Pandeminin global ölçekte yarattığı krizin şiddetini ve boyutunu en yalın ve net biçimde Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir rapordaki “1929 Buhranı’ndan sonra yaşanan en derin kriz” tanımlamasının ortaya koyduğunu düşünüyorum. Bu denli şiddetli bir ekonomik darboğaza ne dünya ne de Türkiye hazırlıklıydı. Ancak bu şok nedeniyle ülkenin ekonomik kurumlarının olumsuz gidişata rağmen adeta paralize olup gerekli önlemleri tam olarak alamıyor olması endişe verici.
Bu ay Capital’in “Konjonktür” köşesini yazmaya başlayan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Cem Çakmaklı, ilk yazısında ekonomik daralmayı aşmak üzere gidilen rekor seviyelerdeki kredi genişlemesinin mayıs ve haziran aylarında piyasayı canlandırmasına rağmen cari açığı artırdığına ve enflasyonu alevlendirdiğine dikkat çekiyor. Eldeki döviz stokuyla bu para politikası ne kadar uzun vadeli olabilir sorusunu soruyor. Hem Dr. Cem Çakmaklı hem de “Piyasalar” köşemizin yazarı Ata Portföy Yönetimi Genel Müdürü Mehmet Gerz, Moody’s tarafından Türkiye’nin kredi notunun düşürülmesinin zamanlamasını “siyasi” buluyor ve Türkiye’ye verilen tarihi düşük kredi notunun hakkaniyetli olup olmadığı konusunun tartışabilir olduğunu belirtiyorlar. Ancak ben de onlar gibi Moody’s’in raporunda bulunan ve aşağıda özetleyeceğim bazı yerinde riskleri ve gerekçelerini de atlamamak gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’nin ödemeler dengesi kriziyle karşı karşıya kalabileceği riskine dikkat çekilen raporda, bunun gerekçesi olarak son 2 yılda iyice ivmelenen TL’deki sürekli değer kaybı, uzun zamandır süren sermaye çıkışı ve TCMB döviz rezervlerindeki düşüş gösteriliyor. Reel politika faizinin enflasyondaki yükselişe rağmen negatif olması raporda politik baskılarla ilişkilendiriliyor. Negatif faizin ise döviz kurlarındaki yükselişi adeta bir emme basma pompa gibi tetiklediğiyse aşikar.
Moody’s raporunda benim son 3 yıldır özellikle takip ettiğim dış borç ve yapısı konusuna da değiniliyor. Türkiye’nin dış borcunun 2020’de milli gelirin yüzde 67,5’i seviyesine yükseleceği ve bu borcun yaklaşık üçte ikisinin özel sektöre ait olduğu vurgulanıyor. Bu yıl sonuna dek özel sektör tarafından ödenmesi ya da çevrilmesi gereken 15 milyar dolar dış borç da bir başka zayıf nokta.
TCMB’nin bu noktada isabetli kararları almaya başlaması önemli. Ekim-kasım aylarında pandemide ikinci dalga riski yükselişe geçecek. Şimdiden hazırlıklı olmak gerekiyor. İkinci dalga yaşansa bile başta Avrupa Birliği’nin önde gelen ekonomisi Almanya olmak üzere pek çok ülke tekrar tam bir kapanmaya gitmeyerek salgını yönetmeye çalışacağının sinyalini veriyor. İkinci dalganın ilki kadar derin bir küçülmeye neden olmayacağı yönündeki öngörüler ağırlık kazanıyor. Tüm bu gelişmeleri iyi okuyarak pandemi sürecini minimum hasarla atlatmak tüm iş liderleri için ilk hedef olmalı.
Dünya Ekonomik Forumu’nun bu yıl yayınladığı “Big Reset” adını taşıyan ve benimde çok beğendiğim raporu Türkçe’ye “Sil Baştan” diye tercüme etmek doğru olur. İş ve özel hayatta pek çok şeyi silip, yeni baştan yazıp yaratacağız. Bu süreçte her şey yeni baştan kurgulandı ve telekom, online bankacılık ve e-ticaret gibi sektörlerin kimi alt kategorilerinde 3-4 yılda kat edilecek mesafelere, elde edilecek büyümelere 3-4 ayda ulaşıldı. Turkcell CEO’su Murat Erkan ile yaptığımız söyleşide adeta “geleceğe yolculuk” yaptığımız bu sürecin somut olarak rakamlara nasıl yansıdığını göreceksiniz.
İyi okumalar diliyorum.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?