Son birkaç yıldır sürdürülemez bir modelle büyüyen Türkiye ekonomisinin kontrollü bir yumuşak inişe ihtiyacı var. Bütün ekonomik göstergeler ekonominin aşırı ısındığını gösteriyor. Cari açık, enflasyon, faizler ve döviz kurları yükseliyor. Seçimlerden sonra ekonomi politikasına dair ciddi bir belirsizlik oluştu. TCMB’nin artan enflasyona rağmen faizleri artırmaması piyasalara olumsuz bir sinyal oldu. Hükümetin 100 günlük programında, büyüme mesajının ağırlık taşıması, yumuşak iniş beklentilerini boşa çıkardı. Döviz kurlarının geldiği nokta sert bir düzeltme riskini artırdı. Yeni ekonomik model olarak açıklanan program ise henüz net bir yol haritası sunmuyor. Eylül’de açıklanacak Orta Vadeli Program’ın bir önsözü olan bu açıklama, ABD ile yaşanan sorunların gölgesinde kaldı. Bu zor dönemde TCMB’nin faiz artırmaması veya müdahale etmemesi de Türk Lirası’nı spekülatif ataklara karşı korumasız bıraktı. Türkiye ekonomisi 2018 ve 2019’u büyük oranda, son 5 yılın dengesiz ekonomik gidişatını düzeltmekle geçirebilir. Enflasyon ve faizlerin yüksek, büyümenin düşük olacağı bu dönemde yatırımcılar; cari açığın daralmasını olumlu, bütçe açığının artmasını ise olumsuz algılar. Ekonomide tekrar zaafa düşmemek için sermaye piyasalarını, tasarrufu ve ihracata dayalı üretimi ön plana çıkarmalıyız. Türkiye’nin yeni ekonomik modeli hakkında ileri sürülen para kurulu (currency board) seçeneği Türkiye gibi büyük bir ekonomiye uygun değil. Bu özel sistem Hong Kong, Estonya ve Bulgaristan gibi nispeten küçük ülkelerde başarı olurken daha büyük bir ülke olan Arjantin’de başarısız oldu. Ayrıca Türkiye’nin esnek döviz kurundan geri adım atmasını beklemiyoruz. Daha ciddi bir ihtimal Malezya’nın 1997 Asya krizi sonrası uyguladığı ekonomik programın Türkiye’nin yeni ekonomik modeline örnek teşkil etmesi. Yüksek cari açık sonucu 1997’de kur ayarlaması yaşayan Asya ülkelerinden Tayland, Endonezya ve Filipinler IMF programı uygularken, sadece Malezya üretim, yatırım ve ihracata ağırlık vererek bu krizi daha kısa sürede aşmayı başardı. Faizleri nispeten düşük tutup kamu yatırımlarına ağırlık veren bu model ile Malezya sermaye piyasalarını ve İslami (katılım) bankacılığını geliştirdi. Eylül başında açıklanacak OVP’den sonra bu modeli incelemeye devam edeceğiz.
Sosyal finans iyi toplum
Birleşmiş Milletler, 2015 yılında 17 tane sürdürülebilir gelişim hedefi belirledi. Amaç 2030 yılına kadar dünyada yoksulluğu azaltmak, gezegeni korumak ve gelir dağılımında iyileşme sağlamak. Bu amaca yönelik kamu ve özel sektör iş birliği ile toplamda 115 trilyon dolar yatırım gerektiği hesaplanıyor. Bunun yaklaşık yarısının özel sektörden gelmesi planlanıyor ve buna yönelik yatırım sektörü şu soruya cevap arıyor: “İyi davranan bir şirket aynı zamanda iyi bir yatırım mıdır?” Kurumsal yatırımcılar portföylerine hisse veya tahvil seçerken öncelikle yüksek getiri sağlamayı amaçlar. Bununla birlikte yan amaç olarak pozitif bir sosyal etki yaratmak son 10 yılda özellikle Kuzey Avrupalı kurumsal yatırımcıların gündemine girmiş durumda. Bunun için yapılan yatırımın sosyal ve çevresel etkilerinin objektif ve şeffaf bir şekilde ölçülmesi gerekiyor. Finansal yatırımlarla olumlu sosyal sonuç elde etmeyi amaçlayan yaklaşımlar şu 4 farklı isimle anılıyor: Etki yatırımı (impact investing), çevresel, yönetişim ve sosyal yatırım (environmental, governance and social investing), sorumlu yatırım (responsible investing), sürdürülebilir yatırım (sustainable investing). Davranışsal finansın kurucu isimlerinden Robert Shiller’in Finans ve İyi Toplum (Finance and Good Society) kitabında bahsettiği gibi insan mutluluğu zenginlikten ziyade sosyal itibardan kaynaklanıyor. Bu nedenle finansal yatırımcıların kâr amaçlarını sosyal bir bilinçle dengelemek gerekir. Yatırım alanında sosyal odaklı uygulamanın giderek artmasıyla sayısal finans olması gerektiği gibi sosyal finansa dönüşecektir.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?