Esas Holding’in kurucusu Şevket Sabancı ile sanıyorum ilk ve
en kapsamlı söyleşiyi 5 yıl önce ben yapmıştım. “Allah senden razı olsun Rauf
kardeşim” demişti. “Aslına bu konuşmayı yapmayacaktım. Ama sayende eski
yılları, eski dostları hatırladım. Bana unutturduklarımı hatırlama şansı
verdin” demişti. Müthiş bir hafızası vardı ve kendisinden çok yararlandım. Ancak
bu söyleşinin dergide bir bölümünü yayınlayabilmiştik. Benim için her zaman
yararlandığım bir söyleşi olmuştu. 3 önemli saptamayı o tarihte paylaşmıştı:
1 Aile fertleri işe girmeden evvel aile dışında başka yerlerde
çalışabilmeli. Tam bir profesyonel çalışma düzeninin sahibi olmalılar. Aile
üyesi kendini ispat etmeden, ham bir şekilde aile işine girerse bu, o çocuğa da
haksızlık olur.
2 Ailenin yeni nesillerinde çokluk olmamalı, birkaç kişi işe
dahil edilmeli. Yoksa bu durum gizli bir problem yaratır, günün birinde ortaya
çıkar.
3 Büyük ailelerde sermaye vardır. Gerekirse çocuklara
sermaye vermeli ve işlerini kurmalarını özendirmelidir.
ŞEVKET BEY’İN FORMÜLÜ
Ocak ayı içinde Esas Holding’in başlattığı “Esas Sosyal”
projesinin gecesinde Şevket Sabancı’yı tekrar gördüm. Etrafı sarılıydı, ender
bir şekilde gazetecilerle sohbet ettiğine tanık oldum. Her konuya girdi. Bir ara
aile şirketine geldi söz. Sabancı’dan ayrılma kararlarına ve dünyadaki
uygulamalara değindi. “Bizim deneyimlerimizden başka aileler yararlanmalı”
diyerek şu önerilere dikkat çekti:
*Biz Sabancı Ailesi’nde 5 kardeştik. Her baba kendi çocuğunu
işin içine dahil etmek istiyordu.
*O tarihte işin içinde giren 13 çocuk vardı. Ben
kardeşlerime, “Gelin bunu önce 5’e, sonra 2’ye indirelim” önerisini götürdüm.
* Belli bir süre sonra bütün aile işin içinden çekilsin,
2’yi de “sıfıra” indirelim dedim. Bunu yaparken yumuşak inişle yapalım. Belli
bir politika uygularsak çocuklar da küçük düşmez, kırılmazlar önerisini götürdüm.
* Üçüncü nesilden 13 çocuk aynı iş yerinde nasıl olacak,
nasıl bir hamurda kaynayacaklar? Ancak kardeşlerimi ikna edemedim. Böylece
ayrılmaya giden yol açıldı. O gecede Şevket Sabancı’nın bir önerisi de “çocukların
eğitimi” ve “parasal güç” ile ilgiliydi. Şunu paylaştı:
“Emine Kamışlı, İngiltere’de okurken biz de orada
yaşıyorduk. Babası zengin diye istediği parayı alamazdı. Ona haftada 150
sterlin harçlık verirdik, onun 20 sterlin’ini annesi eve katkı diye geri
alırdı. Para kazanmanın, bütçe yönetmenin önemini bilerek yeni kuşakların
yetişmesi çok önemlidir.”
İlk hipermarketi kim açtı?
Zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin
Dalan, ikinci kez girdiği Mart 1989 seçimleri öncesinde yayınladığı “Seçim Bildirgesinde”,
İstanbul’u Avrupa kenti haline getireceğini, bu kapsamda da “hipermarketler”
kurulmasını desteklediğini açıklamıştı. Seçimden önce de “yap-işletdevret” modeliyle
bazı yerlerde hipermarket kurulması için kolları sıvamıştı.
Tekfen Grubu’nda kaldı. Tekfen Holding adına liderliği yapan
yönetici hemen kolları sıvadı.
* O dönem Avrupa’nın önde gelenleri arasında yer alan
Printemps Grubu’nun gıda grubuyla temasa geçti. Galleria’da bir mağazaları
olduğu için Türkiye’yi bir miktar biliyorlardı.
* Ancak ortaklığa ikna kolay olmadı. Şartnamede “yabancı koşulu”
vardı. Ancak Printemps yüzde 4’ten fazla pay istemiyordu. Bir şekilde kılıfına
uyduruldu ve yüzde 10 ortaklıkla anlaşma sağlandı.
* Hemen ardından Fransa’dan ekipler gelip çalışmaya ba��ladı.
Migros henüz büyümemişti. Türkiye, raf yönetimi, et hazırlama gibi konularda
yolun başındaydı.
* Barkod henüz yoktu, ilk kez Merter mağazasında uygulandı.
Teraziler bile Fransa’dan getirildi. Fransızlar, ekibe, “yumurtayı kutuyla
satmayı” bile anlattılar.
* Mağazaya ürün veren
tedarikçilere, hangi koşullarda üretecekleri ve teslim edecekleri de anlatıldı.
Ürün çengeli uygulamasını bile Fransızlar
örneklerle ortaya koydu. Sonunda hazırlıklar tamamlandı ve Tekfen’in TEK’i Primtemps’in
PRİ’si bir araya geldi. Böylece Türkiye’nin ilk gıda hipermarketi TEKPRİ Merter
Çırpıcı’da açıldı. Yıllardır bu işin içindeyim, öykünün bu tarafını
kaçırmıştım. Tekfen adına Türkiye’de ilk gıda hipermarketine liderlik eden
isim, şimdi Tekfen Holding CEO’su olan Murat Girgin idi. Hikayenin devamını da
ondan dinleyelim: “Hipermarket açıldı, müthiş bir ilgi gördü. Öyle ki insanlar yer
olmadığı için mağazaya sırayla alınırdı. 5 kişi ödemeyi yapar, yerine 5 kişi
alırdık. Ancak Mart 1989’daki seçimleri Dalan kaybetti, yerine gelen Nurettin
Sözen, Fransızlarla ortaklığa karşı çıktı. Belediyeden yönetime insanları
koydu. ‘Tanzim satış mantığıyla yöneteceğim’ dedi. Adını değiştirdi, Pelpa
koydu. Sonra işler bozuldu. Bir süre sonra Götzen ile ortaklık yaparak şimdiki
Tekzen’i kurduk.”
Mudo’nun sırrı
nerede?
Mudo’nun kurucusu Sevgili Mustafa Taviloğlu ile geçen ay
başında bir panelde bir arada geldik. Onun hayatında İzmir’in özel bir yeri
var. Türk Telekom, iş ortakları etkinliğinde onunla paneli yönetmek için beni
davet etmişti. Girişim öyküsünü, onu başarıya götüren etkenleri konuşurken, Cem
Yılmaz’ın bir görüntüsünü getirmemizi rica etti. O görüntüde şu söz vardı:
“Başarılı insanların ortak özelliği it gibi çalışmalarıdır.
Başka bir şey ne duydum ne de gördüm.”
“Benim hayatımı da bununla özetlemek mümkün” diye devam etti
Taviloğlu ve birkaç konunun altını çizdi: “Yıllar önce futbolcu Pele’yi
dinlemiştim. ‘Benim adım aslında Pele değil. Mahallede top oynadığım çocuklar
bana öyle seslenirlerdi’ diye anlatmıştı. Mahallede, her fırsatta çalıştığını
söyledi. ‘Başarılıysam, çok çalışmaya ve benimle oynayan, bana pas atan arkadaşlarıma
borçluyum’ demişti. Rıdvan Dilman TV’de neden çok izlenir? Hiç görüntü yayınlamadığı
halde programı yıllardır izleniyor. Çünkü, çok çalışıyor. Kendinden
dinlemiştim. ‘Her hafta bütün maçları bir kez daha izlerim’ demişti. Hayatı
ciddiye alıyorum. Hayatta mucizelere yer yok. Çok çalışıyorum, doğru işi, doğru
insanlarla yapıyorum.”
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?