Karar ve tercihler üzerine bir kitap
hazırlıyorum. İş insanlarını, özellikle de
girişimcileri kapsayan bu kitap için çok
sayıda kitap okudum, görüşme yaptım, biyografileri
inceledim. Her iş insanının hayatında, onu birkaç
basamak üste taşıyan, “sıçrama” denebilecek nitelikte
kararlar vardır. Bunların sayısı bir elin parmaklarını
geçmez. Ancak, bir de işlerini yürütürken kararlar
alırlar. Onlar da önemsizden önemliye her gün
değişiklik gösterir.
Cornell Üniversitesi’nde hazırlanan bir
araştırmaya göre yetişkin bir kişi günde ortalama 35
bin karar alıyor. Size abartılı gelebilir ama bunun
226’sı sadece gıdayla ilgili… Çocuklarda ise rakam 3
bine kadar düşebiliyor.
Bu rakamların her meslek grubunda dağılımı
farklı.
Geçenlerde Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’un
bu yöndeki bir değerlendirmesini okudum.
Karar konusuna farklı bir bakış açısı getiriyor
ve iş ortaklarına “risk yönetiminde” bu yoldan
gidebilecekleri önerisinde bulunuyor:
1 İş hayatında “geriye dönüşü” olmayan kararlar
vardır. Onları alırken çok dikkatli olmanız
gerekir.
2 Bazı kararlar ise “bir kapıdan çıkmaya” benzer.
Aldığınız kararı beğenmiyorsanız, her zaman
geriye dönebilirsiniz.
Bezos’a göre iş dünyasında sorunların, kötü risk
yönetimlerinin altında “ikisini birbirine karıştırma”
yatıyor. Bezos, kararlara böyle bakılıp, ona göre
strateji uygulansa, sorun çıkmayacağına inanıyor ve
şunu ekliyor:
“Organizasyonlar büyüdükçe alınan pek çok
kararda sorunlar ortaya çıkar. İçinde çok sayıda
‘ikinci tür’ kararın da olduğu
kararlar, ‘birinci tür’ süreç
yöntemiyle alınır. Bunun sonucu
yavaşlık, bilinçsizce riskten uzak
durma, yeterince deney yapmama
ve dolayısıyla azalan icatlarla
karşılaşırız. Bizim bu eğilimle nasıl
savaşacağımıza karar vermemiz
gerekecek. Bu nedenle herkese
tek beden anlayışının tuzaklarla
dolu olduğunu anlatmamız
gerekiyor. ‘Dönüşü olmayan
kararları’, ikinci tip anlayışla alan
şirketler, büyümelerine rağmen
kaybolup gitme riskiyle karşı
karşıya kalabilirler.”
İkinci tip kararla
yaratılan başarı
İş dünyasında yaratılan büyük başarılarda “birinci
tip”kararların etkisi büyüktür. Şirketler tarihini incelediğinizde
bunun örneklerini görürsünüz. McDonalds, başlangıçta yol
üstünde, arabalarla girilen, garson kızların servis yaptığı bir
perakendeci idi. McDonalds Kardeşler, hızlanmak ve maliyeti
düşürmek için “tarihi” karar verdiler. Yeni dönemde artık
müşteri kendi servisini kendisi yapacak, seçimini çok sayıda
standart menüden gerçekleştirecekti. O gün için alınmış bu
karar, sonradan “fast food” devriminin de yolunu açmıştı.
Benzer bir kararı yıllar sonra Twitter’ın çekirdek kurucuları
almıştı. Video blog işini, karlı ve çok sayıda yatırımcıları
olmasına rağmen bırakmaya karar vermiş, ana ekibiyle
birlikte, yeni iş aramaya koyulmuş, sonunda Twitter’ı
yaratmışlardı.
Çok ürün iş yapıyor mu?
Birkaç yıl önce İngiliz Tesco önemli bir karar aldı ve
raflarındaki 90 bin adet olan ürün sayısını 30 bin adet
azalttı. Bunu yaparken İngiltere pazarında kendisini
zorlayan ve 2-3 bin arasında ürün bulunduran Aldi ile Lidl
zincirleriyle rekabette kendini yeniden konumlandırmayı
amaçlıyordu. Çünkü, örneğin Aldi 1 salça seçeneği sunarken,
Tesco 28 domates seçeneğini raflarında bulunduruyordu.
Tesco 224, Lidl ise sadece 12 hava temizleyicisi satıyordu.
Sadece Tesco değil, zaman zaman bu tip “ürün sayısı
düşürme” operasyonunu çok değişik sektörden şirket yapıyor.
Yakın geçmişte Procter&Gamble benzer bir operasyon
yapmış, “milyar dolarlık marka” sayısını artırma amacıyla bazı
markalarını satmıştı.
Ancak, bazı şirketler ise farklı yoldan gidiyor. Onların
tercihi marka ve ürün sayısını artırmak… Türkiye’den
Ülker’in de içlerinde bulunduğu şirketler, “Madem son satış
noktasına kamyonlarımız gidiyor, daha fazla ürünü dağıtalım,
aynı kategoride daha fazla ihtiyacı karşılayalım” yaklaşımını
benimsiyor. Yıldız Grubu olarak 300’den fazla markayı
bünyelerinde bulundurmaları da bunu gösteriyor.
Ancak soru şu: “Çok ürün stratejisi herkes için uygun mu”,
“Çok sayıda marka ve alt markayla mı işi götürmek lazım,
yoksa odaklanmak mı?”
Benim gördüğüm kadarıyla iş dünyasında “çok markayı ve
ürünü” başarıyla götürenler, büyütenler var. Yıldız Holding
bunlardan biri… Bunun yanı sıra her marka ve ürünün
hakkını veremeyenler de var. Her marka bir yatırım, rafa giriş
bütçesi, iade anlamına da geliyor. Büyük perakendecilerin
raf ve tanıtım bedellerini yüksek tuttukları bu dönemde, bu
tip bütçelerin önemi daha da artıyor. Çok yakın zamanda
bir marka perakendeden çekildi. Birkaç markanın da
büyük zincirlerle sorun yaşadığı için bazı ürünlerini raflara
sokamadığını biliyorum. O nedenle “çok ürün” yaklaşımını
etraflıca düşünüp gözden geçirmek gerekiyor.
Bu tablodaki mesaja dikkat
Geçen ay içinde “Nesnelerin İnterneti
Zirvesi’nin” (Internet of Things) ikincisi
gerçekleştirildi. Çok önemli konuşmacılar,
birbirinden ilginç sunumlar yaptılar. Bunlardan
birisinde gördüğüm tablo beni çok etkiledi.
Intel Türkiye’nin CEO’su Burak Aydın’ın
sunumunda “aplikasyon sektöründe yaratılan”
değerle ilgili veriler vardı. Sunumundaki bir
sayfada iki grafik yan yana yer alıyordu. O
grafikten bir özeti bu sayfada paylaşıyorum.
Bir tarafında “Ülkelere göre en çok gelir
elde edenler”, diğer tarafta ise “En çok
aplikasyon indiren ülkeler” sıralaması yer alıyor.
Gördüğünüz gibi “indirme” listesinde Türkiye
ilk 10’a girerken, “değerli” olan listede yer
almıyor.
Statista adlı veri sitesinin rakamlarına göre
dünyada aplikasyonların ulaştığı ciro 2015
yılında 69,8 milyar dolara ulaştı. Büyük olasılıkla
içinde bulunduğumuz yılı 80 milyar doların
üstünde tamamlayacak. 2020 hedefi ise 199
milyar dolara yaklaşıyor.
Türkiye’nin bu büyük ve giderek daha
da büyük bir sektöre dönüşecek aplikasyon
dünyasının “sol tarafında” yerini alması, ilk 10
olmasa dahi kendine yer edinmesi gerekiyor.
Yeni dönemin girişimcilerinin biraz da bu tarafa
bakması, startup’lara yönelik desteklerin de bu
gelişmeyi dikkate alması önemli.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?