İnsan şansını nasıl kendisi yaratır?

Eğer birisi size kendisinin doğru zamanda doğru yerde bulunduğu için çok şanslı olduğunu söylerse bilin ki kendisi muhtemelen doğru yerin neresi olduğuna karar vermiş ve bu yüzden kapağı oraya atmıştır.

26.05.2014 20:59:110
Paylaş Tweet Paylaş
İnsan şansını nasıl kendisi yaratır?
Güney Afrikalı efsane golfçü Gary Player, bir keresinde “Ne kadar sıkı antrenman yaparsam şansım da o kadar yaver gidiyor” demişti. Gerçi ne kadar çok antrenman yaparsam yapayım golf becerimde hiçbir ilerleme olmasa da onun bu gözleminin aynı zamanda şirketler ve girişimcilik için de geçerli olabileceğini fark ettim.

Ayakta kalıp büyüyebilmiş yeni kurulmuş teknoloji şirketlerini tanımlarken en fazla yanlış anlaşılan faktörlerden biri de şanstır. Çoğu insana göre yeni kurulmuş bir şirketin başarılı olup olmayacağı, sanki bir girişimcinin kontrolünde olan bir şey değilmiş gibidir. Oysa gerçekten çaba göstermek isteyen herkes kendi şansını artırabilir ve kesinlikle artırır da.

Eğer birisi size kendisinin doğru zamanda doğru yerde bulunduğu için çok şanslı olduğunu söylerse bilin ki kendisi muhtemelen doğru yerin neresi olduğuna karar vermiş ve bu yüzden kapağı oraya atmıştır.

Genellikle diğerlerine göre daha şanslı olarak nitelendirilen şirketlerin tepe yönetimlerinde, sıklıkla korkunç riskler almaya hevesli ekipler vardır. Onlar başarısızlığın sonuçlarını önceden kabullenir ve ne olursa olsun kendi planlarına titizlikle uyarlar.

Aksine hiçbir riske girmeyen girişimciler ve şirket liderlerinin ise piyasaya tam da müşterilerin istediği zamanda yeni bir ürünle çıkmalarına ya da doğru yatırımcıyla şanslı bir bağlantı kurmalarına nadiren rastlanır.

Dışarıdan bakan birine göre, onca yıl boyunca talih diğerlerine kıyasla Virgin’in yüzüne çok daha fazla gülmüştür. Oysa biz her vakada çok sıkı çalışmış ve şans yüzümüze gülmediğinde doğru yerde olabilmek için gerekli tüm riskleri almıştık.

Şansın yüzümüze güldüğü ilk olaylardan biri de Virgin Records’un piyasaya sürdüğü ilk ürün olan Mike Oldfield’ın “Tubular Bells” adındaki albümüyle ilgilidir. Baştan aşağıya enstrümantal bir albümle piyasaya çıkarak çok büyük bir risk almıştık.

Ancak o kadar büyük bir beğeni toplamıştı ki kısa bir sürede Avrupa’da liste başı olmuştu. Bu albümün topladığı onca popülariteye rağmen Amerikalı şirketler bu albümün kendi piyasalarına sürülmesiyle hiç ilgilenmemişti.

İkna etmeye çalıştığım insanlardan biri de Atlantic Records’un başkanı Ahmet Ertegün’dü ve kendisini defalarca telefonla aramama ve üstelik şahsen mektuplar yazmama rağmen geri dönüş yapmamıştı.

Sonra bir gün Ertegün kendi çalışma ofisinde bu albümü dinliyordu (muhtemelen duyduğu müzik aletleri yaygarasına bir anlam vermeye çalışıyordu) ve odasına üzerinde çalıştığı bir sinema filmi için film müziği denemeleri yapan yönetmen William Friedkin girmişti.

Friedkin duyduğuna bayılmıştı ve işte bu demişti; o film müziğini seçmişti biz de anlaşmamızı yapmıştık. Bu filmin adı “The Exorcist (Şeytan)” idi. O dönemde en fazla gişe hasılatı yapan filmlerden biri olmuştu ve böylece “Tubular Bells”e de global bir fanatik grubu yaratmıştı.

Bazı insanlar buna sadece şans diyor. Oysa ben Ertegün’ün fikrini değiştiririm ümidiyle onun ilgisini bu albüme çekebilmenin yollarını bulmak için düşünmeye olağanüstü zaman harcamıştım. Şayet Ertegün’ü bu albümü bir kere daha dinlemeye kandıramamış olsaydım belki de tam o kritik anda çalışma odasında bu albümü çalmıyor olacaktı. “Tubular Bells” sonuçta 20 milyon albüm sattı.

1990’lı yıllarda yani biz Virgin Atlantic’i kurduğumuz sıralarda bizim havayolu şirketimiz, British Airways ve British Caledonian’dan çok daha küçüktü ve 2000 yılında Virgin Blue’yu kurduğumuzda da Avustralya pazarında Qantas ile Ansett şirketleri hakim konumdaydı.

Her iki vakada da akıl, bizim hayatta kalmamızın imkansız derecede zor olduğunu söylüyordu. Ancak biz sahneye çıktıktan birkaç yıl sonra rekabet arenası dramatik boyutlarda değişmişti. British Caledonian’ı British Airways satın almış ve Ansett de son bir hamleyle bizi satın almaya çalıştıktan sonra batıp gitmişti.

Peki biz bu pazarlarda doğru zamanda olduğumuz için mi şanslıydık, yoksa bizim pazardaki varlığımız mı bu iki dev havayolu şirketini uçurumun kenarına getirmişti? Ben gerçekten kendi şansımızı kendimizin yarattığına inanıyorum.

İşte bu yüzden başarılı girişimciler, sıklıkla kendi vizyonlarının peşinden koşmalarını sağlayan azimleriyle meşhurdur. Talih, şans, tesadüf, ne derseniz deyin ama bu iş her zaman fevkalade sıkı çalışmakla, titiz düşünmekle ve gözü karalıkla ilgilidir.

Romalı filozof Seneca zamanında “Şans faktörü ancak hazırlıklı olmak ile fırsatlar çakıştığında ortaya çıkar” demişti. İşte tam da bu! Peki siz de bir girişimciyseniz, kendi şansınızı yaratmak için şimdiye kadar neler yaptınız?

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz