Eylül ayında Moody’s Türkiye’nin kredi notunu B1’den B2’e düşürdü. Bu not, yatırım yapılabilir seviyenin beş basamak altında olup Moody’s tarafından tarihte Türkiye’ye verilen en düşük kredi notu seviyesidir. Ayrıca notun görünümünün negatif olması, daha da düşme ihtimalini gösteriyor. Moody’s raporunda ana fikir, Türkiye’nin bir ödemeler dengesi krizine doğru gittiği iddiasıdır. TL’deki sürekli değer kaybı, uzun süredir devam eden sermaye çıkışı ve TCMB döviz rezervlerinde yüksek düşüş başlıca nedenlerdir.
Zamanlaması siyasi olarak algılanabilecek bu raporun makroekonomik gerekçeleri ise ciddiye alınmalıdır: “Ekonomideki olumsuz gidişata rağmen ülkenin kurumları gerekli önlemleri al(a)mamaktadır. Politik baskı nedeniyle reel politika faizi, enflasyon beklentilerindeki yükselmeye rağmen negatiftir. Ekonominin esas yapısal sorunlarını çözmeye yönelik önlemler yetersizdir. Hükümet bunun yerine, döviz kuruna müdahale ve ucuz kredi vermeye öncelik vermiştir.”
“Moody’s, Türkiye’nin dış borcunun 2020’de milli gelirin yüzde 67,5’ine çıkacağını ve bu dış borcun yaklaşık üçte ikisinin özel sektöre ait olduğunu belirtmiştir. Özel sektörün yılın son üç ayında 15 milyar dolar dış borç geri ödemesi bulunuyor. Döviz geliri pandemi nedeniyle azalan şirketler, piyasadan döviz almak zorunda kalıyor. Yükselen döviz borcu ödemeleri ve azalan yurt dışı borçlanma imkanı, özel tüketim, yatırım ve kamu harcamalarında sert bir düşüşe neden olabilir.”
TCMB’nin 24 Eylül faiz kararı, Türkiye’nin kurumsal karar alma kapasitesi açısından göstergedir. Fiili fonlama faizini yüzde 7,5’ten yüzde 10,5’e kadar yüzde 3 puan artıran TCMB, politika faizini neden yüzde 8,25’te tuttuğunu piyasaya izah edemiyor. TCMB’nin kendi yaptığı ankette, 2020 enflasyon beklentisi yüzde 11,5’e kadar çıktı. Eksi reel faiz ortamında hem döviz kurları hem de enflasyon beklentileri bir fasit daire şeklinde yükseliyor. TCMB ve diğer kritik ekonomi birimleri, gerekli kararları almakta ne kadar gecikirse maliyet o kadar büyür. Yabancı yatırımcıların tarihte görülmedik ölçüde Türkiye piyasalarından çıkmasının ve yurt içi mevduatların yarıdan fazlasının dövize dönmesinin nedeni budur.
BES KAYNAK SAĞLAR
Bireysel emeklilik sistemi (BES) uzun vadeli fonların biriktiği bir sistemdir. Bu fonlar, yatırımcı tercih ve beklentilerine göre piyasalarda yatırıma yönlendiriliyor. Gönüllü BES’te 7 milyona yaklaşan katılımcı, bireysel yatırım danışmanlığı alamadığı için fon tercihlerinde sorun yaşıyor. Örneğin BES’te biriken 158 milyar TL’nin yüzde 11’i hisse senedinde, yüzde 45’i devlet tahvil ve kira sertifikasında bulunuyor.
Borsa bu kadar ucuzken emeklilik fonlarında hisse senedi oranının bunun birkaç katı olması beklenir. Hisse senedine daha fazla yatırım olursa, hisse fiyatları yükselir ve şirketler için halka arz ile borsadan özkaynak sağlamanın yolu açılır. Özkaynak, banka kredisinin alternatifi olup şirketlerin mali bünyesini güçlendirir, uzun vadeli yatırım ve büyüme imkanı sağlar. Bu açından bakınca, BES fonlarının reel sektöre uygun kaynak sağlaması eşyanın tabiatına aykırı değildir.
Geçtiğimiz yıllarda BES fonlarının yurt dışına yatırımı yüzde 50 ile sınırlandı. Devlet katkı fonlarına en az yüzde 10 hisse senedine yatırım şartı getirildi. BES fonlarının yurt dışına yatırım yapması, risk çeşitlendirme ve getiri imkanı açısından basiretlidir. Diğer yandan, bu fonlar hisse senedine yönelmiyorsa bu yönde akıllı teşvik ve müdahaleler kullanılabilir.
Son yıllarda gelişen davranışsal finans yöntemleri BES’in katılımcı açısından daha kolay, şeffaf ve müşteri odaklı olmasına katkıda bulunacaktır. Sermaye piyasasında eksik halka olan bağımsız yatırım danışmanlığı kurumlarının da önü açılmalıdır. Nasıl ki sağlığımız için doktora ve eczacıya gidiyorsak, finansal sağlığımız için de SPK’dan lisanslı, güvenilir ve sağlam yatırım danışmanlarına başvurabilmeliyiz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?