Afyonlu iş adamının müzik tutkusu

Şükrü Demirayak'ın koleksiyonunda sadece müzikle ilgili parçalar değil çok sayıda nostaljik oyuncak, obje ve 30 kadar klasik otomobil de koleksiyonu güzelleştiriyor.

25.03.2014 17:13:250
Paylaş Tweet Paylaş
Afyonlu iş adamının müzik tutkusu
Afyonlu işadamı Şükrü Demirayak, hem iddialı bir müzisyen hem de iyi bir koleksiyoner. Geçtiğimiz ay doğaya adadığı ikinci albümü “To Be Or Not To Be” raflara çıktı. 50 bin plak ve CD, 800’e yakın klavye, yüzlerce Hi-Fi müzik sistemi ve synthesizer’dan oluşan koleksiyonu adeta bir “müzik müzesi” gibi.

Koleksiyonunda Atatürk’ten Einstein’a, Alan Parsons’dan Vangelis’e kadar 350 önemli insanın özel çerçeveli ıslak imzası da bulunuyor. Sadece müzikle ilgili parçalar değil çok sayıda nostaljik oyuncak, obje ve 30 kadar klasik otomobil de koleksiyonu güzelleştiriyor.Şükrü Demirayak, Anadolu’daki en renkli iş insanlarından biri. Afyonlu Demirayak Şirketler Grubu’nun yönetim kurulu başkanı ve ikinci kuşak temsilcisi.

Müzisyen ve koleksiyoner kimliğiyle de tanınan Demirayak’ın ikinci albümü, “To Be Or Not To Be” geçtiğimiz aralık ayında raflarda yerini aldı. İkinci albümünde Cihan Okan, Ali Yılmaz, Eyüp Hamiş, Tahsin Endersoy, Cenk Eroğlu ve MFÖ grubu üyelerinden Özkan Uğur gibi çok değerli ve ünlü müzisyenler Şükrü Demirayak’a eşlik ediyor. Demirayak, albümünde hızla kirlenen ve yok olan dünyaya dikkat çekiyor.

Bu albümün çıkışını kutlamak üzere kendisini Afyon’da ziyaret ettiğimizde, sadece albümünü dinlemekle kalmadık, çocukluğundan bu yana topladığı plak, CD, klavye, Hi-Fi sistemleri, hayranı olduğu ünlülerin özel çerçeveli ve tasarımlı ıslak imzalarından oluşan zengin koleksiyonunu görme fırsatı yakaladık.

Demirayak’ın 50 bine yakın plak ve CD’si, binlerce müzik seti, dünyada üretilen ilk pikap ve ünlü sanatçılar tarafından kullanılan yüzlerce klavyesi, Michael Jackson’dan Bill Clinton’a, Albert Einstein’dan Atatürk’e kadar 350 önemli ismin ıslak imzası da var. Demirayak ile gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbet şöyle:

Bu merakınız nasıl başladı?
Babam 1975’te, yani 11 yaşımda İzmir’de koleje başladığım yıl bir müzik dolabı aldı ve bana telefon açtı. Bende Kiss grubunun ilk rock müzik albümünü ve dolayısıyla ilk plağımı satın aldım ve büyük bir heyecanla tatilde eve geldim.~
İki büyük speaker, bass ve tiz tonları olan o müzik dolabı, benim için bir uçan daire kadar heyecan vericiydi.  İçimde sanırım müziğe karşı sıcak duygular vardı ve ilk mikrobu o zaman kaptım. Lise yıllarında çok farklı müzikler dinlemeye başladım. Günümüzde new age diye bilinen elektronik müzikleri, o yılların disko müzikleri, rock jazz ile tanıştım. Pink Floyd, Tangerine Dream, Craft Work beni çok etkileyen gruplardı. Yemez, içmez harçlıklarımı plak almak için biriktirirdim. Bugün sanıyorum 50 bin civarında plak ve CD’den oluşan bir arşivim var.

Enstrüman çalmaya ve koleksiyonu oluşturmaya ne zaman başladınız?
1978’de henüz 14-15 yaşlarındayken tıpkı bir DJ gibi miks yapmaya başladım. Artık sadece müzik dinlemek yetmiyordu. 16 yaşıma geldiğimde, ilk kez bir synthesizer satın aldım. Plakları miks yaparken aralara efektler koymaya başladım. O da yetmedi sololarda klavyede kendim de bir şeyler çalmaya başladım. 1980’lerin ortasında birkaç tane klavyem vardı.

Bir miks cihazı da aldım ve beste yapmaya başladım. O yıllarda tesadüfen Roland marka bir synthesizer almak için gittiğim mağazada, Rıza Silahlıpoda ile tanıştım. O yıllarda Türkiye’de elektronik aletlerle müzik yapan tek insandı. Çok iyi arkadaş olduk. Bana cesaret ve destek verdi. Ekipmanlarını da kullanmama müsaade ediyordu.

Sonrasında müzik ile ilişkiniz nasıl gelişti?
Ardından bu aletlerimi teknik anlamda efekt aletleri, amfiler ve mikslerle zenginleştirdim. Bir ileri adım, stüdyo kurmaktı. Baktım ki başka stüdyolarda kısıtlı saatler içinde çalışmak bana uygun değildi. Bu arada beste yapmaya devam ettim. 90’lı yıllarda Afyon’da profesyonel bir stüdyo kurdum. 2000’li yıllarda çıkardığım “Mesaj” adlı ilk albümümün çalışmalarını kendi stüdyomda yaptım.

Klavye biriktirmeye nasıl başladınız?
700’den fazla klavyem var. Ben plakları dinlerken adeta yer bitirirdim. Bazı sanatçılar long play’in kapaklarının arkasında hangi sanatçının hangi aleti, hangi klavyeyi kullandıklarını yazardı. Ben bunları dahi dikkatle okurdum. Eğer bende olmayan bir klavye ise hangi firmanın, hangi yıl ürettiğini, özelliklerini incelerdim.~
Stüdyo kurduğumda 50-60 klavyem vardı. Hepsinin ayrı bir lezzeti vardı, yenisini aldığımda eskisini satmaya kıyamadığım için zaman içinde birikti. Koleksiyonculuk bende böyle başladı.

Koleksiyonunuzda sizin için özel önem taşıyan parçalar var mı?
Thomas Edison’un hem imzası bulunan hem de kendisinin test ettiği ilk fonograf cihazlarından biri koleksiyonumda bulunuyor. Aslında hi-fi koleksiyonumun en eski parçası bu fonograf... Ardından gramofon icat oldu. Pink Floyd’un “Dark Side Of The Moon” albümü dünyanın en çok satan albümüdür.

Orada kullanılan EMS markalı synthesizer’ın aynı modelinin bir başka seri numaralı olanını aldım. Bunun dışında Yamaha’nın CS80 adlı 100 kilonun üzerinde olan, tamamen el yapımı olan cihazını İngiltere’den buldum ve aldım. Bu cihazın Van-gelis gibi çok değerli bir müzisyenle özdeşleşen sound’ları vardır. O nedenle bu cihazın bende hatırası büyüktür.

Benim için önem arz eden bir diğer cihaz ise Bob Moog adlı bu işlere gönül vermiş, muhteşem birine ait olan Moog firmasının Minnie Moog adlı bir modeli. Bu firma 1960’lı yılların sonunda seri üretime başladığında dünyada new age, chill out, funk ve disco gibi yeni müzik türleri yükselmeye başladı.

Ben de bu modelden 2 tane var. Bu firma uzun yıllar üretim yapmadı. Ardından Minnie Moog modelinin aynısının retro tasarımını yaptı ve Voyager adıyla piyasaya sundu. Ben o modeli Bob Moog’un ıslak imzasını almak şartıyla satın aldım ABD’den...

Islak imza toplamaya nasıl başladınız?
2000’li yılların başında bir ABD seyahatimde San Francisco’da bir mağazanın vitrininde bazı ünlü insanlara ait objeler dikkatimi çekti ve içeriye girdim. Mağazaya girer girmez duvarlarında “sertifika” olarak adlandırdıkları ünlü insanların ıslak imzaları vardı. Pink Floyd’un ıslak imzalı gitarı vardı. O yıllarda “Hotel California” adlı efsane şarkıyı söyleyen Eagles adlı grubun albüm kapakları üzerine attıkları ıslak imzalarını görünce çok etkilendim.~
O mağazanın müdürüyle de patronuyla da tanıştım. Yıllar boyu en iyi müşterilerinden biri oldum. Sinema ve müzik alanında hayranı, fanı olduğum sanatçıların imzalarını toplamaya başladım. Benim önem verdiğim sanatçıların listesi onlarda mevcut. Ellerinde beğeneceğimi düşündükleri bir imza olduğunda bana haber verirler. Bazı sanatçılardan kendim imza aldığım zaman, o mağazanın tasarım ekibiyle iletişime geçiyorum ve çerçevenin tasarımını birlikte yapıyoruz.

Şu anda özel tasarım çerçeveli ıslak imzalarımın sayısı 300 civarında sanıyorum. Ünlü bilim adamı Einstein’ın, ilk uçağı yapan Wright kardeşlerin, Lamborgini, Porsche, Ferrari gibi markaların yaratıcılarının ıslak imzaları da var. Bilim kurgu merakım nedeniyle uzaya ilk çıkan astronotların imzalarını da topladım.

Atatürk’e ait bir ıslak imza da bulunuyor koleksiyonunuzda. Nasıl bir imzalı belge bu?
İlk kanun kitabı Teşkilatı Esasiye’yi imzalamış. Ben de bu imzalı kitap bulunuyor. Koleksiyonumda Atatürk ile ilgili bir başka parça daha var. 1923 yılında Time dergisi Mustafa Kemal Atatürk’ü kapak yapıyor. Ben müzayededen bu derginin orijinalini satın aldım. Kapakta aşağıda “Dünyada her nerede bir Türk yaşıyorsa onun şefidir” yazıyor. 24 Mart 1923 tarihli bu derginin orijinal kopyasını satın almak çok mutlu etti beni...

Clinton’ın imzasını gördüm duvarda. Onu nasıl aldınız?
Bill Clinton, Türkiye’yi ilk ziyaret ettiğinde Çırağan Sarayı’nda 650 işadamına bir konuşma yapmıştı. O toplantıya ben de davetliydim ve severek gittim. Yanımda ilk albümümü götürdüm ve orada kendisine sundum. Ancak o kalabalıkta ya atar ya unutur diye düşünmüştüm. Ancak birkaç ay sonra postadan üzerinde Bill Clinton yazan bir zarf çıktı. Islak imzalı bir resmini de müzayededen buldum ve bana gönderdiği mektupla birlikte özel bir çerçeve yaptırdım.

Bu koleksiyonu bir müze binasına taşıma planınız var mı?
Koleksiyonumu gören valimiz, belediye başkanlarımız, bakanlarımız beni bu konuda cesaretlendiriyor. Ancak yasada daha çok otele dönük teşvikler var. Ben şimdilik 5-10 bin metrekarelik bir avam proje çizdirdim. Ben koleksiyonumu Afyon’da bir müzik müzesinde sergilemek isterim. Ancak İstanbul’da sergilenirse çok daha fazla insan ziyaret edebilir, arşivimden faydalanabilir.~
ALAN PARSONS İLE NASIL TANIŞTI?
MÜTEVAZI BİR MÜZİK ADAMI

Alan Parsons, çok değerli bir müzisyen ve dünyanın en iyi ses mühendislerinden biri. Onların “Eye In The Sky” adlı albümünü ilk çıktığı yıl bir ay içinde baştan sona en az 50 kez dinlemiştim. 1996’da Türkiye’ye geldiğinde konserine gittim. Hangi otelde kaldığını da araştırıp öğrendim.

Daha özel bir dostluk adımı atabilmek ve onunla tanışabilmek için aynı otelde kaldım. Konser sonrasında gözlerime inanamadım, baktım ki lobide grup arkadaşlarıyla birlikte oturuyor.  Onunla tanışmak benim için çok heyecan vericiydi. Benim için bir deha olan insanı karşımda görünce çok etkilendim. Ona doğru ilerlerken beni fark etti ve ayağa kalktı. Düğmelerini ilikleyerek beni çok kibarca karşıladı.

STÜDYOSUNU ZİYARET ETTİM
İki yıl sonra 1998’de onu Londra’daki stüdyosunda ziyaret ettim. Beni “Hoş geldin Şükrü” diye karşıladı. Saatlerce sohbet ettik, fotoğraflar çektik. Ben kendi dünyamı ve meraklarımı anlatınca birbirimize daha da bağlandık. Türkiye’ye her gelişinde beni arar. Onları dolaştırırım, birlikte yemek yeriz. Konserine birlikte gideriz. ABD’ye taşındıktan sonra da onu Santa Barbara’daki evinde ziyaret ettim ve benim için bir plağını imzaladı. Birlikte çektirdiğimiz bir fotoğrafı da ekleyerek, o plağı da çerçevelettim ve ıslak imza koleksiyonuma kattım.

"EN ÇOK CADİLLAC 59'U SEVİYORUM"
İLK GÖRÜŞTE AŞK
1980’li yılların başında babamın kendinden biraz daha genç bir arkadaşı vardı. İlk kez o ağabeyime ait bir Amerikan arabasına bindim... Güçlü ve rahat bir otomobildi ve beni çarpmıştı. Çok etkilendim, hastalık bana ondan bulaştı. Evlendikten sonra Amerikan Caprice Classic aldım, ardından bir Lincoln sahibi oldum. Onları sattım. Ardından coupe ve convertible arabalar almaya başladım.~

FAVORİ YILLARIM
1950’li ve 1960’lı yılların arabaları birer sanat eseri gibiydi. Otomobil fabrikalarının tasarımcıları her yıl kasa değiştirebiliyordu. Günümüzde 5-6 yıldan önce kasa değişmiyor. Günümüzdeki arabalar daha güvenli olabilir ama daha kişiliksiz. Ferrari, Porsche, Lamborghini gibi egzotik markaların haricinde hepsi birbirine benziyor. Ben koleksiyonumdaki arabalar arasında en çok Cadillac 59’u seviyorum. 68 Lincoln Continental’in kasasını çok beğeniyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz