Yeniden inşaat çekişli büyüme üzerine...

2.02.2016 11:06:520
Paylaş Tweet Paylaş
Yeniden inşaat çekişli büyüme üzerine...
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Müteahhitler Birliği’nin 64’üncü kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmasında “inşaat bazlı büyümenin sağlıklı olmadığı argümanı doğru değildir” diyerek, son yıllarda bu sektöre verilen aşırı önemin ülke ekonomisi için uzun dönemde yaratacağı sorunlara dikkat çeken görüşlere itirazını dile getirmiş oldu. Aslında kamuoyu bu tür söylemleri ülke yönetiminin en üst makamlarından duymaya alıştığı için Sayın Bakan’ın bu söyledikleri bizlerde biraz şaşkınlık yarattı. Oysa geçtiğimiz yıllarda, bugün Mehmet Şimşek’in itiraz ettiği görüşlerin bizzat Ali Babacan tarafından dile getirildiğine şahit olmuştuk.

Sayın Bakan o an içinde bulunduğu topluluğun yarattığı havaya kapılarak mı böyle dedi bilmek güç. Ancak Türkiye ekonomisinin bugün yeterli oranda büyüyememe gibi bir problemi olduğu kesin. Ülkemizin bu sorununu giderebilmek için öncelikle bugün yaşadığımız bu sorunun nedenlerinin iyi teşhis edilmesi ve bu teşhise uygun geliştirilecek politikaların uygulanmasında gösterilecek ciddi bir liderliğe ihtiyacı olduğu da aşikar.

Sayın Bakan’ın bu demeci ise, inşaat-büyüme ilişkisi konusunda kamuoyunda hakim kafa karışıklıklarını giderebilmek için yeni bir fırsat yaratması bakımından önemli.
Öncelikle bu konunun psikolojik ve siyasi yönüne değinmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde hakim geleneksel sağ akımın “Büyük Türkiye” sloganı, kalkınmayı yol ve baraj inşaatlarıyla özdeşleştirmiş ve bunu bir siyasi söylem haline getirmiştir. Sağ kesimde farklı kimseler ve partiler tarafından kullanılmış olsa da, bu söylem uzun süreli siyasi başarıların elde edilmesine imkan sağlamıştır. 1950’lerde Menderes-Bayar ikilisinin kırsal kalkınma hamlesi, 1960 ve 1970’lerde barajlar kralı olarak Süleyman Demirel’in sahneye çıkışı bunun güzel örnekleridir. 1983 sonrasında siyasette ülke ihtiyaçlarının çeşitlenmesine rağmen, Turgut Özal liderliğindeki ANAP bile altyapı yatırımları ile toplu konut inşaat uygulamalarının sağladığı siyasi avantajlarla uzun süre iktidarda kalabilmiştir. 2002 sonrasında Türkiye siyasetinde boy gösteren yeni bir sağ partinin iktidar başarısı için bile aynı formül işe yaramıştır. Yapılan altyapı projeleri ve konut yatırımları ülke kamuoyunun algılarını yönlendirebilmek için bugüne kadar yeterli olmuştur.

Artık dünyanın IV. Endüstriyel Devrimin tartıştığı bugünlerde, inşaata dayalı bir kalkınma politikasının ülkemizde, siyasi manada yeni başarılar getirip getirmeyeceğini bilmek çok zor. Bunu yaşayıp, hep birlikte göreceğiz...

Ama inşaat sektörünün giderek artan ve çeşitlenen ekonomik problemlerimize çare olması ve ülkemizin büyüme sorununa çözüm üretmesi son derecede güç görünüyor. Zaten bunun farkında olan Sayın Bakan konuşmasının bir bölümüne “Türkiye’nin Ar-Ge ve teknoloji içeren, yüksek katma değerli ürün ihracına odaklandığını” eklemeyi ihmal etmemiştir.

İnşaat sektöründeki gelişmeleri doğru yorumlamak


Ülke ekonomisinde inşaat sektörüne aşırı önem verilmesinin bir sebebi de, iktisatçıların bu sektöre bakış şeklidir. Zira kullandığı girdilerin çeşitliliği bakımından, başta imalat sektörü olmak üzere diğer sektörlere yönelik (bu arada ithalata yönelik de) talep yaratan inşaat üretiminin o sektörlerdeki üretimi teşvik ederek ülke ekonomisinin büyümesine önemli boyutta katkı sağladığı düşünülür. Bu görüş kendi mantığı içinde doğru bir görüştür.

Fakat değişen dünya koşullarına ve kurumsal yapılara rağmen, 1970’lerden beri bu sektörün önemini ortaya koymaya çalışan bazı iktisatçıların çalışma ve görüşleri, ne yazık ki hâlâ bu çerçeveyi aşamadı. Bu algıyı benimseyen sektör temsilcileri de, 2002 sonrası elde ettikleri başarıların gerçek sebeplerini göremeyerek, sektörlerinin Türkiye ekonomisindeki konumunu farklı değerlendirmeye başladılar.

İnşaat sektörünün son yıllarda yakaladığı başarının ana etkeni, yurtiçi nisbi fiyatlarda inşaat gibi dış-ticarete-konu-olmayan üretim yapan sektörler lehine yaşanan bozulmadır. Bu sadece Türkiye’nin değil, aynı dönemde birçok gelişmekte olan ülkede yaşanan bir gelişmedir. Kanımca, Dani Rodrik gibi bazı iktisatçıların prematüre sanayileşme olarak nitelendirdikleri durumun da önemli sebeplerinden biri budur.

Nisbi fiyatlardaki bu bozulma, sektörün arz yönüyle üretim kapasitesinin olması gerekenden daha fazla artmasına, talep yönünden de olması gerekenden daha fazla talebe maruz kalmasına neden olmuştur. Buna bir de konut kredisi uygulamaları ve yabancıların konut edinimi önündeki engellerin kalkması gibi kurumsal manada yapılan değişimler de eklenince, inşaat sektörünün Türkiye ekonomisi için olması gerekenden daha önemli olarak algılanması mümkün olmuştur.

Bahsi geçen nisbi fiyatlardaki bozulmanın sebeplerine gelince, son yıllarda yaşadığımız iki gelişmenin bunda belirleyici olduğu düşünülebilir. İlki uluslararası mali piyasların içinde bulunduğu konjonktür sebebiyle maruz kalınan sermaye akımları, ikincisi ise TCMB’nin bu dönemde izlemiş olduğu para politikası. Özellikle dünya ekonomisindeki aşırı likiditenin yarattığı sermaye girişlerinin TL üzerinde yarattığı baskıları giderecek bir para politikası izleyemeyen ve/veya bu politikanın yaratacağı olumsuz etkileri telafi edecek yapısal reform uygulamalarını yapmada geciken ekonomi yönetimi, nisbi fiyatlardaki bozulmanın önüne geçememiştir.

Her ne kadar arzulanan enflasyon hedeflerine ulaşılamamış olsa da, TCMB’nin izlediği bu para politikası talebin büyük ölçüde yabancı mallara yönelmesine ve böylece yurtiçindeki fiyatların daha yavaş artmasına yol açmış; nisbi fiyatlardaki bozulmayı hızlandırmıştır. Bu bozulmaları telafi edebilmek için gerekli olan ticarete-konu-olan mal üreten sektörlerdeki üretkenlik artışları da yeterli düzeylere çıkartılamamıştır. Bu da inşaat gibi sektörlerin olması gerekenden daha fazla gelişimi için son derece elverişli bir ortamın oluşmasına neden olmuştur.

Öte yandan Sayın Bakan gibi yetkililerce dile getirilen, inşaat sektörünün büyüme yaratıcı etkisi olduğu yönündeki inanış ise, maalesef ampirik manada bir sorgulamaya dayanmamaktadır. Özyeğin Üniversitesi’nden Işıl Erol’un ülkemizdeki inşaat sektörünün büyümeye etkileri üzerine yaptığı istatistiki analizler, inşaat sektörünün büyüme üzerinde etkisinin olmadığına; aksine büyümenin inşaat sektöründeki üretim üzerine, tek yönlü olumlu bir etkisi olduğuna işaret etmektedir. Diğer bir deyişle, ekonomik büyüme oranımızın bir şekilde artması inşaat sektörünün gelişimi için gerekli bir koşuldur.
Tüm bunlara dayanarak, sektörün aslında sahip olmadığı birtakım kabiliyetleri varmış gibi düşünerek, inşaat sektöründen kapasitesinin ötesinde bir beklenti içine girmek bugün için gerçekçi görünmemektedir. Aksine, bu sektöre yeni başarılar getirebilecek iktisadi koşullar yavaş yavaş ortadan kalkarken yapılması gereken, ekonomi politikalarında yeni dönüşümler yapmak ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizin de IV. Endüstriyel Devrim’i yapmasına imkân sağlayacak reformlara hız vermektir.

Elbette bu yönde yapılacak bir tercih bir noktadan sonra yurtiçi nisbi fiyatların tersine dönmesine yol açarak, inşaat gibi sektörler aleyhine bir iktisadi ortamın oluşmasına neden olacaktır. Dolayısıyla iktidardaki siyasi irade bugün için ciddi bir tercihin arifesindedir. Ya ülkemizin son derecede kıymetli kaynakları sonuna kadar kullanılarak inşaatla bir yerlere gidilmeye çalışılacak ve neticede kaçınılmaz sonuçla gelecekte bir gün karşılaşılacak, ya da bu kıt kaynaklar IV. Endüstriyel Devrim’i yaratacak koşulların oluşturulması için harcanacak.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz