En iyinin yeri bile sağlam değil

1.10.2015 12:52:460
Paylaş Tweet Paylaş
En iyinin yeri bile sağlam değil
Neredeyse herkesin telefonunun Nokia olduğu dönemde global bir iş dergisinde şirketle ilgili kapak yazısını hatırlıyorum. Şirketin o dönemdeki (2007 yılı) CEO’su Olli-Pekka Kallasvuo’nun resmi ve iddialı açıklamalarının yer aldığı yazıda, Nokia’nın müthiş başarısı, telefon işinden internet şirketi olmaya giden gelecek stratejisi anlatılıyordu. Rakamlar müthişti:
* 900 milyon Nokia kullanıcısı vardı.
* Şirketin cirosu 76 milyar dolara ulaşmıştı. Büyüme yüzde 30’du.
* Sektörün kârının yüzde 80’i, cirosunun da yüzde 38’i Nokia’ya aitti.
CEO Kallasvuo, yeni dönemde büyüme için 1 milyar yeni internet kullanıcısının, hiç olmadıkları ABD ve gelişmekte olan ülkelere yöneleceğini söylerken, o yazıyı okuyanların aklına Nokia’nın bu işi terk edeceği gelmemişti. Sadece Nokia değil. İş kitaplarına ve şirket öykülerine yüksek düzeyde ilgi duyan biri olarak benzer yoldan giden çok sayıda şirket gördüm. Örneğin, Blackberry’nin kitabını okudum. Mucizevi bir başarı öyküsü gibi anlatılıyordu. Türkiye’de cep telefonu işinin yeni başladığı dönemde Motorola ve Ericsson’un şirket gezilerine katıldım. Hepsinde Nokia’daki havayı görmüştüm. Kimsenin aklından bir gün bu parlak dönemlerin geride kalacağı düşüncesi yoktu. Yandaki tablo, aslında sadece bu sektöre değil, her alana yönelik önemli mesaj içeriyor… Yeni teknoloji ve iş modelleriyle şekillenen sektörlerde “kalıcı” olmak giderek zorlaşıyor. Bir dönemdeki başarıya sarılıp, aynı ürün ve hizmetle sonsuza kadar gitmek mümkün değil. Tabloya bakın… 2000’deki liste bir şirket dışında neredeyse değişmiş. Yenileri, 2000 yılında bile olmayan şirketler listeye gelmiş. Örneğin, Xiaomi… Birkaç yılda dünyada yüzde 3,6 pazar payına ulaşmış olmaları müthiş bir başarı öyküsü… Ancak, bunun ne kadar devam ettirileceğini önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Kârlılığın düştüğü, ölçek ekonomisinin öne çıktığı bu pazarda, belki 5 yıl sonra listenin yarısı tamamen değişmiş olacak. Sadece bu alanda mı? Belki de bizim, sizin sektörde de benzer bir değişim gerçekleşecek. 

Vehbi Koç ne demişti

*En büyük sıkıntım adam idare etmektir.
* Yeni bir işe başlarken memleketin bu işe olan ihtiyacına ve rakiplerimin durumuna bakarım.
* Sıfırdan başlayıp muvaffak olmak çok zordur, çok çalışmak ister.
* Bir insan dürüst olmadan da para kazanabilir. Ama bu, ikindi güneşine benzer.
* Para kazanmak bir yere kadar önemlidir. Bir noktadan sonra insanda muvaffak olma hırsı başlıyor. Bunun zevki büyüktür.
* Bütün zevkimi çalışmakta bulurum. Evime geldiğim zaman bulursam bir viski, yemek, sonra da gazete okur ve yatarım. Spor olarak da ata binerim.
* İş hayatımda ailedeki hastalıklar müstesna, uykumu kaçıran durumlar olmadı. Muntazam uyurum.

1963 yılının zenginleri
Perakendenin önemli isimlerinden sevgili Servet Topaloğlu, son dönemde antika ve eski kitap işine merak sardı. Bit pazarı, sahaf ve antikacıları dolaşıyor, kitap mezatlarına katılıyor. Geçenlerde katıldığı bir mezattan bu sayfada gördüğünüz kitabı aldı. Merakımı bildiği için benimle paylaştı. 1963 yılında yazılmış bu kitabı Türk iş dünyasının o yıllardaki durumunu ortaya koyması açısından önemli olduğu için buraya aktarıyorum. “Nasıl Milyoner Oldular” başlıklı kitapta, Türkiye’nin o dönemki milyonerlerinin öykülerine yer veriliyor. “Zengin, milyoner” denince o dönem kimlerin akıllara geldiğini ortaya koymak açısından bu işadamlarını sizlerle de paylaşmak istedim. Ben kitaptakilerden Vehbi Koç ile Nuri Leflef’i (ayakkabı boyası üreticisi) tanıdım. Vehbi Bey ile küçük bir soru-yanıt vardı, oradan da özet birkaç cümle aktardım. Kitapta öykü yok, ama anlatılanlardan Nejat Ezcacıbaşı da yazar tarafından “milyoner” olarak tanımlanıyor. Ancak diğerlerinin öykülerine bakın… Zenginliğin büyük dönüşümünü görün…
CEMİL BİNGÖL: Kürt Cemil olarak biliniyor. Yoksul bir çocuk olarak gazete dağıtıcılığıyla iş hayatına başlamış. Şimdi ise “Beşikten mezara kadar çalışmalı” felsefesiyle milyoner oldu. Gümrükteki malların ticareti, narenciye tarımı, bina yıkıcılığı, kıraathane işletmeciliği, düğün salonları, saz işletmeciliği ve Yeniköy’de 56 yataklı oteli var.
ALİ CİVAN: Çobanlıktan 40 yılda milyonerliği yükseldi. İstanbul’un ilk dolmuşunu o işletmeye başladı. 5 adet jet otobüsü, iki büyük apartmanı, arsaları, garajı var. “Şimdi ABD’den 5 helikopter getirip dolmuş yapacağım” diye plan yapıyor.
EMİN YEYMAN: TBMM’de garson olarak başladı. Kendine güveni tamdı. Garson olarak çalıştığı Şanuvar Bar’da arkadaşına, “Göreceksin bir gün buranın sahibi olacağım” dedi. Öyle de oldu. Bu bar dahil 9 gazino, restoranlar ve pavyonun sahibi şimdi.
MEHMET KÜLEKCİOĞLU: Marangoz çıraklığından milyonerliğe yükseldi. İnşaat işçiliği, barsak ticareti, plastik ticareti yaptı. Ardından tütün ticaretine girdi ve hayatı değişti. Mermi ve silah bayiliği aldı. Biriktirdiği para ile Piyerloti’de otel yatırımına girdi. Şimdi oteli, arsalarının yanı sıra Kadıköy’de sinema ve düğün salonu projesi ile Harbiye’de otel planı var. HÜSEYİN BAŞARIR: İş hayatına gazoz atölyesinde çırak olarak başlayıp bu işin patronluğuna yükselmiş, dönemin başarılı işadamlarından biri… Önce gazoz imalatı yaptı. Aklı hep gazoz malzemelerindeydi, sonra o işe girdi. Kapsül üretmeye başladı. Bunun için Konbaş şirketini kurdu. Artık modern anlamda gazoz kapağını o üretiyordu. Hedefini ise “Kapsül sanayinde daha bir inkişaf sağlamak, dış piyasaya göğüs gerecek şekilde fabrikamı geliştirmek” olarak açıklıyor.
HASAN KARAMEHMET: Yazar, “Bir ara Osmanlı Bankası’nda ona, ‘Ağa biz bu kadar büyük parayı işletemiyoruz’ diyerek parasını iade etmişlerdi. O dönem bankalar Karamehmet’in faizini ödeyecek durumda değillerdi” diye anlatıyor. Hasan Bey iş hayatına bir merkep ile köyler ve kasabalarda mal satarak başlamıştı. Sonra bakkal açtı, ardından huhubat ticaretine girdi. Bir çırçır ve iplik fabrikasının haciz ile satılacağını görüp talip oldu ve aldı. Bunu dokuma fabrikası yatırımı izledi. “Türkiye’nin en iyi kaputunu” imal etti.
CAVİT CAV: 1928 yılında Amsterdam’da düzenlenen olimpiyatlarda, Türkiye’yi bisiklette temsil etti. Bir yandan da bisiklet ve çocuk arabası tamiri yapıyordu. Sonra Türkiye’nin ilk çocuk arabası, ardından da bisiklet üretimine başladı. Yıllık üretimi ise 3-4 bin adet düzeyinde. Hedefini şöyle anlatmıştı: “İhtiyacımız 70 bin bisiklettir. Bir bisiklet 30 dolardır. Bu nedenle her yıl 21 milyon TL yurtdışına çıkıyor. Bunu üretmemiz lazım.”
NURİ LEFLEF: İş hayatına çocuk yaşta 25 kuruş yevmiye ile Haçik Pekyan’ın yanında başladı. İşi ayakkabı boyası kazanının altını yakmak, temizlik idi. Çıraklık döneminde işi öğrenmiş, biriktirdiği 18,5 TL ile kendi işini kurmak için ayrılmıştı. Türkiye’nin ilk “ayakkabı boya üretimini” küçük bir atölyede böyle başlatmıştı. Kısa sürede Tahtakale’de büyük bir üretim merkezine dönüştürdü, Etiler ve Şişli’de apartman ile arsaları var. Serveti ise 3,4 milyon TL.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz