Belirsizlik fırtınası geliyor

Eğer son iki yılı ekonomide belirsizliklerle geçirdiğimizi düşünüyorsanız, kemerlerinizi sıkı bağlayın. Uzmanlara göre “asıl zorlu etap” şimdi başlıyor...

8.03.2022 10:22:000
Paylaş Tweet Paylaş
Belirsizlik fırtınası geliyor

Aslı Sözbilir

 Pandeminin şiddeti, arz-talep dengesizliğiyle yükselen enflasyon ve bunun yönetimindeki zorluklar en büyük belirsizlik alanları… “Enflasyonstagnasyon” sarmalında kırılgan bir toparlanma iyi ihtimalken, kötü senaryoda 10 yıla uzayan bir durgunluk söz konusu. “Düşük faiz, yüksek ihracat” temelli büyüme modeliyle dikkatleri üzerine çeken Türkiye’ye ise ortak bir uyarı var: “Yeni model gelecekte daha yüksek enflasyona ve daha düşük büyümeye yol açabilir.”

Dengesiz global toparlanmanın kolay bölümü geride kaldı”. Goldman Sachs Kıdemli Global Ekonomisti Daan Struyven, dünya ekonomisinin 2022 görünümünü değerlendirirken böyle diyor. Gerçekten de global ekonomi 2021’de, COVID- 19’un neden olduğu “tarihi resesyona” çoğu ekonomistin tahmininden daha iyi yanıt verdi. Ancak Struyven’in de işaret ettiği gibi 2022’de bizi biraz daha zor zamanlar bekliyor. Rakamlar da zaten buna işaret ediyor. OECD, geçtiğimiz yıl yüzde 5,6 olan küresel üretim büyümesinin bu yıl yüzde 4,5’e düşeceğini, 2021’de yüzde 3,5 olan global enflasyonun ise bu yıl yüzde 4,2’ye çıkacağını öngörüyor. Uzmanlar toparlanmadaki iyileşmenin en önemli kriteri olarak “pandeminin öldürücülük derecesini” gösteriyor. Harvard Üniversitesi Kennedy School Harpel Sermaye Formasyonu ve Büyümesi Profesörü Jeffrey Frankel, “Dünya ekonomisi için en büyük risk Omicron’dan daha kötü bir korona virüs mutasyonunun ortaya çıkmasıdır” diyor. Dünya Bankası eski Başekonomisti ve IMF Eski Başkan Yardımcısı Anne Krueger da global ekonomiye yönelik en büyük tehdidin yeni bir katil virüs olduğu görüşünde; “Bu olmasa bile dünyanın herkesi aşılayamamasından kaynaklanan riskler var” diyor. 

DERİNLEŞEN BELİRSİZLİK 

Pandeminin şiddeti 2022’de de hem harcama isteklerinde hem de, Avrupa’da yeniden görmeye başladığımız gibi, devletlerin mobilite kısıtlarında belirleyici olacak. Global ekonominin önündeki bir diğer önemli zorluk ise 2021’deki hızlı toparlanmaya eşlik eden yüksek enflasyonun “evcilleştirilmesi”. Tabii hükümetler ve merkez bankalarının bu yolda güttüğü parasal ve mali politikalardaki olası hatalar da riskleri artırıyor. Krueger buradaki tehlikeye şu sözlerle dikkat çekiyor: “ABD ve Batı Avrupa’da aşıların daha erişilebilir olması ve insanların normal aktivitelerine tekrar başlamalarıyla beraber geçen yılın ikinci çeyreğinde toparlanma başladı. Talep tahmin edilenden daha hızlı artarken arz büyümesi yavaş kaldı. İlk analizler enflasyonun geçici olduğunu söylüyordu ancak şu anda kalıcı olabileceğine dair daha fazla kanıt var. Tehlike elbette merkez bankalarının durumu yanlış değerlendirmiş olabileceği. Enflasyonu bastıracak kadar sıkı bir para politikası gütmeliler ancak bunlar toparlanmayı boğacak kadar sıkı olmamalı. Bu denge başta Pasifik Okyanusu bölgesi olmak üzere arz zincirlerindeki bozulmaların büyüklüğüyle daha karmaşık bir hale geliyor.” Tablonun karmaşıklığı aslında belirsizliğiyle doğru orantılı. BRIC, N11 ve MINT kısaltmalarıyla son 20 yıla damgasını vuran ünlü ekonomist Jim O’Neill, “2022 görünümü şu ana kadar karşılaştıklarım arasında en belirsiz olanı” diyor. Birleşik Krallık Lordlar Kamarası üyesi ve Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Direktörü olan O’Neill, belirsizlik alanlarını şöyle özetliyor: “Omicron varyantının kısa zamanda etkisinin azalması, dünyayı daha iyi bir yere getirir. Ancak COVID- 19’un gelişiminde tekrar eden belirsizlikler oldu ve aynı şey yinelenebilir. Bir diğer büyük sorun da enflasyon. 2022’de enflasyonun azalması gayet mümkün ancak enflasyonun daha artması da olası. Bu, bir miktar politik gelişmelere, özellikle de para politikalarına bağlı. Küresel güvenlik, jeopolitik riskler, küresel yönetim, iklim değişikliği sorunları da var. Ve tabii hepsinin üzerinde eşitlik ve adalet sorunları var.” 

YÜZDE 1’İN TAHAKKÜMÜ 

Ülkeler ve sınıflar arasında gelir dağılımı eşitsizliği hep vardı ama COVID etkisi bunu iyice kristalleştirdi. Ekonomik hasarın sektörler özelinde “dengesiz dağılımı” buradaki uçurumu derinleştirdi. Struyven’e göre pandeminin talebi yükselttiği üretim sektörüyle öne çıkan ülkeler bu etkiden faydalanırken, salgının vurduğu seyahat, turizm gibi sektörlerle ayakta duranların ekonomisi iyice kırılganlaştı. Goldman Sachs’ın son raporuna göreyse tüm bu etkenler nedeniyle İspanya, Tayland ve Endonezya ekonomileri tüm ülkeler arasında salgın öncesi beklenen performansın en gerisinde kalanlar oldu. Uluslararası ekonomi ve kalkınma alanında Türkiye’nin en önemli iktisatçılarından Prof. Dr. Erinç Yeldan, keskinleşen eşitsizliğin küresel ekonominin önündeki en büyük risk olduğu görüşünde… Prof. Yeldan, buradaki tehlikeleri şöyle özetliyor: “Eşitsiz gelir dağılımı, kapitalizmin ‘emek-sermaye’ arasındaki klasik sınıf çatışmasının çok üstüne taştı. Eğitimli-eğitimsiz (vasıfsız) emek arasındaki uçurum giderek daha derinleşiyor. Yapay zeka ve dijitilizasyonla rekabet etmek durumunda kalan, rutin işlerdeki kol emekçileri giderek marjinalleşiyor. Nüfusun en üst yüzde 1’lik gelir grubuyla geri kalanlar arasındaki uçurum derinleşiyor. Bu arada izlenen neoliberal ekonomi politikaları, sosyal devlet kurumlarının koruma kalkanını tasfiye ederek bu uçurumun artmasına neden oluyor. Örneğin, 2012 sonrasında ABD’de izlenen parasal genişleme politikaları finansal erişimde önceliğe sahip bu yüzde 1’lik gelir grubu tarafından nemalandırıldı ve bu kesim servetlerinde 20 trilyon dolarlık bir birikime olanak sağladı. Alttaki yüzde 50’lik nüfusun servetlerinde ise yüzde 10’luk kayıp var. Bunlara ek olarak iş gücü piyasaları göçmen dalgalarıyla enformalleşiyor, parçalanıyor.” 

“ÇİN’DEKİ GARİPLİKLER”

Göçmen dalgalarıyla iş gücü piyasalarının bozulması, dünyanın farklı noktalarındaki kötü yönetişimin ekonomiye etkisine dair iyi bir örnek. Tabii global ekonomi üzerindeki coğrafi tehditler bununla sınırlı değil. Jim O’Neill, “Global riskler çok büyük ve Çin hariç hiçbiri bölgesel değil” diyor. Ve şöyle devam ediyor: “Çin son 20 yıldır ekonomik büyümenin en büyük kaynağıydı. Eğer orada sorunlar varsa bu sorunlar tüm dünyayı başka yerlerdeki sorunlardan çok daha fazla etkileyecek. Bana göre Çin’de bazı garip şeyler oluyor. Sadece COVID’i nasıl yönettikleri değil, liderlerin politikaları açıkça daha merkezileştirmeleri endişe verici. 30 yıldır ilk defa Çinli liderlerin neyi amaçladıklarını anlamıyorum.” Çin Ekonomi Tarihi Uzmanı, London School of Economics öğretim üyesi Prof. Kent Deng, jeopolitik risklerin Çin yönetiminden ziyade global arz zincirlerindeki bozulmadan kaynaklandığı görüşünde. Deng, “Jeopolitik olarak global arz zincirleri şu ana dek hiç olmadığı kadar bir silah haline getirilmiş durumda. İyi niyetle hazırlanmış Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına rağmen ithalat redleri ve boykotlar sık sık kullanılıyor. Eğer bazı ülkeler kasten kötü niyetle davranırsa dünya ekonomisinin toparlanması gecikir” diyor. Deng’e göre “DTÖ enkazından çıkmanın en mantıklı yolu”, GATT (General Agreement on Tariffs and Trade) benzeri ikili ve çok uluslu ticaret anlaşmaları yapmak; “Böylece iyi niyetli ekonomiler tekrar güven ve sinerji kazanabilir” diye konuşuyor. Jeopolitik risklerin çok büyük ve dağınık olduğu konusunda uzmanlar hemfikir olsa da bazı ülkeler özellikle mercek altında. Anne Krueger, “Dünyanın hemen her yerinde problemler var ve politikacılar hiçbir ülkede rahat değil. Ancak Arjantin, Türkiye, Sri Lanka Pakistan, Hindistan gibi çok borçlu olan orta ve az gelirli ülkeler global ekonomi için büyük risk oluşturuyor. Bu ülkelerin sürdürülebilir büyümeye devam edebilmelerini sağlayacak ekonomik reformlar ve borç yapılandırma kombinasyonunu bulmaları gerekiyor” diyor. 

TÜRKİYE VE DİĞERLERİ

Türkiye, uyguladığı “düşük faiz, yüksek ihracat” temelli sürprizli yeni büyüme modeliyle tüm dünyanın hem merak hem tartışma konusu. Türkiye ekonomisi yılın 3’üncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 7,4 büyüdü. Böylece OECD ülkeleri arasında Şili’nin ardından ikinci sırada yer aldı. Bu büyümeye en büyük katkıyı ise 6,8 puanla ihracat verdi. Ocakta TÜİK tarafından açıklanan ve son 19 yılın rekoruna işaret eden yüzde 36,08’lik yıllık enflasyon ise Türkiye’nin büyüme coşkusunu biraz gölgeledi. Uzmanlar, uygulanan modelin uzun vadede düşük büyüme ve yüksek enflasyon getireceği görüşünde. Anne Krueger, bu konuda çok net: “Ekonomistler her konuda hemfikir değildir. Ancak düşük faizlerin enflasyonu kontrol etmek için bir politika aracı olmadığı, reel faizler negatif olduğu zaman kaynakların çok verimsiz tahsis edileceği ve büyümenin ilk hızlanmadan sonra yavaşlayacağı konularında güçlü bir fikir birliği var. Türk ekonomisinin inanılmaz büyüklükte bir gerçekleşmemiş potansiyeli var. Ancak şu anda uygulanan faiz politikası gelecekte daha yüksek enflasyona ve daha düşük büyümeye yol açacak.” 

DEVALÜASYON YANILSAMASI 

Jim O’Neill da Türkiye’nin ciddi enflasyon sorununu yenmeden faizleri düşük tutabileceğini düşünmesinin gerçekçi olmadığı görüşünde; “Artan ihracata gelince, daha değersiz lira buna teorik olarak destek olabilir ancak yerli tasarruf oranı artmadan Türkiye’nin ekonomik modelinin değişmesi epeyce zor” diyor. Johns Hopkins Üniversitesi Uygulamalı Ekonomi, Küresel Sağlık ve İşyerleri Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Prof. Steve Hanke, merkez bankası bağımsız görüntü vermediği sürece düşük faizlerin zayıf bir liraya ve yüksek enflasyon oranlarına yol açmaya devam edeceği görüşünde. Bu noktada “devalüasyon yanılsamasına” dikkat çekiyor: “Sonuçta devalüasyon yerli malların fiyatının azaltılmasından fazla bir şey olarak görülmüyor ve fiyat azalması da her zaman satılan malların miktarının artmasının bir yolu olarak görülür. Ancak konu kur devalüasyonları olunca bu analiz o kadar basit değil. Bir devalüasyonun akabinde enflasyon artacak ve dolayısıyla ihraç edilenler de dahil devalüasyonu yapan ülkede üretilen mal ve hizmetlerin maliyetleri yükselecektir. Enflasyon, devalüasyonun yaratabileceği potansiyel, kısa vadeli rekabet avantajlarını çalacaktır. Bu nedenle devalüasyonlara bağımlı ülkeler hiçbir zaman rekabetçi avantaj elde edemez ve ekonomileri her zaman yavaş ve oynak şekilde büyür. Eğer devalüasyonlar yanılsamadan fazlası olsaydı Arjantin, Brezilya gibi yerler dünyadaki en büyük ticaret ve cari açık fazlalarına sahip, en rekabetçi ülkeler olurlardı.” 

TOPARLANMA NE ZAMAN?

Peki, tüm bu kaos tablosunda umut veren coğrafyalar yok mu? Anne Krueger, Avusturalya ve Yeni Zelanda’nın Güney Pasifik bölgesini ekonomik anlamda daha çekici hale getirdiği görüşünde. Kent Deng ise ASEAN’ın (Association of Southeast Asian Nations) çok uluslu ticaret anlaşmaları bakımından güvenli bir network sunduğuna değinirken, “Yeni yatırımlar güvenle Güneydoğu Asya bölgesine gidebilir” diyor. “Toparlanma ne zaman” sorusuna ise yanıtlar biraz karamsar. Jim O’Neill, “Durumu düşününce kırılgan bir global toparlanma devam edecek gibi görünüyor. Ancak bu, yukarıda saydığım tekrar eden birçok soruna ve şu anda bilmediğimiz birçok konuya bağlı” diyor. Daan Struyven, bu noktada “enflasyon-stagnasyon sarmalı” uyarısı yapıyor: “Bahsettiğimiz tüm temel belirsizlikler sonucunda çok fazla teşvik sağlanması halinde maliye ve para politikaları daha da yüksek enflasyon baskısına neden olabilir. Ama toparlanmaya yetersiz destek verilirse de derin bir durgunluğa (stagnation) girilebilir.” Prof. Kent Deng ise 10 yıl sürebilecek bir resesyonu işaret ediyor. Bunun nedenini şöyle özetliyor: “Şu andaki en büyük riskler, COVID devam etsin veya etmesin, dünya ekonomisinin yavaşlamasıyla alakalı. Pandemi ekonomik daralmayı başlatmaz, sadece hızlandırır. Bunun nedeni 2008’den beri dünya ekonomisinin en büyük aktörlerinin beraberce hisse senedi fiyatlarını, faiz oranlarını ve para arzını görülmemiş bir miktar ve hızla manipüle etmiş olmaları. Bunun korkunç sonuçlarına şahit olmamız sadece bir zaman meselesi olacak. Dünya bugün üretim ve arz fazlasından kaynaklanan çevre tahribatlarını tamir etmek gibi yeni bir sorunla da karşı karşıya. Bu bakımdan, dünya ekonomisinin karşısında 2022’de başlayıp 2032’ye kadar devam edecek 10 yıllık bir resesyon olacağını söyleyebilirim.”

“BÜYÜK TASNİF” DÖNEMİ 

Peki, global ekonomide mevcut görünüm buyken iş dünyasında bizi nasıl bir tablo bekliyor? London Business School Strateji Direktörü Prof. Freek Vermeulen, “öldürmeyen krizin şirketleri güçlendirdiği” kanaatinde. Vermeulen “Şirketler pandeminin vurduğu son iki yılda kendilerine yabancı koşullara adapte olmak konusunda inanılmaz derecede dayanıklı olduklarını ispat ettiler. Birçok şirket sadece hayatta kalmadı, birçoğu da büyüdü” diyor. Şirketler, pandemide iş sonuçları açısından fena bir sınav vermese de iş kültürüyle ilgili yeni belirsizlikler oluşmuş durumda. Yönetim alanında dünyada çok satan kitapların yazarı Daniel Pink, “Benim ‘büyük tasnif’ adını verdiğim bir döneme giriyoruz” diyor ve şöyle devam ediyor: “Pandemi bizi, işe ilişkin şimdiye dek hiç doğrudan cevaplamak zorunda kalmadığımız soruları düşünmeye zorladı. Örneğin, hangi tür işler yalnız ve hangi tür işler takım halinde yapılmalı? Hangi iş senkronize ve hangileri asenkron olmalı? Eğer çalışanların çoğu uzaktan çalışıyorsa ofis denilen şey nedir? Şirketlerin çalışanlara ve çalışanların şirketlere ne gibi borçları var? Önümüzdeki bir iki yılda bu soruların cevaplarını bulacağız.” INSEAD İşletme Okulu’ndan Prof. Stanislav Shekshnia ise yeni dönemde daha çok çalışanın otonomi talep edeceğini söylüyor. Ona göre artık insanlar toplumsal bir amaca hizmet eden sorumlu şirketlerde çalışmak istiyor. Shekshnia, “Çalışanlar artık işverenlerinden kendilerini dinlemesini, şeffaf olmasını ve kuralları iş yerindeki herkes için aynı şekilde uygulamasını talep ediyor” diyor. 

“BÜYÜK İSTİFA” VE YENİ LİDERLİK

Tabii ofis hayatı tekrar tasnif edilirken, liderliğin de dönüşmesi kaçınılmaz. London Business School organizasyonel davranış profesörlerinden, çok satan “Alive at Work” kitabınının yazarı Daniel Cable, pandeminin daha alçakgönüllü ve insani bir lider tipi ortaya çıkaracağı iddiasında: “Liderler giderek zayıflıklarını göstermek ve bilmediklerini kabul etmek konularında daha rahat olacaklar. Bu zor bir şey çünkü çoğu lider mükemmellik talep etmek ister ve ‘odadaki en zeki insan’ gibi davranmaya çalışır. Ama birçok lider tüm cevapları bilmediğinin farkına varıyor.” “Birlikte Daha İyi Çalışın” kitabının yazarları Harvard İşletme Okulu Profesörü Sandra Sucher ve Deloitte Global CEO Programı Araştırma Direktörü Anh Phillips de liderlikte yeni bir dönemin başladığında hemfikir. Sucher, bu kaotik dönemde liderlerin bir yandan dönüşümün tüm detaylarını “zarifçe” yönetip işin yapılmasını sağlarken, bir yandan da sürekli değişimin yarattığı psikolojik etkinin sorumluluğunu üstlenmeleri gerektiğini düşünüyor. Sucher, “İşler planlandığı gibi gitmediğinde oluşan kasıtsız zararlar için özür dilemek ve şirketin neyi neden yaptığı konusunda şeffaf olmak bunlar arasında” diye konuşuyor. Phillips ise içinden geçtiğimiz “Büyük İstifa” (The Great Resignation) döneminde liderlerin yetenekleri çekebilmek ve ellerinde tutabilmek için daha çok manevi motivasyon kaynağı sağlamak zorunda olduğunu görüşünde. Phillips, “Bunlar arasında daha fazla çalışma esnekliği, ruhsal ve fiziksel esenliğe daha fazla odaklanma ve daha çeşitli, kapsayıcı ve eşitlikçi bir iş ortamı geliyor. Öngörülü şirketler ‘sabah 9 akşam 5’ döneminden çok farklı bir iş kültürü inşa edecek. Artık çalışanlar bir işten çok daha fazlasını talep ediyor ve onları elde tutabilmek için daha fazlasını yapmak gerekecek” diyor.


2022 VE SONRASINI BELİRLEYECEK 5 TREND
THOMAS FREY / DA VINCI ENSTİTÜSÜ KURUCUSU, FÜTÜRİST


1Metaverse etkisi:
Metaverse’in değiştirmesi en olası sektörlerden biri eğlence. Bir konseri canlı izlemek yerine arkadaşlarımızın avatarlarıyla yan yana deneyimleyeceğiz. Bildiğimiz anlamda ofisten ya da evden çalışma da tarihe karışacak. Metaverse’deki ortak çalışma alanında iş arkadaşlarımızla dirsek dirseğe çalışacağız.

2Kripto paralar: 
2030 itibarıyla bankalar kripto parayla ev ve araba kredisi vermeye başlayacak ve 2035’e kadar da gelirlerinin çoğunu kripto para servislerinden elde edecekler. Bu esnada Amazon, Lotte, Walmart, Hyundai, Home Depot ve Costco gibi büyük perakendeciler de kripto parayla ödeme kabul etmeye başlayacak.

3Gig ekonomisi: 
Teknoloji sayesinde çok daha fazla kişi esnek çalışacak. Şirketler sadece müdürlerin sabit çalışan olup geri kalan çalışanların geçici olduğu deneysel departmanlar kuracak. Atık uzaktan çalışma için donanıma sahip olduğumuzdan, kimse tatilde dahi işten tamamen kopamayacak.

4TikTok hakimiyeti:
Pandemi bizi alışveriş, iletişim ve iş için sosyal medya kullanmaya zorladı. TikTok bizi aynı zamanda eğlendirdiği için ilk adres haline geldi. Z Jenerasyonu ve milenyallerden oluşan ve inovasyon, kişiselleştirme ve saydamlık talep eden kitlesiyle TikTok, şirketlerin gözde platformuna dönüştü.

5Elektrikli araçlar:
İki gelişme içten yanmalı motorların sonunun yakın olduğunu işaret ediyor; COP 26 konferansının 2035’e kadar içten yanmalı motorlu araçların üretimini sona erdirme kararı ve ABD’de 2030’a kadar 500 bin elektrikli araç şarj istasyonu kurulacak olması. Bu işe Batı liderlik etse de 10-20 yıl içinde daha az gelişmiş ülkelerde kullanılmış elektrikli araçlar için pazar oluşacak.



OTOMASYONDAN KÂR EDENLERİN VERGİLERİ ARTIRILMALI
PHILIP KOTLER / PAZARLAMA GURUSU

EMEK İKAMESİ 
Otomasyon, pandeminin de etkisiyle inanılmaz hızda artıyor. Ben her zaman teknolojik gelişmelerden taraf oldum. Ancak emek ikame eden teknolojiyle emeği büyüten teknoloji arasındaki farkın altını çizmek isterim. İlki işçilerin makineler ve otomasyonla ikame edilmesine yol açar. İşçilerin meslekleri ve yetenekleri değersiz hale gelir.

DEĞER ARTIŞI
İkame edilen işçilere nasıl yardım edilmeli? Bunların yeniden eğitilmeleri ve geçinmeleri hangi kaynaklar sağlanmalı? Genelde cevap devlettir. Ancak bence otomasyon sayesinde aşırı kâr eden şirketlerin vergilerinin artırılması gerekiyor. Bu vergiler emek ikame eden teknolojilerin değerini azaltırken, emeği büyüten teknolojilerin değerini artıracaktır.



“PERAKENDECİLERİ ZOR GÜNLER BEKLİYOR”
DOUGLAS STEPHENS / PERAKENDE GURUSU

BÜYÜK DÖNÜŞÜM 
Pandemide ofis işlerinin, işe gidip gelmenin tüm doğası değişti. Bu, perakendeciler için çok önemli çünkü sektörün yapısı çalışanların her gün büyük şehirlere gidip gelmesi etrafında kurulu. Hayatta kalmaya devam edebilmek için işe gidip gelen insanlara ya da etrafındaki ofislerde çalışanlara bağımlı olan perakendeci sayısının büyüklüğünü düşünün.

DAĞILAN MÜŞTERİ 
Çalışanlar giderek daha fazla evlerinden çalıştıkça şehirlerdeki ofis yapıları ve zenginlik daha başka yerlere dağılacak. Yani artık bir ülkede başarılı olmak için birkaç zengin şehirde bulunmak yetmeyebilir. Ve perakendede başarılı olmanın yolu artık dağılmış olan müşterilere ulaşmayı gerektirdiğinden, daha karmaşık olabilir.

SONUN BAŞLANGICI 
E-ticaret sitelerinin sonunun başlangıcına şahit oluyoruz. Pandemide e-ticaret hızla daha çevresel, merkezi olmayan ve eğlence bazlı hale geldi. Tüketiciler markalarla giderek daha fazla oyunlar, sosyal medya ve eğlence platformları aracılığıyla buluşuyor. Bu değişim Amazon ve Alibaba gibi köklü e-ticaret oyuncularında zaten gerçekleşiyor ve diğerleri de yakında bu değişimi hissedecek.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz