Global kriz sonrasında “Ekonomide hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” görüşü var. Bunu desteklemek için “Yeni normal” koşullarına dikkat çekiliyor. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da bu yakla...
Global kriz sonrasında “Ekonomide hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” görüşü var. Bunu desteklemek için “Yeni normal” koşullarına dikkat çekiliyor. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da bu yaklaşıma katılıyor ve para piyasalarında yeni dengelerin oluşacağını, ezberlerin bozulacağını söylüyor. “Bozulan ezberlerin yerine ne tür dengelerin geleceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz” diyor. ABD ve AB’de bunun etkilerinin görüldüğünü, Türkiye’de yansıyacağını belirtiyor. Capital, Türkiye’de ekonomi ve para piyasaların en güçlü kişisi olan Durmuş Yılmaz’dan, Ekonomideki Yeni Normal’i, onun getireceklerini ve iş dünyasına etkilerini dinledi.
1. Yeni Normal Gerçekleri
Ekonomide ve piyasalarda artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına ben de inanıyorum. Yeni dengenin nerede başlayacağı, nerede biteceği ve veriminin ne olacağı açık uçlu… Belli değil. Ancak, bugün artık eski iş yapma biçimlerinin sürdürülmesi ve uluslararası ilişkilerin devam ettirilmesi açıkçası mümkün değil. Dolayısıyla ezberlerimiz bozuldu.
Bu bozulan ezberlerin yerine ne tür dengelerin alacağını önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Bir kere ekonomistler kendi varsayımlarını yeniden bir sorgulayacaklar. Onun dışında bu uluslar arası dengesizlik konusu… İMF ve Dünya Bankası bunun üzerinde uzun zamandır çalışıyor. Ama hala bu konuda hiçbir şey yapılabilmiş değil.
Onun dışında uluslar arası ekonomik iş birliği konusunda önemli arayışlar var. Bu konuda projeler var. Bu projeler de henüz sonuçlanmadı. Düne kadar dünyaya şekil veren G8’ler, G10’lar vardı. Bugün bunlar bu görevlerini G20’lere bıraktılar. Fakat G20’lerde de platform o kadar çok geniş değil. G20 toplantısına katılıyoruz. Oraya G20 üyesi olmayan münferit ülkeler ve bölgesel kurumlar katılıyor.
Öbür taraftan G20 üyesi ülkeler yaptıkları toplantılarda şöyle bir perspektif oluşturuyor: Öyle kararlar alalım ki, bunlar bütün dünyadaki ülkeler tarafından uygulansın, gözetim ve denetim açısından bir farklılık olmasın. Ama G20, 20 ülkeden oluşuyor, oysa IMF’nin 186 üyesi var. Dolayısıyla, eğer sizin aldığınız kararlar diğer ülkeleri de etkileyecekse, bunun meşruiyetini de sağlamanız gerekiyor.
Dolayısıyla önümüzdeki dönemde ne yapılabilir bu ciddi bir şekilde tartışılıyor. Kararlar alınma aşamasında. Çok değerli fikirler üretiliyor. Fakat bu fikirlerin ülkelerde nasıl uygulanacağı ve nasıl bağlayıcı olacağı konusunda çok net bir şey yok.
2. Global Yeni Kuruluşlar
Mesela şuanda deniyor ki dünya ticaretine yön vermek için ve ülkelerin birbirlerine karşı avantajlı hale getirmemek için Dünya Ticaret Örgütü var. Bu Dünya Ticaret Örgütü mal ve hizmet akımlarını revize ediyor. Şimdi buna benzer bir şey kurabilir miyiz? Bizim BDDK’ya benzer bir kurumdan söz ediliyor. Benim şahsen bu konuda çekincelerim var. Bu kolay bir şey olmayacak.
Şuanda Finansal İstikrar Forumu, Finansal İstikrar Kurumu’na dönüştürüldü. G20 üyesi ülkeler, bunun üyesi haline geldi. Bunun en tepesinde bir karar alma komitesi var. Onun altında üç tane daimi komite var. Daimi komitelerin altında çalışan çeşitli alt komiteler var. Bunlar sürekli bilgi ve belge üretiyorlar. Ve çok sık da toplantı yapıyorlar.
Bence 2009 a damgasını vuran bu gelişme oldu. 2010’da da bu çalışmalar devam edecek ve giderek işler zorlaşıyor. Şöyle zorlaşacak; Bu kurumlar, artık ülkelere “ Tamam biz yaptık, siz uygulayın artık” diyecekler. Bir de ülkeler bunları uygulamanın kendileri açısından sıkıntı yaratacağının farkına varacaklar. Onun için bu konularda son derece dikkatli olmak gerekir diye düşünüyorum.
3. Yeni Normal Bize Yansır mı?
Şimdi ezberlerimiz bozuldu dedim. Bozulan engelimizden bir tanesi Merkez Bankası’nın likidite yönetirken muhatap alacağı kuruluşlar. Bugüne kadar kabul şu idi: Merkez bankaları likidite yaratırken, kaydi para yaratma yeteneği olan kuruluşlar ve bankaları muhatap alırdı
Mesela diğer finansal kuruluşlar merkez bankalarının, parasal likidite yönetimi için muhatabı değildi.
Mesela diğer finansal kuruluşlar merkez bankalarının finansal yönettiği operasyonlar için muhatabı değil idi. ABD’de Avrupa’da merkez bankaları, geleneksel olmayan, önceden düşünülmeyen bir takım parasal tedbirler aldılar, operasyonları uygulamaya koydular. Şimdi bu yeni dönemde belki merkez bankasının muhatap alacağı kuruluşlar farklı olabilir.
Ama biz TC Merkez Bankası olarak bu açıdan, var ola gelen parasal politika uygulamalarında, geleneksel olmayan bir şey yapmadık. Bizim açımızdan böle bir şey söz konusu olmayacak.
Belki şu olabilir. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak sekurizasyon ve tezgah üstü piyasalarda yapılan işlemler kayıt altına alınacak ve organize piyasalarda yapılmaya başlanacak. Ve bunların da Türkiye’ye belki bir takım yansımaları olabilir.
4. Merkez Bankalarının Rolü
Merkez bankalarının rolü şuzanda tartışılıyor. Tartışılan hususlardan bir tanesi, merkez bankalarının para politikası uygulamalarındaki likidite yönetimiyle ilgili operasyonel çerçeve...
İkinci husus kesinlikle merkez bankalarının fiyat istikrarının yanında finansal istikrarını da görevlerin arasında saymaları gerekir. Eğer yasalarında böyle bir düzenleme yoksa, yasal bir düzenleme ile görevleri arasında girmesi gerekir.
Başka bir tartışma konusu ise şu: Acaba merkez bankaları, varlık fiyatlarındaki şişkinlikleri ortadan kaldırmak için görev üstlenmelimidir. Ama bu konuda ortaya çıkmış bir konsensüs yok. Belki de 2010 yılında tartışılacak olan en önemli konulardan biride bu olacak.
Bir başka gelişme ise denetim ve gözetimin yeniden yapılandırılması. 2000’li yıllara gelinceye kadar merkez bankalarının gözetim ve denetim dışında kalabileceği, bunun bağımsız kuruluşlara verilebileceği şeklindeydi. Ve bunu değişik ülkelerde değişik yapılandırmalar yapıldı. Bizim ülkemizde de farklı bir bağımsız otorite kuruldu. Fakat bu işlerin asıl çıkış yeri olan İngiltere’de günün en sıcak konusu, bu gözetim ve denetimin nasıl yapılacağı şiddetle tartışılıyor.
Sonuçta önümüzdeki dönemde merkez bankalarının rolü önümüzdeki dönemi işgal etmeye devam edecek önemli konulardan biri olacak.
5. Dünyada Büyümenin Devamı
Gelinen noktada tünelin sonundaki ışığın, güneş ışığı olduğunu görüyoruz. Dünyada, özellikle ABD ve Avrupa ekonomilerindeki yılın ikinci yarısındaki gelişmeler bize bunu gösteriyor.
Burada sorulması gereken soru şu: Ortaya çıkan ekonomik toparlanma ne kadar güçlü, ne kadar sürdürülebilir? Herkesin kafasında tekrar bir çöküntüye uğrama olasılığı var mıdır?
Burada benim yanıtım şu: PMI Endeksi 50’nin üstüne çıkınca, ekonomide canlanma var anlamına geliyor. Bu göstergesi 50’nin üzerinde olan ülke sayısı çok az, 6-7’yi geçmiyor. Fakat bizim ülkemizde haziran ayından bu yana hala 50’nin üzerinde ama ulaştığı en yüksek düzeyden bir miktar geriye kaldı. Aradan verilen teşvik ve indirimleri de çıkarınca, geriye bir ana trend kalıyor. Ana trend hala 50’nin üzerinde…
Ama bu ekonomik canlanmanın sürdürülebilir olması için bu rakamın ay be ay artışının sürekli olması gerekiyor. Ama şu anda bunu göremiyoruz. Sürekli artış gösteren birkaç ülke var; Çin, Brezilya ve Hindistan…
Onun dışında sanayi üretim endeksi, kapasite kullanım oranına, yatırımlara, iç ve dış talebe bakınca, elimizdeki veriler, zayıf da olsa bir toparlanma olduğunu gösteriyor.
6. Yeni Dönemin Faizi
Faiz indiriminde perde kapandı mı diye sorulduğunda, şunu söylemek mümkün: Bugün geldiğimiz noktada ekonomik aktivitenin seviyesi, emek piyasasındaki durum, iç talep koşulları, dış talep koşulları ve piyasanın beklentisini dikkate aldığımızda, bizim bir müddet durup olanı biteni gözlemlememiz gerekiyor. Zaten son Para Kurulu Toplantısı’nda da bu yönde karar aldık.
Şuan da Merkez Bankası politika faiziyle, piyasada, Hazine’nin gösterge niteliğindeki faiz oranları arasında bir açılma söz konusu. Bizim bugüne kadar politika faiz karları değişiklikleri ile uzun vadeli faizleri etkileme gücümüz vardı. Geldiğimiz noktada bu biraz zayıfladı. Zayıfladığı için biz daha fazla faiz indirerek barutumuzu kullanmak istemiyoruz. Olay bu. Bunu bir miktar gözleyeceğiz. Eğer önümüzdeki dönemde işler çok iyiye gider, beklentiler öngördüğümüzden hızlı gelişir ve talepte bir canlanma olur, ülkeye sermaye girişi başlarsa, o zaman Türkiye’nin risk priminde düzelme olur. Biz de buradan hareketle faiz oranlarında bir indirim başlatabiliriz.
Bunun tam tersi de olabilir. Risk iştahında bir bozulma olabilir. Var olduğunu söylediğimiz, birkaç aydır gözlemlediğimiz ekonomik aktivide bir kesilme yaşanır ve ekonomik daralma tekrar baskın hale gelirse, bu da bize faiz alanında hareket olanağı verecek. Dolayısıyla bir müddet olanı biteni takip edeceğiz. Ona göre de operasyonlarımıza devam edeceğiz.
7. Yabancı Yatırım Düşer mi?
Dünyada toplam likidite, önceki dönemki gibi olmayacak. Çünkü, bankaların sermaye yeterliliği oranları üzerine bir takım kısıtlar gelecek, oradaki denetimler genişleyecek. Türev enstrümanlar ve kaldıracak oranlarıyla ilgili bir takım düzenlemeler yapılacak. Bütün bunlar toplamda önceki dönemdeki kadar bol likidite olmayacağını bize söylüyor.
Şu anda da var olan likiditenin önemli bir kısma kamu kaynaklı, yani merkez bankalarının yarattığı kaynaklardan oluşuyor. Bütün bunlara rağmen genelde dünyadaki ekonomik canlanmaya bağlı olarak, özellikle biz Türkiye’de işlerimizi doğru dürüst yapmaya devam edersek, Türkiye’de sermayenin getiri oranı diğer ülkelere göre yüksek olacağı için, sermaye girişi devam edecektir. Çerçeve bu olduğu sürece.
8. Kriz Sonrasının Kur Politikası
Dilin kemiği yok. Herkes düşündüğü her şeyi söyleyecek. Bu tür şeyler ben rahatsız etmiyor. Dinliyorum. Fakat anlaşılması gereken bir şey var. Bizden önceki yönetim kur nedeniyle eleştirildi, biz eleştiriliyoruz. O zaman bizden sonra gelen de eleştirilecek.
Fakat şunun ortaya konulması gerekiyor. Merkez Bankası’nın gerçekten kurla ilgili olarak yapılması istenilen hususu yapmaya gücü var mı? Merkez Bankası’nın her şeyi yapabileceği yönünde algılamalar var. Oysa, bizim yapabileceklerimiz var, yapamayacaklarımız var. Kuru onların isteği noktada tutmamız mümkün değil. Böyle bir gücümüz yok.
İkincisi Merkez Bankası, kendisine verilen bir görevi yerine getirmeye çalışıyor. Bu görev ise fiyat istikrarıdır. Bunu yaparken de bir çerçeve içinde hareket ediyor.
Bu çerçevede ülke bir takım siyasi tercihler kullanıyor. Kullandığı siyasi tercihler şunlar. Sermaye hareketleri serbest olacak. Kontrolleri kaldırdım demiş. Döviz kuru rejimini merkez bankası ile hükümet birlikte belirliyor.
Böyle bir kur rejimi varken, bunun dışına çıkmak, sanki sabit kur sistemi uygulanıyormuş gibi davranmak mümkün değil. Bunu bizden istemeye hakkınız yok. O zaman bu çerçeveyi değiştirmeniz gerek. Bu çerçeveyi de merkez bankası yalnız belirlemiyor. Siyasi otorite ile belirliyor.
Bu çerçeve böyle olduğu sürece Merkez Bankası mevcut politikalarını uygulamaya devam edecektir. Oda şudur. Politika aracı olarak kısa vadeli faizleri kullanıyor. Döviz kuru politika aracı değildir. Ama merkez bankası finansman istikrarı açısından döviz kurundaki gelişmelere sırtını dönemez. Ve döviz kurlarındaki sistemin bir şekilde gündeminde tutmak zorundadır. Biz de bunu yapıyoruz. Kurlara etki etmeden, arz ve talep koşulları önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde kimseyi şaşırtmadan piyasadan döviz alalım diyorum. Şuanda da bun yapmaya devam ediyorum. Ağustostan bu zaman kadar 4,5 milyar dolara yakın almış durumdayım.
9. Dövize İlgi Devam Eder mi?
Şirketlerin ve bireylerin dövize ilgisini eski alışkanlık, 30 yıllık birikim diye değerlendiriyorum. Bu alışkanlık hala etkilerini sürdürüyor. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada yüzde 6.5’luk yıllık enflasyon önümüzde yıl hedef 6,5 hedef olarak gerçekleşecek. Fiyat istikrarının olması için bu enflasyonun yüzde 2’lere yakın bir yerde olmasını gerektiğini.
Hala eski alışkanlıklar olarak bir takım beklentiler var. İnsanlar bu alışkanlıkla hareketle beklenti oluşturuyorlar. Bir miktar para biriktiriyorlar. Bizim burada ki amacımız şu. Uyguladığımız para politikasıyla bunun giderek azaltılmasını hedefliyoruz.
İçinde bulunduğumuz dönemde TL’nin güçlü, faizlerin düşük olması gerekiyor. Bizim artık mali disiplin, basiretli para politikası, tek haneli faiz ve tek haneli enflasyon dönemini sürdürmemiz gerekiyor. Türkiye’de yükümlülük ve varlık dolarizasyonu var. Bu da bir alışkanlıktır.
10. TL’de Güçlü Dönem
Bugünden bağımsız olarak ileriye doğru baktığımızda Türkiye’de işler iyi yapıldığı, siyasi istikrar sağlandığı, makro reformların akıllıca sürdürüldüğü bir çerçevede, önümüzdeki 5-10 yılda Türkiye’de TL güçlenmeye devam edecek. 1970’de Bretton Woods sistemi sona erdirildiğinde, paralar dalgalanmaya bırakıldığında, 360 yen 1 dolardı. Bugün 100 yenin altında bir dolar görüyoruz ve Japonya hala ihracat yapıyor. Çünkü, Japonya’nın o günkü demografik yapısı, Türkiye’nin bugünkü demografik yapısı, sunduğu fırsatlar, emek piyasası ve ekonominin bulunduğu yapıyı dikkate aldığımızda, işlerimizi doğru dürüst yapmaya devam ettiğimiz sürece, Türkiye’de kurlar daha da güçlenecektir. Arada dalgalanmalar olacaktır.
11. Bütçe Açığı Risk mi?
İyilik ve kötülük nispidir. Yani borcu sıfır olan bir ülkeye karşı borcun milli gelire oranı yüzde 45 olan ülke kötüdür. Ama borç stokunun milli gelir oranı yüzde 100 olan ülkeye göre yüzde 45 olan ülke de göreceli iyidir.
biz enflasyonla ilgili ve para politikasının duruşu ile ilgili tespitlerimizi yaparken, kamu maliyesinin alacağı şekli ve ortaya çıkacak rakamları da dikkate almak durumundayız. Şu anda bizim kamuyla paylaştığımız rakamların içerisinde, 2009, 2010 ve 2011 yılları için ortaya konulan sapmalar bizim hesaplarımızda var. Dolayısıyla bizim için bu yeni bir şey değil.
Hükümet şu tercihi yapabilir: Toplam büyüklüğün içerisinde bazı harcama kalemlerini ön plana çıkarabilir. Ama sonuç itibariyle toplam rakamın kaldığı sürece biz burada bir tehlike görmüyoruz. Mesela beklenenden fazla zam haberleri var. Eğer böyle bir şey olursa, hükümet tercih yaparak, başka bir yerden bunu kısması lazım. Bunu yaptığı takdirde, etkileri farklı olabilir. Bütün bunlar bizim hesap kitaplarımızın içinde var.
Ancak, bunun dışına çıkarak, 50 birimlik pastayı 55 birime çıkarır, oradan harcarsak, bu para programının duruşunu değiştirir. Dolayısıyla bizim faiz oranlarını yeniden gözden geçirmemiz gerekir. Ama bugün Orta Vadeli Program’a uyulacağı varsayımı ile kamu oyu ile iletişimdeyiz. Yıl boyunca da bunun takipçisi olacağız.
12. Bankalar ve Kredi
Ekonomik canlanma giderek ivmelendiği ve kredi talebinin arttığı bir ortamda ben bankaların kredi verme iştahının giderek artacağını düşünüyorum. Ve Hazine’nin orta vadede borçlanma ihtiyacı ve borç çevirme oranının daha da aşağıya gelmesi gerektiği konusunda herkes hem fikir… Bu durumda önümüzdeki 2010 yılında bankaların bankaların daha ziyade kredi piyasasında yapacakları rekabetle para kazanacaklarını, hazine kağıdına yatırım yapmaktansa bunu yöneleceklerini düşünüyorum.
13. Siyasi Risk/Seçim
Bizim söylemimiz şu: Bizim operasyonel çerçevemizi etkileyen, bizim karar almamızda etkin olan verileri değiştiren her türlü olay bizim için bir veridir. Dolasıyılla, eğer erken seçimden dolayı Türkiye’de veriler üzerinde olumsuz etki olursa, para politikası buna tepki verme ihtiyacı duyarsa, Merkez Bankası buna tepki verecektir.
Ama biz her şeyin demokratik çerçevede olacağına inanıyor, her şeyin sandıkta başlayıp sandıkta biteceğine inanıyoruz. Bunun da ülkeye uzun vadede istikrar sağlayacağına inanıyoruz. Gerek maliye gerek de para politikası bundan yararlanacaktır.
14. İş Yaratmayan Büyüme!
Bu alanda bir takım iyileşmeler düzelmeler olacak. Geldiğimiz noktada işsizlikte de bir azalma söz konusu. Ama bu istenilen düzeyde değil. Yıllık bazda baktığımızda işsizlikte önemli bir artış yaşanıyor.
Şu anda geçen yıla artış yüzde 3.5’in üzerinde. Bunun yüzde 1’i döviz artışından kaynaklanıyor. Bir kısmı da ekonomiden daralmadan kaynaklanıyor. Ekonomiden daralmadan kaynaklanan kısma baktığınızda, mesela inşaat sektörüyle, imalat sanayi karşılaştırdığımız da inşatta hafif artış var ama hizmet sektörü iş yaratmaya devam ediyor. Ama toplamda işsizlik artıyor.
Dolayısıyla önümüzdeki dönemde işsizliğin konjonktürel kısmı belirgin olarak faiz indirimleri ve aranan diğer sektörler bunu aşağı çekecek. Fakat yapısal kısım var. O yapısal kısım tasarruf oranlarının yetersizliği ve orta vadeden tasarruf açığının kapatılması ile doğrudan doğruya birebir ilgili. Dolayısıyla önümüzdeki dönem uzun vadeli Türkiye de bu konuda yapılması gereken şey Sosyal Güvenlik reformu ve uzun vadeli tasarruf oranlarının artırılması.
Doların Global Gücü
Bir ülke kendi parasının rezerv para yapmak için bir proje geliştirebilir mi. Geliştirebilir. Bunu nasıl yapar. Bunu önceden ilan edilmiş bir çerçeve ile dünyaya duyurabilir. Hiçbir şey söylemez ama yapması gerekenleri yapar. Ama bir noktaya gelinir ki onun ekonomisi dominant, parası da aranır hale gelir. Birde bakmışsınız paranız rezerv para haline gelmiş.
Dolayısıyla bir paranın rezerv para haline gelmesi için, öncelikle ekonomisinin çok dominant olması lazım. Dünyadaki belli başlı ürünlerin fiyatının sizin paranız üzerinden belirlenmesi lazım… Onun dışında sizin paranızı elinde bulunduran kişilerin, bu paraları değerlendirecekleri imkanların geliştirilmesi lazım. Bunun da olmazsa olmaz şartı sermaye ve tahvil piyasasının olmasıdır.
Bu açıdan baktığımız da Çin Yuanı rezerv para olabilir mi? Çin’in ekonomik gücü dünyada giderek artıyor. Dünyada en fazla ticaret yapan ülkelerden biri. Ticaret olarak baktığımızda Yuan ülkeler arasında daha çok kullanılan para haline gelebilir. Çin de bunu aktif olarak destekliyor.
Fakat bütün bunların sonucunda Çin Yuanı, rezerv para olacaksa, bu parayı elinde tutanların, bu paraları ihtiyaç duyduklarında hazır nakde çevirecekleri bir ortamın olması lazım. Bir tahvil ve sermaye piyasasına ihtiyaç var.
Şimdi Çin’in ulusal borcunun milli gelire oranı belli. Tahvil piyasasının durumu belli… Böyle bakılınca, Yuan’ın rezerv para olması olasılığı son derece zayıf. Bu nedenlerden dolayı ben doların rezerv para olma halini koruyacağını tahmin ediyorum.
Bir Alanda Ayrışma
Bu kriz ortaya çıktığında şöyle bir söylem vardı. Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler ayrışacaklardı. Ben şahsen o dönemde bu ayrışmaya inanmamıştım. Ama önümüzdeki dönemde bir alanda ayrışma olabilir diye düşünüyorum. Bu ayrışmada kamu finansmanı ile ilgili olarak yaşanacak.
Kamu borcu milli gelir oranı yüksek olan ülkeler ile kamu borcu milli geliri oranı düşük olan ülkeler arasında bir ayrışma olabilir. Özellikle bu konuda etrafımızdaki ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri ve Doğu Avrupa ülkelerinde kamu borcu önemli bir gösterge haline gelecek. Bu oranlar, orta vadeli ve uzun vadeli faizler üzerine baskı yapmaya devam edecek. Dolayısıyla ekonominin yeteri kadar toparlanmadığı, hala bir takım eksiklere ihtiyaç duyulduğu ama öbür taraftan da borç yükünün attığı, orta ve uzun vadeli faizlerin yükselmeye başladığı, kamu finansman gücünün artmaya başladığı bir ülkede karşı karşıya gelecekler. Dolayısıyla burada kamu borç yükü az olan ülkelerin hareket alanları daha geniş olacaktır diye düşünüyorum. Türkiye ciddi olarak iyiler tarafında yer alacaktır.
Gıda Fiyatlarında Bozulma
Şimdi bizim gerek enflasyon raporumuzda gerekse para politikaları kurumu toplantılarında yaptığımız iletişimlerin içinde bunlar var. Biz bunları hesaba kattık. Dediğim gibi ne olacağı konusu zam yapıldıktan sonra konuşulur. 2010 yılının birinci yarısında çok yüksek bir enflasyon görebiliriz. Ocak ayında yıllık bazda enflasyon yüzde 7.5’e ulaşabilir.
Mesela arkadaşlardan 2008 yılı aralık ayı ile 2009 yılı aralık ayının bir hesabına bakmalarını, gıda ve enerji dışında yıllık enflasyonun ne olduğunu hesaplamalarını istedim.
Arkadaşlar hesabı yaptıklarında, 2008 yılında, gıda ve enerjiyi dışarıda tuttuğumuzda aylık enflasyonun yüzde 0,25 olduğunuz gördüler. Dolayısıyla enflasyonun temel öğelerinde bir bozulma söz konusu değil. Fakat özellikle gıdadan gelen bir bozulma dikkat çekiyor. Bunu da geçen zaman içinde izledik. Yılın birinci yarısında enflasyonun hedefin üzerine çıkacağını ama yılın sonunda yine hedefe yakın olarak tamamlayacağını düşünüyoruz. Politikalarımızı buna göre yönetiyoruz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?