek yok. Onun için pek ilgimiz yok.
Ama bizim için yanlış olan, bir şey başkası için doğru olabilir. Kitlesel banka olmak düşüncesinde olan bir kurum, bunlardan birini bünyesine katıp çok daha iyi bir kitlesel banka olma yönünde gelişebilir. Bu onun stratejisidir. Ama bizim için bunu gerek görmüyor ve doğru bulmuyoruz.
Var olan çizgiye devam mı edeceksiniz?
İstikrarlı büyüme çizgisine devam edeceğiz ama bunu yalnızca bugüne kadar yapılan şekilde yürüteceğiz demek doğru olmaz. Tabii ki istikrarlı büyüyeceğiz. Çünkü, bankacılık bunu gerektiriyor. Ama sadece bugüne kadar yaptığımızı yapacağız diye bir şey yok. Dünya hızlı değişiyor.
Daha hızlı mı büyüyeceksiniz?
Şöyle söyleyeyim; ben bankaya geldiğimde 7 yıl önce, 180 milyon dolar civarında bir bilanço büyüklüğü vardı. Şu anda 1 milyar doları geçen bir bilanço büyüklüğüne ulaştık. Dünya standartlarını bırakın, Türkiye standartlarında orta ölçekli bir bankayız. Bunu da daha da geliştirmek istiyoruz. Zaten, kaliteli büyüme derken onu kast ediyorum. Ama burada en önemli şey, teknoloji altyapısı. Teknoloji altyapısı bu yıl sonu itibariyle bitirilmiş oluyor, ondan sonra biz daha rahat, bireysel tarafta daha geniş müşteri kitlesine, daha tempolu bir şekilde gitme imkanımız olabilecek.
İkincisi, fona devredilen ve belirli sıkıntılara girmiş olan birtakım bankaların yarattığı bir boşluk var, doldurulması gereken bir ihtiyaç var. Onun getirdiği boşluğu da doldurulması gerekiyor. Bunun da getireceği fırsatı değerlendirirken, daha bir tempo kazanacağız. Ama bizim çok telaş içerisinde, hızlı büyüme düşüncemiz yok. Büyümeyi, bankacılık prensiplerini, ciddiyetimizi bozmadan yapacağız.
Bu arada, tabii ki dünyada birtakım gelişmeler var. Teknolojik gelişmeler bunlardan bir tanesi. Buradan faydalanacağız. Yeni birtakım nişler yaratacağız. Kendimize yeni uzmanlık sahaları yaratacağız. Bu uzmanlık sahalarını yaratırken müşteriye yaklaşımımızda güç sağlayacağına inandığımız ürün ortaklıkları, proje ortaklıkları veya genel ortaklıklar olursa tabii ekonomi mantığı çerçevesinde bunları da değerlendirmeye açık olacağız.
Hangi alanda ihtisaslaşmaya gideceksiniz?
Bizim sadece kurumsal veya bireysel diye seçtiğimiz bir saha yok ama belirlediğimiz alanlar var. Onlardan bir tanesi olarak, ilişki yönetimi tarafında güçlü olan bir banka olacağımızı düşünüyorum. Kitlesel büyük bankalara kıyasla burada büyük bir rekabet avantajı sağlayacağımıza inanıyoruz. Gerek altyapımız, gerek teknoloji yapımız bunu destekleyecek nitelikte.
Bunun yanı sıra, ilişki odaklı çözüm paketleri sunmayı düşünüyoruz. İlişki odaklı çözüm paketlerini kime sunacağız? Tabii ki herkese sunmayacağız. Her kime sunuyorsak ve neyi sunuyorsak, o konuda da ilk 3 bankadan biri olma gibi bir düşüncemiz var.
Belirli alanlarda grubumuzun da getirdiği belirli güçler, avantajlar var. Onları da değerlendirerek bu sahada rekabetin kolay kolay tekrar edilemeyeceği, taklit edemeyeceği bir takım iş yaratma, proje geliştirme düşüncelerimiz var.
Birleşme, satın almalardan bahsediliyor. ABank, bu sürecin ne kadar içerisinde veya dışında olacak?
Bugün artık dünyada çok başarılı büyük kuruluşlar bu yola giriyorlar. Banker Trust’ın Deutsche Bank’la, JP Morgan’ın Chase ile birleştiği dönemde, gözümüzü bu tip gelişmelere kapatmak yanlış olur.
Tabii ki biz stratejilerimiz çerçevesinde bize rekabet avantajı sağlayacağını düşündüğümüz bu tür düşünce ve yaklaşımlara açık olacağız. Grubumuz da bu konuda gayet deneyimli. Coca Cola, Isuzu, Honda, Faber Castel ile yabancı ortaklıkları başarıyla yürüten bir grup. Sadece yabancılarla değil, genel olarak ortaklıkları başarıyla yürüten bir grup.
Önümüzdeki 3-5 yıl içerisinde nasıl bir ABank göreceğiz?
Bir kere konvansiyonel ölçülerde baktığımızda, yine çok yaygın şube ağı olan bir banka olmayacak. 40-50 şube civarında oluruz diye düşünüyorum. Kurumsal bankacılıktaki bugün 2 bin 500 olan müşteri bazımız 4-5 bin civarına gelir.
Bireysel bankacılıkta ise belki milyonlar değil ama milyona yaklaşan bir müşteri bazıyla çalışırız diye öngörüyoruz. Tabii bunun içerisinde küçük işletmeler de var. Sektörde ihtisas bankası olarak, 15-20 kuruluş olacaksa, onların içerisinde seçtiğimiz alanlarda ilk 3 bankadan birisi olarak sürekli olarak yeni ürünler, yeni fikirler, yeni çözüm paketleri sunan bir kurum şeklinde kendimizi farklılaştıracağız.
Teknoloji altyapısıyla günümüz yeni ekonomi diye tabir edilen teknoloji ağırlıklı dünyasında güçlü bir oyuncu olarak değişik kanallarla, yaklaşımlarla müşterisine mükemmel hizmet götüren finans grubu olarak göreceğiz.
Sanayi-ticaret kesiminde bankacılara karşı çok büyük tepki var. Bankacılar da müşterilerine karşı açıklama yapmıyor. Bu suçlamalara karşı ne söyleyeceksiniz?
Bir kere şunu söylemek gerekiyor; bankacılık, hep beraber sahip çıkmamız gereken bir sektör. Bir bakış açısı ile bankacılık, tasarruf sahipleriyle yatırımcılar arasında bir köprü gibi. Ancak, oturmuş olduğu platform sallandığı, denge bozulduğu zaman, köprü de işlevini sağlıklı bir şekilde yerine getiremiyor. Son olaya baktığımızda da bankacılıktan ortaya çıkan bir kriz olmadı.
Yani, 3-5 bankanın birbiriyle atışmasından, tartışmasından da ortaya çıkmadı. Bunun altında temel makro ekonomik birtakım önlemlerin alınmasında, yürürlüğe sokulmasında yaşanan gecikmeler, bunların dış kreditörler ve sermaye piyasaları tarafından algılanmasındaki tedirginlik, güven kaybı yer alıyor.
Böyle bir kriz oluştuğu zaman, risk primi artıyor. Risk primi artınca, fonlama ortadan kalkıyor veya pahalılaşıyor. Bir bankanın bilançosunun pasifi gerek miktar olarak, gerek maliyet olarak etkilendiği zaman, dönüp bunu yansıtmaması düşünülemez. Aksi takdirde zaten bilançosunu dengeleyemez ve batar. Bu nedenle bankalar, kendilerine yansımış olan fon kaybını ve fiyat yükselişini, kaçınılmaz olarak bir şekilde reel sektöre yansıtmak zorunda kalırlar.
Gönül ister ki, bu tür ortam oluşmasın ve faizler süratli bir şekilde aşağı insin. Biz de buna destek vererek, hatta zaman zaman yaptığımız gibi, piyasa riskleri alarak bu piyasaları açalım. Ama bunlar belirli ölçüde olabilir. Belirli bir noktadan sonra, tüketici kredilerinde olsun, diğer kredilerde olsun belirli bir noktadan sonra bunu yapmak zorlaşıyor.
Zaman zaman bankalar, piyasa riskleri alarak, kurumsal ve bireysel müşterilerini finanse ediyorlar. O piyasa riski, belirli bir yere kadar alınabilir. Ondan sonra onun sınırı gelir ve o sınırda artık bunu yapamaz. Özellikle bu tür kriz ortamlarında bu tür piyasa riski alma imkanı bankaların çok daha aşağı iner... Böyle olunca da eski sübvansyon mekanizmaları ortadan kalkar. Bugün bankalar arası piyasalarda likiditenin fiyatı yüzde 1000’lerin üzerine çıktığı piyasalarda doğal olarak fiyatı gecelik olarak belirlenen kredilerin faizlerinin eskiden başladığı, bir şey olmamış gibi yüzde 30-40’larda bırakılması düşünülemezdi.
“YABANCILARIN PAYI YÜZDE 50’YE ÇIKACAK”
Yabancı bankaların, büyüklerden 1-2’sinin etkin olacağını söylediniz. Bu durum, Türk bankalarını nasıl bir yola zorlayacak?
Yabancı bankalar, gelişmekte olan ülkelerde çok güçlü oyuncular haline gelebiliyorlar. O nedenle tabii ki kitlesel bankacılık yapan veya niş yabancı oyuncular da olacak. Bulundukları sahada, direkt rakiplerini ciddi bir şekilde zorlayacaklar. Çünkü, her şeyden önce teknoloji olarak birtakım üstün oldukları sahalara girecekler.
İkincisi, sermaye bazında yerli rakiplere göre çok daha üstün bir güce sahip olacaklar. Bugün için Türkiye’de bulunan ve faaliyetlerini geliştirmeyi düşündüğünü bildiğimiz yabancı bankaların, dünyada milyarlarca dolarlık sermayeye sahip olduklarını biliyoruz. Bunların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli deneyimleri var. Bu deneyimleri Türkiye’ye aktardıkları zaman, tabii ki önemli rekabet avantajı yaratacaktır. Bu nedenle benim kanaatim önümüzdeki 3-5 yıllık bir süre içerisinde bugün için bankacılık sektöründeki payı yüzde 10’un altında olan yabancı bankaların payının yüzde 50’lere kadar çıkması.
“KRİZ YAŞANMASI KAÇINILMAZDI”
Bankaların yüzde 30-35 aralığındaki faizlerle alınan bono ve tahvillerin faizleri yüzde 70-80’lere geldi; bankaların büyük bir zararı oluştu. Bu zararlar, birleşme ve satın alma sürecini kısaltacak mı?
Genelde enflasyonist ortamdan, enflasyonun düştüğü ortama geçerken bu yaşadığımız tarz bir süreçten geçiliyor. Bu çok tipik. İlk başlangıçta, yüksek faizlerin olduğu bir ortamda, bankalar çok daha rahat bir şekilde, etkin olmayan bir şekilde büyüyorlar, şube ağları oluşturuyorlar, kadrolar şişiyor, yüksek marjların kaldırabileceği bir yapılaşmaya gidiliyor. Fakat, enflasyonun aşağı inmesiyle birlikte, marjların daralmasıyla bu kez hacimler yaratarak aynı karlılık sürdürülmeye çalışılıyor.
İşte burada hatalar yapılabiliyor. Kredi hataları da olabiliyor, bazı durumlarda da mali piyasalarda alınan hatalar oluyor. Bizim sektörümüzde bu ikisini de görmek mümkün. Ve bir yerde bu kriz olarak ortaya çıkıyor. Çoğunlukla da bir likidite krizi olarak ortaya çıkıyor. Ondan sonra ne oluyor? Enflasyonun yüksek olduğu dönemde yanlış yapılanmaya giden bazı kuruluşlar, yanlış risk almış olan kuruluşlar, sıkıntıya girip ortadan kalkıyorlar veya daha sağlıklı bankalar tarafından devir alınıyorlar. Böyle bir konsolidasyon oluşuyor. Bu noktada da yabancı bankalar da devreye giriyor.
Güney Amerika’da, Arjantin, Meksika, Brezilya’da bunun örneklerini görmek mümkün. Bizim vakamızda da bu özellikleri görmek mümkün. Fakat bu kadar süratli olacağını beklemiyorduk, ama olması da kaçınılmazdı.
2001’de yabancıların daha etkin olduğu, yerli bankaların kendi aralarında birleşmeye doğru gidişlerini görecek miyiz?
Evet, bence göreceğiz. Zaten basında da izlediğimiz gibi, sürmekte olan görüşmeler var. Belki de fondaki bankalarla ilgili sorunun çözümlenmesi gerekiyor. Yine bu ihtiyacı kendiliğinden görecek ve harekete geçecek kuruluşlar olacağını düşünüyorum.
“İLK 3 AY İYİ DEĞERLENDİRİLMELİ”
İlk çeyreğe kadar siz faizlerde hızlı bir düşüş beklemiyorsunuz. Neden böyle düşünüyorsunuz?
Kanaatim şu; biz, yabancı yatırımcılar, herkes ilk 3 ayda hükümetin vermiş olduğu birtakım sözlere bakacak.
Bir kere kamu bankaları ve fona devredilmiş olan bankaların sistem üzerinde önemli bir yükü var. Bunun süratle ortadan kaldırılması gerekiyor. Bir kere bu bankaların durumu kendi başına bir fon talebi oluşturuyor.
İkincisi, piyasadaki faiz oranlarını ve koşullarını dezavantajlı bir duruma getiriyor. Dolayısıyla bu yükün kalkması gerekiyor. Bu yük kalkmadıkça ve özelleştirmeden dolayı, hükümetin kararlı tutumu bir kez daha ispatlanmadıkça, piyasanın rahatlaması ve risk priminin düşmesi beklenemez. O nedenle mart-nisan aylarına kadar olan dönemin çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Ondan sonra bu güven kendiliğinden yavaş yavaş oluşur ve faizlerin tedricen düşmesi beklenebilir.
“SİGORTACILIĞA YABANCI ORTAKLA GİRECEĞİZ”
Diğer bankalar, leasing, factoring, aracı kurum, sigorta şirketi gibi halkalar oluşturdu. Sizde ise aracı kurum ve leasing şirketiyle kaldınız. Halkalar tamamlanacak mı, yoksa bunlarla mı yetineceksiniz?
Sigorta, ilginç bir halka oluyor. Sigortacılık ve bankacılığı birbirini tamamlayan taraflar var ama farklı konular. Bu nedenle “Bizim de bir sigorta şirketimiz olsun, açalım bir tane” anlayışında olmadık ve henüz bu işe girmedik. Zaten zor bir konu ve Türkiye’de birtakım sıkıntıları olan bir konu. O nedenle aceleyle bu alana girmek istemedik. Giren birtakım kuruluşların sıkıntıya girdiklerini biliyoruz, görüyoruz.
Bizim düşüncemiz mutlaka, bu alanda kendini geliştirmiş, iyi olan, dünyada önde gelen kuruluşlardan birisiyle bir ortaklık kurmak. Bu yönde bazı temaslarımız, görüşmelerimiz de oldu. Ama şu anda somut olarak sonuçlanmış bir şey henüz yok. Ama bu konudaki düşüncemiz, “Evet, ilgileniyoruz.” Elementer olduğu gibi daha fazla hayat sigortacılığı tarafında olmak istiyoruz. Çünkü, gelişeceğine inandığımız bir konu. Bunun yaparken de önde gelen bir uluslar arası kuruluşla ortaklık içerisinde düşünüyoruz. Onun için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?