Saatleri geriye almak

"Bizi sınırlayan fiziksel durumumuz değildir. Daha çok sınırlarımızla ilgili akıl setimizdir."

15.11.2014 23:35:210
Paylaş Tweet Paylaş
Saatleri geriye almak
Gün ışığından tasarruf etme döneminin bitmesine az kaldı. Hepimiz saatlerimizi 1 saat geriye alacağız. Bu bizim günümüze başlarken ortalığın daha aydınlık olması ve havanın daha erken kararması anlamına geliyor.

Peki ya saatleri 20 veya 25 yıl geriye alabilseydik ne olurdu? Bu aslında Ellen Langer adındaki araştırmacının 30 yıldan uzun bir süre boyunca incelediği bir soruydu. Harvard Üniversitesi’nde bir psikoloji profesörü olan bu kadın o soruyu şu şekilde sormuştu: “Eğer saatleri psikolojik olarak geriye alabilirsek onu aynı zamanda fiziksel olarak da geriye almış olur muyuz?"

*“Saat yönünün tersine" adlı kitabında Langer bu soruya şöyle cevap veriyor: “Zihnimizi imkansızları kabullenmek yerine olası olanlara açarak hangi yaşta olursak olalım daha sağlıklı olabiliriz."

Langer ve öğrencileri, 1979 yılında saatleri psikolojik olarak geriye almanın insanların fiziksel durumları üzerinde ne gibi etkileri olduğunu incelemek için bir araştırma yaptı. Onlar 1959 yılının dünyasını yeniden yaratmışlar ve süjelerden sanki 20 yıl öncesindeymişler gibi yaşamalarını istemişlerdi.

Bu ekip aldığı sonuçları ölçmek için yaşla ilgili biyolojik göstergeler hakkında geriatri uzmanlarına danışmıştı. Ama hiç gerek yoktu. Anlaşılıyordu ki bir insanın kronolojik yaşı bilinmeksizin bilim o insanın kaç yaşında olduğunu tam olarak saptayamıyordu.

Dolayısıyla bu araştırmacılar ekibinin bu araştırma için kendi ölçümlerini kendileri yaratmaları gerekiyordu. Bunların içinde fiziksel ölçümler, kağıt/kalem testleri, gözlüklü ve gözlüksüz yapılan görsel testler, kağıt/kalemli hız ve doğruluk testleri, potansiyel fiziksel değişiklikleri kıyaslamak için fotoğraflar venihayetinde bir de psikolojik anlamda kendini değerlendirme testi vardı.

Bu işin lojistiği oldukça karmaşıktı ve sonunda 70’li yaşların sonlarında veya seksenlerinin başlarında erkekleri kullanmaya karar verdiler. Nihai katılımcıları seçmek için ise tek tek mülakatlar yapılmıştı. Bu mülakatlarda insanların bazıları eskiden uğraştıkları faaliyetlerin hepsini sayıp dökmüşler ve ardından artık yemeklerin lezzetli gelmediğini, yaptıkları faaliyetlerin seviyesinin düştüğünü ve hayatın tadının kaçtığı yıllara doğru nasıl geldiklerini anlatmışlardı.

Burada en önemli iş fiziksel ortamı doğru bir şekilde hazırlamaktı. Sonunda eski bir manastır keşfettiler. Plana göre “1959 yılı dünyasının" bir replikası çıkarılacaktı.

Deneklere yanlarında 1959 yılından sonrasına ait gazeteler, dergiler, kitaplar veya aile resimleri getirmemeleri ve kendilerinin 1959 yılına ait fotoğraflarını göndermeleri söylenmişti. Bu ortama 1959 veya daha önceki yıllara ait mobilyalar, TV’ler, dergiler, gazeteler ve arabalar dahil edilmişti.

Sonuçta bu araştırmacılar hikayeleri, müziği ve yiyecekleriyle tam anlamıyla o yıla ait “1959 yılının bir haftası"nı yaratmışlardı. Verdikleri talimat ise şöyleydi: “Biz burada sanki 1959 yılındaymışız gibi yaşayacağız. 1959 Eylül’ünden sonrasına ait olan herhangi bir olay hakkında asla konuşulmayacak. Bütün sohbetlerinizde 1959 yılında kalmak için birbirinize yardım etmelisiniz".

Bir hafta boyunca bu denekler çeşitli faaliyetler ve “geçen yıl" ile “ABD’nin ilk uydusu" gibi “güncel olaylar" hakkında konuşmak için bir araya gelmişlerdi. Siyah-beyaz televizyonlarda Sgt. Blko ve Ed Sullivan ile o döneme ait diğer programları izlemişlerdi. 1959 yılının müziği çalınıyordu ve ortalıkta okumak ve tartışmak için sadece 1959 yılına ait gazeteler vardı.

Bir haftalık bu inziva dönemi bittikten sonra katılımcılar tekrar teste tabi tutulmuşlardı ve işte alınan sonuçlardan bazıları:

?    İşitme artışı ve hafıza iyileşmesi.

?    Ortalama bir buçuk kilo artışı.

?    Kavrayış gücünde dikkate değer artış.

?    Eklem esnekliğinde ve parmak uzunluğunda (kireçlenmeler o derece azalmıştı ki artık parmaklarını tam olarak açabiliyorlardı) iyileşme,

?    Zeka testlerinde yüzde 63’ünün puanı artmıştı.

?    Boy, kilo, yürüyüş ve genel görünüm düzelmişti.

?    Bu araştırmadan habersiz insanlardan araştırmadan önceki ve sonraki fotoğrafları kıyaslamaları istenmişti. Bu tarafsız gözlemcilerin hepsi de katılımcıların inziva sonrası fotoğraflarında çok daha genç göründüklerini söylemişlerdi.

Langer ile ekibi şu sonuca varmıştı:

“Bizi sınırlayan bizim fiziksel durumumuz değildir, daha çok fiziksel sınırlarımızla ilgili akıl setimizdir”.

Bu sonuç çok enteresan ve siz şimdi bunun aile şirketleriyle nasıl ilişkilendirilebileceğini merak ediyor olabilirsiniz. Ben uzunca bir zamandır kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenen insanları savunurum.

Şayet pozitif düşünüyorsanız ve bu anın, saatin, günün ve yarınların pozitif olasılıklarla dolu olduğuna inanıyorsanız, sizin bu haliniz yaptığınız her şeye nüfuz edecektir. Bunun sizin gerek iş yerinizde gerek evinizdeki ilişkileriniz üzerinde doğrudan bir etkisi olacaktır. Günlük her bir işe yaklaşımınızdaki tarzınızı belirleyecektir. Bu araştırma aslında doğru tutumun davranış üzerinde olağanüstü bir etkisi olabileceği anlayışını doğruluyor.

Eğer her gün işten eve geldiğinizde, “Vay canına! Bugün ne muhteşem bir gündü" der ve ardından neler yaptığınızı ve sizin için neden bu kadar ilginç, meydan okuyucu ve uyarıcı olduklarını anlatırsanız o zaman evdeki herkeste sizin neler yaptığınız ve onları nerede yaptığınız hakkında pozitif bir düşünce oluşur. Hatta size yardım etmek bile isteyebilirler.

Langer’ın araştırmasına katılan denekler bu deneye belirli bir tutum ve akıl seti ile gelmişlerdi. Kendilerinin “yaşlı ve kapasitelerinin tükenmiş" olduğunu düşünüyorlardı. Bu araştırmadaki fiziksel ve sosyal ortam sayesinde onların kendileri ve birbirleri hakkındaki düşünme sistematikleri değişmişti.

Şimdi siz bir aile şirketi sahibi olarak kendinize ne türden bir fiziksel ve sosyal bir çalışma ortamı yarattığınızı sorun. Bu ortamları daha da iyileştirmek için neler yapmalısınız ki herkeste birbirine karşı ve şirketteki işlere karşı daha pozitif bir yaklaşım oluşabilsin.

Unutmayın: Her şey tutumda başlar!
Henry Ford şöyle der, “İster yapabileceğinizi ister yapamayacağınızı düşünün, muhtemelen haklısınızdır".

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz