Zaman geçtikçe, aile şirketleri nesilden nesle devredildikçe çevrelerindeki çetrefilli değişimlerden etkilenebilir ve ülkelerindeki ideolojik gelişmelerden huzursuz olabilirler. Bu değişiklikler beraberlerinde meydan okumalar ve krizler getirebilir. Benim ailem de anavatanım olan Venezuela’da benzer bir deneyim yaşadı. Hugo Chavez, 1998’de reformlar yapma ve Venezuela’daki yoksullara eşitlik sağlama vaatleriyle iktidara geldi. Son derece karizmatik bir liderdi ve Chavez kendisine karşı bir tehdit olarak gördüğü ülkenin medyasını ve özel sektörünü zayıflatmak için uzun bir savaş başlattı. Bu savaşla birlikte şirketleri ve özel mülkleri devletleştirmeye ve özel sektörü istismarcı, açgözlü oligarklar olarak yaftalamaya yönelik propagandaya başladı. Tüm bunların dışında Chavez, devleti tam anlamıyla eline geçirebilmek için hükümetteki, yargı sistemindeki ve seçim konseyindeki tüm kilit rollere sadık adamlarını yerleştirdi. Elindeki gücü konsolide ederek ülkeyi çıkardığı kararnamelerle yönetebilir, anayasal değişiklikleri dayatabilir ya da tepki görmeksizin anayasayı ihlal edebilir hale geldi. Nihayetinde sınırsız yeniden seçilme hakkını getirerek kendi gücünü tam anlamıyla pekiştirdi. Ailem ve ben yıllar boyunca Venezuela’nın giderek daha kötüye gitmesini endişe içinde izledik. Sürekli olarak hükümetin bir sonraki hedefi haline gelmekten korkuyorduk. Aylık aile konseyi toplantılarımızda, son birkaç saatimizi ülkedeki politik ve sosyal durumu tartışmaya ayırır olduk. Bu durumun ne anlama geldiğini ve son teknenin ne zaman yola çıkacağını tam anlamıyla kavramadan önce “Biz en son teknede olacağız” diyorduk. Sonunda hükümet, bizim de kapımıza dayandı ve 2009’da aile tarihimizin gidişatını değiştiren mal ve mülk müsadereleri serisinin ilki başlatıldı. Binlerce hektar çiftliğimizi ve büyük baş hayvanımızı kaybettik. Mahkemelerde ve medyada haklarımızı savunmak için elimizden geleni yaptık. Ancak bu çabalarımız hiçbir mahkemeyi kazanamamamızın yanında diğer işlerimizin de tehdit edilmesiyle sonuçlandı. Artık ailemin elinde ne var ne yok satmak ve ülkeyi terk etmekten başka hiçbir şansı olmadığı apaçık ortaya çıkmıştı. Şimdi geriye dönüp baktığımda, ailemin Venezuela’yı terk etme kararının çok doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. Bu ülke halen bugün bile çok şiddetli protestolara yol açan korkunç bir suç, yozlaşma, ekonomik kaos ve sosyal çöküş spiraline batmıştı. En önemlisi ise kendi çekirdek işimizi satma ve elimizdeki varlıkları yabancı para birimleriyle çeşitlendirme kararımızın aile birliğimizi bir parça olsa da koruyabilmemize ve yeniden ayağa kalkmak için gerekli kaynakları bulmamıza olanak sağlamasıydı. Biz Venezuela’da işlerin değişeceğine yönelik umudumuzu da asla kaybetmiyoruz; oraya geri dönmek ve orada yeniden iş kurmak için sürekli hazırlık halindeyiz. Aşağıda ekonomik istikrarsızlıklarla yüzleşen ülkelerdeki ailelere yardımcı olabilecek, tecrübelerimden çıkardığım bazı dersleri belirtiyorum:
1Kendinize güvenilir ve emin bilgi kaynakları bulun. Önemli kararlarınızı paniğin ve paranoyanın etkilemesine izin vermeyin. Alacağınız kararları dedikodulara veya spekülasyonlara değil gerçeklere dayandırın.
2Ailenin kendi korkularını, endişelerini, alternatiflerini, fikirlerini tartışabilecekleri ve iletişim kurabilecekleri bir platform yaratın.
3Çeşitlendirin, çeşitlendirin, çeşitlendirin. İstikrarlı yabancı para birimleri ve ülkeler bulun. Riski düşük olan, güvendiğiniz ve huzurlu hissedeceğiniz aktiflere yatırım yapın.
4Hayata olumlu bakın ve uzun vadeli düşünün. Hayat bizi pek çok yola sokar, para bugün vardır yarın yoktur; ama bize hayatta kalma ve gelişme gücüyle kapasitesini veren aile birliğimizle tavır ve tutumlarımızdır.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?