İyi başlangıç nasıl yapılır?

6.03.2017 16:44:190
Paylaş Tweet Paylaş
İyi başlangıç nasıl yapılır?
Kevin Asthon’ın “How to Fly a Horse” (Atı Nasıl Uçurursunuz?) kitabını bir süre önce okumuş, bazı önemli bulduğum yerlerin altını çizmiştim. Geçenlerde tekrar elime aldığımda, beğendiğim bir bölümü tekrar okuyunca, “Benim de yaşadığım en kritik sorunlardan biri” diye düşündüm. O da bu sorunu Oscar Ödüllü oyun yazarı Charlie Kaufman’ın, “Başlamaya başlamak. Nasıl başlamak” sözleriyle ortaya koymuş. Gerçekten de bir yazı, bir kitap, bir mülakat, bir proje, bir konuşma… Ne derseniz deyin, başlamak gerçekten çok zor. O nedenle de KEVIN ASTHON, “Bizim başlamadan önce yaptığımız tek şey, bir türlü başlamayı beceremeyişimizdir” diye yazmış. Sonra, “iyi başlamak” üzerine şu saptamaları yapmış: 1Başlamanın en iyi yolu, aslında denizde yüzmenin en iyi yoluyla aynıdır. Ayak uçlarında yürünmez. Suda yürünmez. Hemen suya dalınır. Tepeden tırnağa ıslanır ve üşürsünüz. Üzeriniz tuzla kaplanır, saçlarınızı alnınızın gerisine doğru yatırır ve sonra tekrar tekrar kulaç atarsınız. Üşümenizin geçtiğini hissedersiniz. Kesinlikle arkanıza bakmaz ve ileride ne olacağını düşünmezsiniz. Sadece gidersiniz. 2Başlangıçta tek önemli olan, tekerlek üzerinde çamurdan ne kadar çömlek yaptığınızdır. Yapabildiğiniz kadar uzun saatler boyunca çabalayın. Ölünceye kadar bunu mümkün olduğunca tekrarlayın. 3İlk başlangıç yanlışmış gibi gelecektir. Biz kendimizle aralıksız birlikte olmaya alışık değiliz. Biz şeylerin ilk olarak nasıl göründüğünü bilmeyiz. Biz bitirdiğimiz ama asla başlamadığımız yaratımlarımızın hayalini kurarız. Başlayan bir şey yanlıştan daha az doğrudur, mükemmelden daha kusurludur, hep sorun vardır ve hiç çözüm yoktur. 4Yirminci yüzyıl müziğinin muhteşem inovasyoncularından biri olan Rus bestekar Igor Stravinsky, her sabaha piyanoda bir Bach fügü çalarak başlardı. Ardından 10 saat boyunca çalışırdı. Öğle yemeğinden önce bestesini yapmış olurdu. Öğle yemeğinden sonra ise orkestraya uyarlar ve kaydederdi. O, ilham gelmesi için asla beklemezdi. “Eğer başlangıçta ilham gelmiyorsa, çalışmak ilham gelmesini sağlar” derdi. 5Başlangıçta bir saat boyunca yaratmak zordur. Beynimiz her beş dakikada bir araya bir şeylerin girmesini ister: Rahatlamak için kahve için, e-postalarınıza bakın ya da köpeğinizi besleyin.

Bazı şeyleri tek başınıza yapamazsınız

Dünyanın en önemli şirketlerine, startup’larına baktığınızda, çok sayıda kurucusunun olduğunu görürsünüz. Başarılı girişimcilerin CV’lerini okuduğunuzda, “co-founder” (kurucu ortak) ibaresi dikkati çeker. Bu konuya Startup dergisinde de dikkat çektik. Başarılı girişimlerin neredeyse tamamı, bir ya da birkaç kişi tarafından kurulmuş. Disney’in eski CEO’su Michael Eisner, “Working Together” (Birlikte Çalışmak) adlı kitabında, “Why Great Partnerships Succeed” (Mükemmel Ortaklık Neden Başarılı Olur” tezini savunuyor, örneklerle açıklıyordu. “Bir işe başlarken mutlaka yanınıza birilerini alın, en azından iki kişi yola çıkın, iyi bir ekip kurun” önerisinde bulunuyordu. Bunun iyi örneklerini Türkiye’de de görüyoruz. Hızlı büyüyen holding ile yerinde sayan arasındaki farklardan birini “iyi takım” oluşturuyor. Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olacak Startup’lar da bence aynı yoldan gitmeli… Yazmayı düşündüğüm bir kitap için ABD’li işadamı Michael Bloomberg’in, bu konuda gençlere yaptığı konuşmayı not etmiştim. “Onu Tek Başına Yapamazsın” sözünün altını çizen Bloomberg, şu önerileri yapıyordu: l İster şarkı söyleyin ya da bir kanoyu boyayın, her türden grup projesinin özünde takım çalışması yatar. l Öğretmenleriniz ve spor hocalarınız hayatınız boyunca önemli olanın ekip çalışması olduğunu öğretmiştir. l Bu karmaşık bir dünya... Hiç kimsede sorunların tümünü çözmeye yetecek yeteneklerin tamamı bulunamaz. l Sıradan olmakla sizin ya da takım olarak başarılı olmanızın arasındaki fark, yardımlaşmaya ve iş birliğine dayalı çalışma becerinizdir. l Acıyı da sorumluluğu da paylaşmalısınız. Eğer bunları yaparsanız o zaman ödülleri de paylaşırsınız. l Hayat boyunca sözlüğünüzden “ben” ve “bana” kelimelerini çıkarıp onların yerine “biz” ve “bize” kelimelerini koymayı başarabildiğiniz takdirde ��ok daha iyisini yapmış olacağınızı anlayacaksınız.

Müşteri mağazada ne ister?

Mağazaya alışveriş amacıyla ender olarak yalnız giderim. Genelde eşim, bazen de arkadaşımla alışveriş için mağaza kapısından girerim. Daha önce de yazmıştım. Beni alışverişten alıkoyan, mağazada “hayal kırıklığına” uğratan, kısa sürede çıkmamı teşvik eden birkaç neden var: Eşim alışveriş yaparken oturup bekleyecek bir alanın olmaması. Mağazanın çok sıcak olması ve yüksek düzeyde müzik yayını. Adeta kendinden bıkmış, satmak istemeyen satıcılar. Başka nedenler de sayılabilir. Ama mağazada zaman geçirme konusunda ben bu 3 nedeni öne çıkarıyorum. Dünyaca ünlü bir danışmanlık şirketinin yaptığı “Future of Retail Store Survey” (Mağazaların Geleceği) adlı araştırmasında, tüketiciler başka konulara da dikkat çekiyor. Tabloya dikkat edin. 5 önemli gerekçe var. Onlar ilk sıraya “kıyaslama” sorununu koymuşlar, ben ise “uzun kuyruk” faktörünü koyuyorum. Bir konuya da aslında dikkat çekmek isterim. Bazı mağazalarda iki benzer kaynaklı sorunla karşılaşmak mümkün… Birincisi, ayağınızı basar basmaz, “nefes almanıza” izin vermeden baskı uygulayan “satıcı” faktörüdür. İkincisi ise diğer uçtaki, yani ulaşamadığınız, bir türlü yanınıza gelmeyen satıcıdır. Türkiye’de perakendecilik hızlı gelişiyor ve müşteri hizmetlerinde büyük aşamalar kaydettiler. Ancak, hala ilgisiz, özensiz iş yapan, yanlış ürünle gönderen mağazalar var. Oysa rekabet artıyor, her türlü ürünün onlarca rakibi var. Müşteri hizmetinde fark yaratan, bu dönem ve gelecekte öne geçecek.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz