Son zamanlarda Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere kayıtsız kalabilmek mümkün değil. Yol açtığı sorunlar bakımında bu gelişmeler, Türkiye gibi Akdeniz’e kıyısı olan AB ülkeleri için ayrıca önemli. Yaşanan bu olumsuzluklarla birlikte soruna çözüm arayışları da son zamanlarda giderek hız kazandı.
Özellikle Suriye krizinin neden olduğu Türkiye ve Avrupa’ya yönelik göç dalgası bu sorunun çözümünü zaruri hale getirdi. Bu konuda, kamuoyunun şahit olduğu gibi sadece siyasi alanda değil, aynı zamanda iktisadi alanda da çözüm arayışları mevcut. Zira karşı karşıya kaldığımız bu sorunun çözümü, aynı zamanda bugünkü sıkıntıların iktisadi sebepleriyle de mücadeleyi gerekli kılmaktadır.
Bölgenin toplumsal ve ekonomik geri kalmışlığı ve istikrarsızlık yaratan siyasi yapısı AB ülkelerinin uzun zamandır dikkatini çekmektedir. Bir süre, bölgenin uluslararası siyasi ve iktisadi sistem ile bütünleşmesini sağlayarak, bölge ülkelerinin iktisadi gelişimi ve toplumsal manada dönüşümlerinin tetiklenebileceği düşünülmüştür.
Bu amaçla, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki bu ülkelerle ekonomik ilişkileri arttırabilmek için serbest ticaret anlaşmaları imzalanmış ve bu şekilde bölge ülkelerindeki yapısal reformların yapılması teşvik edilmiştir. Dahası AB kaynaklı fonlarla bu ülkelerdeki iş dünyası ve sivil toplum kuruluşları desteklenmiştir. Bu konularda politikaların üretilmesine yardımcı olacak, çoğunluğunu akademisyenlerin oluşturduğu birtakım oluşumlar da ayrıca teşvik edilmiştir. Bunlardan biri, benim de üyesi olduğum FEMIS (Forum Euroméditerranéen des Instituts de Scineces Economiques)’dir.
FEMIS’in bu politika önerilerini tartışmak için düzenlediği enson toplantı, Yunan çifçilerin ateşli eylemlerinin göbeğinde, Atina’da geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirildi. Bu yılki toplantının ana teması, 1995 yılında imzalanan Barselona Süreci’nin, 20 yıl aradan sonra sonuçlarını gözden geçirmek ve bugün bölgede yaşanan siyasi sorunlara yapmış olabileceği etkileri tartışmaktı.
Barselona Süreci, anlaşmayı imzalayan ülkeler arasında serbest ticareti temin etmek ve bu yolla ekonomilerin uluslararası rekabet güçlerini arttırabilmelerine katkı yapma amacını gütmektedir. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için ekonomilerin uluslararası rekabetin gerektirdiği yönde tekrar inşa edilmesi ve bu yönde gerekli yapısal reformların hayata geçirilmesi zaruridir. Bu tarz yapısal reformalarla, Akdeniz’in güneyindeki bu ülkelerde toplumsal ve siyasi değişiminin yolunun açılacağı öngörülmüştür.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bu ülkeler, dış ticaret rejimlerini mümkün olduğu ölçüde serbestleştirerek sürece dahil oldular. Türkiye’nin son yıllarda bölge ülkeleriyle yaptığı ticaretteki artışların arkasında yatan önemli bir etkenin, bölgede ticareti kolaylaştıran bu rejim değişiklikleri olduğunu söylemek, sanırım çok abartı olmayacaktır. Diğer ülkelerden farklı olarak, Türkiye bu sürece AB ile Gümrük Birliği anlaşması imzalayarak dahil olmuştur. Bilindiği üzere ülkemizdeki ekonomik ve siyasi reformlar da bu anlaşmanın ardından hız kazanmış ve neticede Türk ekonomisinin rekabet gücü belli ölçüde artmıştır.
Sürecin 2004 yılında devreye giren ikinci aşamasında, AB Komşuluk Politikası (European Neighbourhood Policy - ENP) adı altına bir politika yürürlüğe konulmuştur. Bununla serbest ticaret uygulamalarının ötesine geçilerek, güneyde yer alan ülkelerde ekonomik ve siyasi istikrarın, güvenliğin ve iktisadi kalkınmanın sağlanması için mikro ölçekte politikalar uygulanmaya başlanmıştır.
Akdenizin güneyini uluslararası sisteme entegre etmeyi amaçlayan bu serbest ticaret uygulamalarının bugün Fas ve Tunus gibi bazı bölge ülkelerde olumlu sonuçlar doğurmuş olduğu iddia edilebilir. Ancak bunlar dışındaki ülkeler uluslararası rekabetle baş etmekte zorlanmış ve var olan ekonomik sorunlarına yenileri eklenmiştir. Bunun temel sebebi yapılması gereken yapısal reformların arzu edildiği şekilde yapılamamasıdır.
Sosyal maliyetleri yüksek bu reformları destekleyecek yeterli düzeyde gelişmiş kurumsal yapıları ve toplumsal kesimleri bölge ülkelerinin tümünde bulabilmek mümkün olmadığı için, zaman içinde bu reformlar sahipsiz kalmıştır. Dahası reformlara karşı oluşan dirençlerle başedebilmek için gerekli toplumsal kesimleri ve kurumları oluşturmakta başarısız olmuşlardır.
Giderek artan ekonomik sorunlar, reformlara öncülük eden siyasilerin ihtiyaç duydukları toplumsal desteği yitirmelerine yol açmış ve böylece radikal söylemleriyle öne çıkan birtakım siyasi oluşumlara fırsat yaratmıştır. Bugünlerde bölgede görülen siyasi istikrarsızlık ve şiddette bu radikalleşmenin payı olduğu inkar edilemez. Yine bölge ülkelerinde ortaya çıkan siyasi zaruretler sebebiyle, son zamanlarda yükselen popülizm dalgası da reform sürecini zora sokmuştur.
Bölge kaynaklı sorunları çözeyim derken, bunların artması, hatta giderek Avrupa için tehdit oluşturması AB’yi yeni politika arayışlarına itmiş görünüyor. Bu sebeple 2004 yılında devreye sokulan AB Komşuluk Politikaları’nın kapsamı arttırılmış. Daha önce toplumsal ve iktisadi manada yapısal farklılıkları gözetilmeden, sürece dahil ülkelerde tek tip politika uygulamaya çalışan AB, bu yeni süreçte ülkelerin farklılıklarını da dikkate alan politikalar geliştirmeye yönelmiş. Zaten bölge ülkelerinin bazılarında hüküm süren siyasi istikrarsızlıklar da böyle tek tip politikanın uygulanabilirliğini imkansız kılmakta. Bu hususta AB’nin önünde acil çözüm bekleyen en önemli sorunun Türkiye ile yürütülen Suriye’den göç konusu olduğu anlaşılmakta. Ancak bölgedeki tek sorun da göç sorunu değil.
Sorun sadece Barselona Süreci’nde öngörüldüğü gibi Akdeniz’in güneyindeki ülkeleri küresel sistemle bütünleştirmek değil; aynı zamanda bu ülkelerin çok hızlı bir şekilde dönüşümlerini (convergence) de sağlamaktır. Bunun için Birleşmiş Milletlerin İnsani Kalkınma Endeksi bakımında bölge ülkelerinin durumunu referans almak yeterli görünüyor. Yoksullukla mücadeleden tutun da, eğitim, sağlık ve kadın hakları gibi sosyal konulara kadar birçok alanda bu ülkelerin kat edeceği uzun bir yol bulunmakta. Bunların yanında sürdürülebilir bir büyüme için gıda güvenliği, iklim değişimleri, su ve enerji kaynaklarının geliştirilmesi gibi alanlarda da bölge ülkelerinin AB ile sıkı bir işbirliğine ihtiyacı bulunmakta.
Ancak böyle bir işbirliği her şeyden önce bölgede siyasi istikrarın temin edilip, sürmekte olan savaşların sona erdirilmesini gerekli kılmakta. Şu ana kadar Suriye konusunda bile, Avrupa Birliği Rusya ve ABD’nin yanında sürece tam manasıyla dahil olabilmiş değil. Sanırım bunda, AB’de hüküm sürmekte olan ekonomik sorunlar ile İngiltere’nin AB’den çıkma yönünde yapacağı referandumun yarattığı belirsizlik önemli rol oynamakta ve AB’nin bölgedeki hareket kabiliyetini sınırlandırmakta.
Bizim de içinde bulunduğumuz bölgenin değişken şartları, önümüzdeki günlerde neler yaşanacağını kestirebilmemizi zorlaştırmakta. En azından AB, bölgedeki bilim insanlarıyla sıkı bağlar geliştirerek, Akdeniz’in güneyinde yer alan bu ülkelerdeki siyasi ve iktisadi sorunlara çözüm arayışını sürdürmekte. Fakat AB’nin, bu sorunları çözmek için gerekli doğru politikaları geliştirip geliştiremiyeceğini, uygulamada yeterli inisiyatif alıp almayacağını hep birlikte bekleyip göreceğiz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?