Bu konuyu bilmiyordum, yakın
zamanda okuduğum bir
makaleden öğrendim. 18 ve
19’uncu yüzyılda, hepimizin bildiği gibi
ulaşımda at ve at arabaları egemendi.
Hatta bu konuda bir yazım da vardı.
“Taşıma Araçları İşi: Amerika’da
Atla-Çekilen Araçların Üretimi” adlı
kitabın yazarı Thomas A. Kinney’e
dayandırdığım yazıda, 1890’larda
ABD’de, at arabası ve katar sektöründe
çalışan 13 bin şirket olduğunu
paylaşmıştım. Sonradan küçük otomobil
üreticileri geldi, beraberce rekabet
ettiler (Resimde bu rekabetin bir
fotoğrafı var.)
Bu girişten sonra yeni öğrendiğim
konuyu paylaşmak, “Dünyanın İlk
Büyük Çevre Krizi’nden” söz etmek
istiyorum. 1894 yılında Londra’da
yaşanmıştı. O tarihlerde Londra’da
araba ve diğer ihtiyaçlar için 50 bin at
vardı. Her biri sokaklara günde 7-17 kg arasında dışkı,
1 litre kadar idrar bırakıyordu. New York’ta ise 100
binden fazla at yaşıyordu.
TIMES GAZETESİ’NİN BAŞLIĞI
Bu tablo karşısında Times Gazetesi şu başlığı
atmıştı: “50 yıl içinde Londra’nın her sokağı 2 metre
yüksekliğinde dışkıyla kaplanmış
olacak.”
Üstelik bu kadarıyla da kalmamış,
aynı dönemde Uluslararası Kentsel
Planlama Konferansı’nda konu
tartışılmış, 10 gün yerine 13 gün
sürmüş, ancak sonuca ulaşılamamıştı.
Bu saptamayı aktaran Roger James
Hamilton, “Meydan okumaların çoğu
yenilmezmiş gibi görünür. Geleneksel
yöntemle mücadele edenler kolaylıkla
ümitlerini kaybedebilir” diyor.
Oysa “Dünyanın En Büyük
Çevre Krizi”, gelenekselin dışında
bakan, devrim gibi model ve araçlar
geliştirenlerin sayesinde kendiliğinden
ortadan kalktı. Kriz yaşanırken Alman
Carl Benz ve Gottlieb Daimler ile
Amerikalı Henry Ford gibi girişimciler,
otomobilde inovasyona, üretime
kafa yoruyordu. Düşünün, 1912
yılında Londra’nın ve New York’un
sokaklarında hala at arabaları varken sadece 5 yıl
sonra atla çekilen arabalar artık tarihe karışmıştı.
Sorun ve fırsatlara, daha geniş çerçevede ve
vadede bakılınca bugünkü sorunların bazılarının da
yine inovasyon liderleri sayesinde ortadan kalkacağını
tahmin etmek zor olmayacak. Tıpkı sürücüsüz araçlar
ve yeşil enerjiye yönelik cihazlar/modeller gibi…
ABD ilk kadın milyarderini hangi tarihte yaratmıştı?
Geçen ay içinde Ekonomist Dergisi
olarak Garanti Bankası ile
birlikte 10 yıldır düzenlediğimiz
Kadın Girişimci Ödülleri’nin törenini
gerçekleştirdik. Konuşma öncesinde
dünyada girişimcilik konusuna baktım.
Özellikle de Amerika’ya odaklandım.
Şunu anlamaya çalışıyordum. Türkiye’de
girişimcilik son 30 yılın konusu… Kadın
girişimciler ise daha yeni bir konu…
Kadın girişimci ödülüne ilk yıl 150 kişi
başvurmuştu, son ödüle 10 binin üzerinde başvuru
yapıldı.
Bu haliyle bakınca çoğu insan, “Türkiye ne kadar
geride” diye düşünüyor. Oysa Amerika’ya baktığınızda
onların ne zaman başladığını, bizim ne zaman takibe
geçtiğimizi çok açıkça görüyoruz. Tamam, bizde
birkaç yüz bin, Amerika’da ise 9,9 milyon kadın
girişimci var. Toplam içindeki payları yüzde 36’ya
yaklaşıyor. Tamam, bunlar önemli rakamlar. “Ama”
diyorum!
Bakın Amerika’da ilk “self billionaire” (Kendi
olanaklarıyla milyarder olan) kadın girişimci 1867-
1919 yılları arasında yaşamış. “Madam C. J. Walker”
diye tanınan Sarah Breedlove, servetini kozmetikten
kazanmış, döneminde büyük sükse yapmış bir
girişimci… Sonradan sanat, bağış ve sosyal
işlere yatırım yapmış, hayır işleriyle tanınmış.
İlk kadın girişimcilerin görünmesi
daha eskiye, 17’nci yüzyıla dayanıyor.
Hollanda’dan gelen göçmenlerin
öncülük ettiği gemi inşa işinde, Margaret
Hardenbrook Philips başarılarıyla öne
çıkmış.
ABD’de ilk kadın CEO, 1889 yılında
atanmış. Bir aile şirketi olan Bissel
Company’nin CEO’luğuna aileden biri olan
Anna Bissel getirilmiş. ABD’nin en büyük 500 şirketi
içinde ilk kadın CEO ise 1972’de açıklanmış. Aileden
biri olan Katharine Graham, Washington Post’un
CEO’luğuna getirildiğinde bütün dünyada yankı
uyandırmış.
Biraz daha yakına gelelim… 1950’lerde “ilk
bilgisayar kodu yazanlar” arasında kadınların oranı
neredeyse yüzde 50’yi geçiyordu. Ada Lovelace,
1950’de dünyanın ilk bilgisayarcısı olarak tarihte
yerini aldı.
Dolayısıyla ABD ile Türkiye’yi kıyaslamak
yerine, Türkiye’nin son yıllarda aldığı
yola, daha doğrusu bardağın dolu
tarafına bakmamız gerekiyor diye
düşünüyorum.
Neleri değiştirmeli geliştirmeliyim?
Daha önce Capital’de çeşitli zamanlarda bu
konuya dikkat çekmiştik. Hatta bazı patron ve
CEO’lara doğrudan bu soruyu da sorduk. Bence içinde
bulunduğumuz dönemde şu sorunun önemi daha da
kritik hale geliyor: “Neyi değiştirmek isterdiniz, nereden
başlardınız?”
Geçenlerde General Motors’un başarılı CEO’su
MARRY BARRA’nın söyleşisini okurken bu soruyu ve
yanıtını buldum. Barra, şöyle anlatıyor:
“Dünyanın dört bir yanındaki en önemli 300
liderimizi yılda iki kere bir araya getiririz. Toplantılar
yapar ve birlikte araba kullanırız. İki yıl önce toplantıya
gelmeden önce herkese basit bir soru sormuştuk:
‘Eğer organizasyon genelinde değiştirebileceğiniz bir
davranış tarzı olsaydı, o hangisi olurdu?’
Arkadaşlarımız içinde güvenilirlik, başkalarının sorunlarına sahip çıkma, kazanmaya yönelik sürekli
istek, açıklık ve şeffaflığa sahip olmanın da bulunduğu,
hepimizin geliştirmek istediği 5-6 şeyle oraya gelmiştik.
Sonunda, ‘Herkes artık odadan dışarı çıkabilir ve o yönde
davranmaya başlayabilir’ diye düşündük.
Ben en mükemmel örneğin yakın geçmişte
Japonya’da (Nisan ayında) tedarik zincirimizi mahveden
depremler esnasında organizasyonumuzun sımsıkı bir
araya gelmesi olduğunu düşünüyorum. Çapraz-işlevsel
takımlar çabucak bir araya gelmiş, adımlar atmış ve
tedarik tabanımızla birlikte çalışmıştı. İlk günlerde birtakım şeylerden feragat etmek zorunda
kalmış, ancak kurum için en iyisi olanı
yapmıştık.”
Yeni yıla girmeye sadece 1 ay
kaldı. Yabancıların “New year
resolution” dedikleri, yeni yıl için
kritik, önemli karar alma dönemi
yaklaşıyor. Bence “Yapılacaklar
listesi” ile birlikte “Geliştirme ve
değiştirme” listesi de oluşturmakta
yarar var.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?