Bir zamanlar Amerika’nın her tarafından, hatta
dünyanın dört bir yanından “altına hücum”
nedeniyle çok sayıda insan batı yakasına giderdi.
Bu da bir tür girişimdi. Bu gezginlerin bir kısmı altın
arıyor, bir kısmı onlara malzeme satıyor ya da lojistik
hizmet veriyordu. Çok sayıda insan bu dönemde zengin
olmuş, bazıları bu zenginliklerini daha kalıcı girişimlere
dönüştürmüştü.
Tıpkı şimdi çok sayıda girişimcinin Silikon Vadisi’ndeki
fırsatlara göç etmesi gibi… Hem ABD hem de dünyanın
başka coğrafyalarından girişimciler, yeni iş başlatmak,
ortamı hissetmek, geleceğin içinde olmak ya da para
koymak amacıyla Silikon Vadisi’ne taşınıyor.
Ben pek öyle bakmamıştım ama bir zamanlar
Hollywood benzer etkiyi yapmış. Çok sayıda sanatçı, ünlü
olmak isteyen insan, girişimci ve para sahibi Hollywood’a
akın etmiş. Dünyanın ilk internet tarayıcısı Netscape’in
yaratıcısı Marc Andreessen, şimdi Andreessen Horowitz
isimli bir risk sermayesi şirketi yönetiyor. Geçenlerde
Wired Dergisi’nde onun ofisindeki görkemli kütüphane ve
Hollywood konusundaki kitaplarıyla ilgili bir yazı okudum.
Marc Andreessen, sinemanın başkenti konusunda onlarca
kitaba sahip. Bunu da “Hollywood’u çok ilham verici”
bulmasına bağlıyor.
Bu kitaplardan benim dikkatimi çeken Peter
Bogdanovich’in efsanevi film direktörleriyle yaptığı
söyleşileri kapsayan “Who The Devil Made It” oldu. Yazar,
Hollywood’un yükselişiyle ilgili şu bilgileri veriyor:
* 1908’de ABD’nin en büyük 9 film yapımcısı Movie
Picture Patents Company adıyla bir grup oluşturdu. Bu
grubu kuranlar, “Ülkede film yapım yetkisi bize aittir.
Çünkü Thomas Edison tarafından geliştirilen orijinal film
kameralarının patenti bize ait. Başka kimse film yapamaz”
görüşünü ileri sürüyordu.
* Patent Edison’a aitti ve o da Patents Company’yi
destekliyordu. New Jersey ve etrafında kimsenin
film çekmesine izin verilmiyordu. Örneğin o dönemi
yapımcılardan biri Allan Dwan, “Patents Company keskin
nişancılar kiralardı. Onlar ağaçların üzerine çıkar ve bizim
kameralarımıza ateş ederlerdi” diye durumu anlatıyor.
* Bunun üzerine “yeni nesil film yapım”
girişimcilerinin aklında batı yakasına göç etmek geldi.
Oradaki mahkemelerin Edison ve Jersey’deki film
yapımcılarına olumlu bakmadığını biliyorlardı. Ayrıca batı
yakası, film girişimcileri için güneşli olması ve az ışık
ihtiyacı nedeniyle doğal bir olanak da sunuyordu.
* Hollywood’un ilk yıllarının öyküsü Silikon Vadisi’nin
öyküsüne çok benzer. Orada da eski kurallara göre yetişen
girişimcilerin, yeni düşünce ve fikirler için yola çıkmaları
söz konusu. Tıpkı 1960’larda bir grup yaratıcı girişimcinin
IBM’de kişisel bilgisayarı bulmaları gibi…
Komün hayatını örnek aldı 16 milyar dolara ulaştı
Kibbutz, İsrail’de ortaya çıkan ve gelişen ortak yaşam alanlarıdır.
Başlangıçta tarıma dayalı olarak tasarlandı, sonraları farklı
örnekleri de yaratıldı. Özünde, biraz da komünist düşüncenin etkisiyle
“kolektif yaşam” vardı.
İsrail’de doğup büyüyen ve Kibbutz deneyimi olan Adam
Neumann, Amerika’ya taşınmaya karar verdiğinde henüz 11 Eylül
2001 saldırısı yeni olmuştu. Orada kız kardeşinin yanına yerleşmişti. 15
katlı apartmana asansörle çıkıyor, yine asansörle iniyorlardı. Kendi
deyimiyle “Aylar geçmesine rağmen kimse birbirine merhaba” bile
demiyordu. Bu sosyal olmayan tablo onu şaşırtmıştı. Kız kardeşine,
bir öneride bulunmuştu: “Gel bir deneme yapalım ve bu yıl her ay
boyunca herkese kendimizi tanıtalım.” Her ay bir katta bu deneyim uygulanacak ve komşulara kahve ikram edilecekti. Sonuç
beklendiğinden başarılı oldu ve binanın enerjisi değişti.
Birden herkes bu işin parçası haline geldi. Apartmana biri
taşındığında ya da ayrıldığında, ona parti verilmeye başlandı.
Bir süre sonra kendisi gibi bir komün hayatı deneyimi olan
Miguel McKelvey ile tanışınca yeni bir dönemin adımı da
atılmış oldu. Adam İsrail’de, Miguel de Oregon’da “kolektif
hayat” yaşamıştı. İkisinin de benzer yanları vardı. Kibbutz’da
büyümüş bir çocuk, komün hayatı yaşamış bir genç bir araya
gelmişti. Bir girişim yapmak istiyorlardı ama paraları yoktu
ve dünya 2008 krizini yaşıyordu. Devamını Neumann şöyle
anlatıyor:
“Emlak sektörü de bu ortamda aşağıya gidiyordu.
Ekonomideki çöküşün yarattığı psikolojiyi göz önüne alınca
insanların acılarını ve başarılarını paylaşmak isteyeceğini
düşündük. Ortak çalışma alanı yaratan WeWork böyle doğdu.
Bir süre sonra Google’daki arkadaşlarım WeWork’te Kibbutz
2.0 demeye başladı. Bu girişimin Kibbutz’un yeni dünyaya
uyarlanmış hali olduğunu düşünüyorlardı.”
Böylece “ortak çalışma” (Co-work space) alanı sunan
girişimlerin öncüsü WeWork doğmuş oldu. Şimdi 77 ayrı
lokasyonda, 50 binden fazla girişimci üyesi olan, 16 milyar
dolarlık bir değere ulaşmış şirket düzeyine ulaştı, dünyanın en
büyük 6’ncı start up’ı oldu.
1 milyar TL'lik ciroyu 10 milyonluk kafa yönetemez
Geçenlerde bir büyük şirketin CEO’su,
Türkiye’deki şirketlerde yaşanan büyüme
sorununa dikkat çekerken şunu söylemişti:
“Türkiye’de büyüyüp birkaç basamak üst düzeye
ulaşan şirketlerde önemli bir sorun ortaya çıkıyor.
Örneğin şirketin cirosu 100 milyon TL’ye geliyor,
ancak kurucusu ve yöneticileri, yine 10 milyon TL’lik
mentaliteyle yönetmeyi sürdürüyor. Oysa büyümeye
paralel liderlik yaklaşımının da değişmesi gerekiyor.”
Türkiye gibi başka ülkelerde de bu sorun var.
Türkiye’deki sorunun dikkat çekici olmasının
nedeni ise şirketleşme atağının 1980’lerde başlaması,
1990’larda ise zirveye ulaşmasıdır. Kuruluş ve gelişme
dönemini geride bırakıp belli büyüklüğe ulaşan şirket
sayısı hızla artıyor. Büyümeyle birlikte yönetim ve
geleceği kurma sorunu başlıyor.
LinkedIn’in kurucusu REID HOFFMAN, başarı
için her ebatta şirket için ayrı bir CEO yaklaşımının,
tipinin bulunması gerektiğini, yönetim danışmanı Tim
Ferriss’in kitabına da dayanarak paylaşıyor. Ona göre
3 tip şirketin CEO’ları şu profilde olmalı:
1. KÜÇÜK ŞİRKET (1-50 çalışan) Bu tip
şirketlerde CEO güçlü bir takım oluşturmak ve
birlikte çalışmasını sağlamaktan sorumludur.
Öncelikleri sorunları hızlıca saptayıp çözmektir.
2. ORTA ÖLÇEKLİ (50-100 ya da 500-1000)
Orta ölçekli şirketlerde CEO’ların süreçlere ve
organizasyona odaklanması beklenir. Bu, yeni
öncelikler belirlemeyi ve çalışanları eğitmeyi kapsar.
Böylece şirketin hedeflerine nasıl ulaşacağını da
ortaya koymuş olurlar.
3. BÜYÜK ÖLÇEKLİ (500 ya da 1000 üstü): Bu
ölçekte CEO’nun görevi şirketin stratejisine liderlik
etmek, şirketin kültürünü korumak ve geliştirmektir.
Bu, şirkete uygun yapıyı yaratmayı, doğru kişileri
doğru göreve atamayı, kritik kişileri şirkete almayı
ve çalışanlara gerekli yetkileri vermeyi de kapsar.
CEO’lar geniş kapsamlı düşünceye odaklanmalı,
küçük sorunlarla uğraşmaktan kaçınmalıdır.
Hoffman, şirket kurucuları için en büyük
zorluğun, şirket yeni aşamalara geçtiğinde ortaya
çıktığını söylüyor. Dönüşüm geçiren şirketleri, bir
önceki aşamanın kafasıyla yönetmek zorluklara
neden oluyor. Bu nedenle kurucuların bu tür büyüme
süreçlerinde yerlerini CEO’lara bırakmalarını öneriyor.
Hoffman’ın bir örneği de Japon e-ticaret devi
Rakuten’in kurucusu Hiroshi Mikitani’den… Hoffman,
Mikitani’nin, “Bir şirket hacmini 3 katına çıkardığında,
ücret yönetiminden toplantı tarzına kadar her türlü
konunun farklı şekilde ele alınması gerekiyor” diye
konuştuğunu aktarıyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?