“Şirketler meşruiyet krizinde”

John Kay ile şirketlerin evrimini, yeni liderlik anlayışını ve iş dünyasının geleceğini şekillendirecek temel dinamikleri konuştuk...

1.06.2025 22:00:290
Paylaş Tweet Paylaş
“Şirketler meşruiyet  krizinde”

TUBA İLZE 

[email protected]

Ünlü yönetim düşünürü ve ekonomist JOHN KAY, “21. Yüzyılda Şirket” adlı kitabında modern iş dünyasının en büyük sorunlarından birinin meşruiyet kaybı olduğunu vurguluyor. “Tüketiciler ürünleri seviyor ama şirketlere güvenmiyor” diyen Kay, dev şirketlerin etik sorunlar ve mahremiyet ihlalleriyle anıldığını belirtiyor. Ona göre uzun vadede değer yaratmanın yolu yalnızca hissedarlara değil çalışanlara, müşterilere ve topluma değer yaratmaktan geçiyor. Kay, kısa vadeli kazanca odaklanan, güven inşa etmeyen şirketlerin geleceğinin olmadığına da inanıyor.

İş dünyası, son 40 yılda iki büyük dönüşüm dalgası yaşadı. 1980’lerde yükselen hissedar değeri odaklı yönetim anlayışı, şirketleri kısa vadeli kâr maksimizasyonuna yönlendirdi. Yöneticiler, hisse senedi fiyatlarını artırmak için finansal getiriyi önceliklendirirken iş dünyasında uzun vadeli sürdürülebilirlik geri planda kaldı. İkinci dalga ise bilgi ekonomisinin yükselişiyle birlikte teknolojiye hakim ve iş birliğine dayalı yeni bir lider kuşağının ortaya çıkmasıydı. Bugün bu iki yaklaşım, kimi zaman çatışarak kimi zaman iç içe geçerek varlığını sürdürüyor. Ekonomi ve yönetim alanında dünyanın önde gelen düşünürlerinden John Kay, modern şirketlerin karşı karşıya olduğu en büyük krizin meşruiyet kaybı olduğunu savunuyor. 21. Yüzyılda Şirket: İş Dünyası Hakkında Bildiklerimizin (Neredeyse) Hepsi Neden Yanlış? (The Corporation in the 21.Century: Why ‘almost’ everything we are told about business is wrong) adlı kitabında, şirketlerin yalnızca finansal sermayeye değil insan ve sosyal sermayeye de odaklanması gerektiğini vurguluyor. Ona göre tüketiciler ürünleri sevse de şirketlere güvenmiyor ve bu güven kaybı iş dünyasını kökten değiştirecek. Jay; GE, ICI ve Deutsche Bank gibi devlerin çöküşü üzerinden finansallaşmanın yarattığı risklere de dikkat çekiyor. Jack Welch’in bir dönem savunduğu hissedar değeri odaklı yönetim anlayışını, Welch’in kendisinin bile “dünyanın en aptalca fikri” olarak tanımlamasının bu dönüşümün en çarpıcı örneği olduğunu belirtiyor ve işin içinde artık müşterilerin, çalışanların ve toplumun yer aldığını vurguluyor. John Kay ile şirketlerin evrimini, yeni liderlik anlayışını ve iş dünyasının geleceğini şekillendirecek temel dinamikleri konuştuk: 

Geçmişte çoğunlukla şirketler, hissedarlarına değer yaratmakla yükümlü görülürdü. Ancak kitabınızda artık bu anlayışın geçerli olmadığını savunuyorsunuz. Şirketlerin yeni rolü nedir? 

20. yüzyılın son çeyreğinde hissedar değeri odaklı yönetim anlayışı iş dünyasını büyük ölçüde şekillendirdi. Yöneticiler, hisse senedi fiyatlarını artırmak için kısa vadeli kârları önceliklendirdi. Ancak zamanla görüldü ki bu yaklaşım şirketlerin uzun vadeli başarısını riske atıyor. Bugünün ekonomisinde şirketler, yalnızca hissedarlarına değil, daha geniş bir paydaş ağına hizmet etmek zorunda. Çalışanlar, müşteriler ve toplum bir şirketin gerçek başarısının ayrılmaz bir parçası haline geldi. GE, ICI ve Deutsche Bank gibi bir zamanların devleri, finansallaşmaya aşırı bağımlı hale gelerek güç kaybetti. Finans sektörü için kârlı olan bu sistem, şirketlerin kendileri için sürdürülebilir bir model sunamadı. Jack Welch’in yıllarca savunduğu “hissedar değeri” anlayışının sonunda bizzat kendisi tarafından “dünyanın en aptalca fikri” olarak tanımlanması bu dönüşümün en önemli göstergelerinden biri. 

Meta, Apple ve Alphabet gibi yeni ekonomi şirketleri geleneksel şirketlerden farklı bir yönetim anlayışına sahip. Sizce bu şirketler yönetim felsefesinde bir değişim yarattı mı?

Yeni ekonomi şirketleri finansal sermayeye değil, entelektüel sermayeye dayalı bir model benimsedi. Geleneksel şirketlerdeki emir-komuta sistemleri ve yalnızca işlem odaklı iş ilişkileri yerini çalışanların sürece dahil olduğu, iş birliği odaklı yapılara bıraktı. Artık şirketlerde “komuta ve kontrol” anlayışı geri planda kalıyor. Onun yerine ortak amaçlara dayalı yönetim biçimleri, daha esnek ve insan merkezli karar alma mekanizmaları geliyor. Bu değişim, şirketlerin yalnızca organizasyonel yapısını değil, aynı zamanda çalışanlarının şirkete olan bağlılığını da doğrudan etkiliyor. Bugünün kazanan şirketleri, insan sermayesini en iyi şekilde yönetenler olacak. Şirketlerin en büyük sermayesi, çalışanlarının zihinsel kapasitesi ve organizasyonel becerileridir. 

Günümüz şirketleri nasıl bir dönüşüm sürecinden geçiyor? Rekabet avantajını belirleyen yeni unsurlar neler? 

Şirketlerin iş yapış biçimi köklü bir değişim geçiriyor. Geçmişte kendi kendine yeterli olmak bir güç göstergesiydi. Üretimden lojistiğe kadar tüm süreçleri bünyesinde yürüten şirketler başarılı kabul ediliyordu. Ancak artık bu model yerini dış kaynak kullanımına ve uzman hizmetlerden yararlanmaya bırakıyor. Şirketler, temel süreçlerden çok problem çözme yeteneğine, inovasyona ve hızla değişen piyasa koşullarına uyum sağlamaya odaklanıyor. Rekabet avantajı da artık yalnızca maliyetleri düşürmekle değil, değer yaratabilme kapasitesiyle tanımlanıyor. Başarılı şirketler, yalnızca finansal sonuçlara değil, çalışan deneyimine, müşteri memnuniyetine ve sosyal etkiye odaklanıyor. Yönetimde de büyük bir değişim yaşanıyor. Geleneksel emir-komuta anlayışı yerine, çalışanları sürece dahil eden, iş birliğine dayalı daha esnek ve insan odaklı yaklaşımlar öne çıkıyor. Ancak bu dönüşüm, şirketlerin toplum nezdindeki algısını da karmaşık hale getirdi. Tüketiciler, ürünleri sevse de şirketlere güven duymakta zorlanıyor. 

Şirketlerin giderek artan bir meşruiyet krizi yaşadığını söylüyorsunuz. Bunun temel nedenleri neler?

Günümüz iş dünyasında büyük bir çelişki var: Şirketler daha önce görülmemiş derecede yenilikçi ve başarılı ürünler sunuyor, ancak kamuoyunun güvenini kaybediyorlar. Boeing, Facebook, Google gibi markalar milyarlarca insanın hayatını kolaylaştırırken, aynı zamanda etik ihlaller, mahremiyet sorunları ve işçi haklarına dair eleştirilerle gündeme geliyor. Tüketiciler, bir yandan Amazon’un hızına, Netflix’in sunduğu içeriğe bağımlı hale gelmiş durumda ancak bu şirketlerin çalışma koşulları ve topluma olan etkileri hakkında endişe duyuyorlar. İş dünyasında etik aşınma ve savunulamaz eşitsizlikler giderek belirginleşiyor. Bu durum, 21. yüzyıl şirketlerinin en büyük sınavı haline gelen meşruiyet krizine işaret ediyor. Şirketlerin yalnızca hissedarlarına değil çalışanlarına, müşterilerine ve topluma da değer sunması gerekiyor. Kısa vadeli kâr hedefleriyle hareket eden, toplumsal beklentileri göz ardı eden şirketler uzun vadede ciddi bir riskle karşı karşıya kalacak. İş dünyası büyük yenilikler sunuyor, ancak bu yeniliklerin topluma nasıl bir değer kattığını yeniden düşünmek zorunda. 

Kitabınızda sermayenin yeniden tanımlanması gerektiğini belirtiyorsunuz. Bu konuda ne öneriyorsunuz? 

Geleneksel anlamda sermaye, finansal kaynaklar ve fiziksel varlıklardan oluşuyordu. Ancak günümüz iş dünyasında bu tanım yetersiz kalıyor. Şirketlerin başarısını belirleyen en önemli faktörler artık insan sermayesi, sosyal sermaye ve doğal sermaye gibi unsurlar. Bugün halka arzlar bile çoğu zaman şirketlere sermaye sağlamak için değil, kurucuların servetlerini nakde çevirmesi için yapılıyor. İş dünyasını anlamak için kullanılan dilin de bu değişime ayak uydurması gerekiyor. Eğer “sermaye” terimi hala anlamlı olacaksa bu yalnızca finansal kaynakları değil, insan, sosyal ve doğal sermayeyi de kapsamalı. Bu nedenle kârı da yeniden tanımlamak gerekiyor. Kâr, yalnızca finansal sermayeye getirilen bir getiri olarak değil, müşterilere sunulan mal ve hizmetlerden elde edilen ekonomik rant olarak görülmeli. 

Gelecekte başarılı şirketleri hangi temel ilkeler belirleyecek? 

Günümüzün şirketleri için başarının üç temel ilkesi var. Bunlardan ilki paydaş kapitalizmi. Şirketler artık sadece hissedarlarına değil, çalışanlarına, müşterilerine ve topluma da değer yaratmak zorunda. Bir diğeri dijital dönüşüm. Teknoloji ve veri analitiğini etkin kullanan şirketler rekabet avantajı kazanacak. Üçüncüsüyse uzun vadeli düşünme. Kısa vadeli kâr maksimizasyonu yerine sürdürülebilir büyüme stratejileri geliştirenler ayakta kalacak.


“ŞİRKETLERİN EN BÜYÜK GÜCÜ GÜVENİLİRLİK”

GENÇLER KAPİTALİZME SICAK BAKMIYOR 
Son yıllarda genç neslin kapitalizme olan bakışı giderek değişiyor. 2022’de yapılan bir araştırmaya göre, 30 yaş altındaki Amerikalıların sadece yüzde 40’ı kapitalizmi olumlu görürken, yüzde 44’ü sosyalizme daha yakın hissettiğini belirtti. İlginç olan, katılımcılara her iki ekonomik sisteme de olumlu bakma seçeneğinin sunulmasıydı. 65 yaş üstü katılımcılardaysa kapitalizm açık ara önde çıktı. Ancak bu rakamlar, kapitalizmin ve sosyalizmin insanlar için ne ifade ettiği konusundaki farklı yorumları gözler önüne seriyor. Bugünün gençleri için kapitalizm, fırsatlardan çok eşitsizlikleri temsil eden bir sistem olarak algılanıyor.

ŞİRKETLER BÜYÜYOR, GÜVEN AZALIYOR Dünya genelinde 30 milyondan fazla işletme bulunuyor ve bunların büyük çoğunluğu 5 kişiden az çalışanı olan küçük ölçekli firmalar. Küçük işletmeler, toplumun en güvenilir ticari yapıları arasında yer alıyor. Ancak büyük şirketler için aynı şeyi söylemek zor. Goldman Sachs, Apple, Google ve Boeing gibi dev markalar, geniş çapta etkili olmalarına rağmen kamuoyunda şüpheyle karşılanıyor. ABD’de yapılan araştırmalar, insanların işverenlerine hükümetten daha fazla güvendiğini gösteriyor. Ancak büyük şirketler, Kongre’den sonra en az güven duyulan kurumlar arasında bulunuyor. Markalar, yalnızca kâr odaklı bir anlayışla değil, toplumsal güveni yeniden inşa edecek politikalarla da hareket etmek zorunda.



“GERÇEK GÜÇ İŞ BİRLİĞİNDEN DOĞAR”

“FİNANSAL SİSTEM BALON OLUR” 
Finans sektörü, gerçek ekonomiye hizmet etmeli. Ancak günümüzde finansal sistem, kendi içinde aşırı büyüyerek ekonomiye zarar veriyor. Finansın amacı, şirketleri desteklemek ve değer yaratılmasına yardımcı olmaktır. Oysa bugün birçok finansal kuruluş reel ekonomiden koparak yalnızca kendini besleyen bir yapıya dönüşmüş durumda. Finans, üretime ve topluma katkı sağlamadığı sürece sadece bir balon olur. Daha şeffaf, sade ve toplum yararına işleyen bir finansal yapı inşa etmeliyiz.

“İTİBAR EN BÜYÜK VARLIK” Toplumla bağı kopan, sadece kısa vadeli kazançlara odaklanan şirketler uzun vadede ayakta kalamaz. Bir şirketin en büyük varlığı, fabrikaları ya da sermayesi değil, toplumdaki itibarıdır. Kaybedilen itibar, parayla geri satın alınamaz. Büyük şirket olmak, güçlü olmak anlamına gelmez. Pek çok büyük kuruluş, esneklikten uzak olduğu için düşüşe geçti. Bir zamanlar dünyanın en büyük şirketleri olan Kodak, Nokia ve Sears gibi devlerin düşüşü, sadece pazar değişimiyle açıklanamaz.

BİRLİKTE ÇALIŞABİLME BECERİSİ 
Şirketlerin sürdürülebilir büyüme için sadece rakipleri alt etmeye odaklanması değil, iş birliği yaparak daha büyük değer yaratmayı hedeflemesi gerekir. Tarih boyunca, en büyük başarılar yalnızca rekabetten değil, birlikte çalışabilme becerisinden doğmuştur. Gerçek güç, hızla değişen dünyaya adapte olabilmekten ve değer yaratmaya devam edebilmekten geçer. Başarının ölçüsü sadece büyüklük değil, sürdürülebilirliktir.



“ESKİ MODELLER GEÇERLİLİĞİNİ YİTİRDİ”

“SERMAYE ANLAYIŞI DEĞİŞTİ” 
Eskiden sermaye, fabrikalar, makineler ve büyük yatırımlarla tanımlanıyordu. Sermaye sahipleri, iş dünyasında kalıcı bir güce sahipti. Ancak günümüzde bu anlayış değişti. Artık şirketlerin başarısını belirleyen en önemli faktör, sahip oldukları finansal kaynaklar değil, çalışanlarının bilgi birikimi ve organizasyon içindeki yetkinlikleri. Şirketler için sermaye, artık fiziksel varlıklardan çok entelektüel kapasiteye dayanıyor.

YENİ EKONOMİ 
Geleneksel ekonomi teorileri, iş dünyasını kapitalist elitin yönettiği bir yapı olarak ele alıyordu. Ancak günümüz ekonomisi çok daha dinamik bir sisteme sahip. Başarılı iş modelleri hızla büyürken, başarısız girişimler hızlıca eleniyor. Artık finansal güç tek başına yeterli değil; şirketlerin piyasaya adaptasyonu, inovasyon kabiliyeti ve değişime açıklığı en kritik unsurlar haline geldi.

DEĞER DÖNÜŞÜYOR Şirketlerin değer yaratma anlayışı da dönüşüyor. Klasik anlayışta sermaye, sadece finansal yatırımları ifade ediyordu. Ancak artık insan sermayesi, sosyal sermaye ve doğal sermaye gibi unsurlar ön plana çıkıyor. Şirketlerin başarısı, sahip oldukları para kadar, çalışanlarına, çevreye ve topluma nasıl bir etki bıraktıklarıyla da ölçülmeli. Günümüz iş dünyasında, değer yaratmanın yolu sürdürülebilirlikten ve insan odaklı yönetimden geçiyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz