Kredi derecelendirme şirketi Moody’s mart başında Türkiye’nin kredi notunu düşürdü ve S&P ile aynı seviyeye getirdi. Türkiye’nin kredi notu, Moody’s (Ba2) ve S&P’ye (BB) göre yatırım yapılabilir seviyenin iki kademe altındayken, Fitch’e (BB+) göre ise bir kademe altında bulunuyor. Not indiriminin gerekçelerine objektif bakmak, riskleri basiretli yönetmek açısından çok önemli: 1) Türkiye, kısa vadede yüksek büyümeyi, etkin para politikası ve yapısal reformlara tercih ediyor. 2) Artan cari açık ve dış borç, Türkiye’nin dış şoklara hassasiyetini artırıyor. Türkiye’nin yüzde 28 olan kamu borcunun milli gelire oranı, aynı not sınıfındaki ülke ortalaması olan yüzde 46’ya göre düşük. Ama toplam ülke bilançosunda, özel sektörün yüksek döviz borcu ve artan cari açık işin içine katıldığında, yurt dışından sermaye bulma ihtiyacımız yüksek ve her yıl artıyor. Geçen yıl sağlanan yüksek büyümenin maliyeti çift haneye yerleşen enflasyon ve yıllık bazda 50 milyar doları geçen cari açık oldu. Moody’s’e göre Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme oranı yüzde 3,5-4,0 civarında, yani geçen yılın yarısı düzeyinde. Isınan bir ekonomide piyasaların takip edeceği iki önemli gösterge, enflasyon ve cari açıktır. Bozulma devam ederse faizlerde ve döviz kurlarında dalgalı yükseliş devam eder. TCMB’ye göre enflasyon bir süre yatay gidip bu yılın son çeyreğinde düşecek. Ama arada döviz kurları yükselirse bu beklenti gerçekleşmeyebilir. Bize göre bu yıl asıl önemli konu, cari açığın gidişatı ve finansman koşulları olacak. Moody’s yaptığı açıklamayla küresel faiz artışından en olumsuz etkilenecek ülkelerin başında geldiğimizi ilan etti. Buna duygusal tepki gösterip tedbir almamak, ekonomik gerçeklere karşı başını kuma gömmeye benzer.
MEVDUATTA DÖVİZİN PAYI NİYE ARTIYOR?
Döviz mevduatının toplam içindeki oranı, tasarruf sahiplerinin toplu tutumunu yansıtan basit ama önemli bir göstergedir. Son 15 yılın ilk yarısında (2002-2010) dövizin payı düzenli azalıp yüzde 30’a kadar inmişti. Ama son 8 yılda (2010-2018) toplam mevduatta dövizin payı yüzde 30’dan yüzde 46’ya kadar yükseldi. Bunu 3 nedene bağlamak mümkün: 1) Türkiye’nin para politikasına güvenin azalması, 2) Enflasyonun yükselişe geçmesi, 3) Gelişmiş ülkelerde faizlerin artmaya başlaması. 2012-2017 arasındaki 6 yılda, dolar kuru toplamda yüzde 100; Euro kuru ise yüzde 85 artarken, devlet tahvili yüzde 61, TL mevduat ise yüzde 70 getiri sağladı. Aynı dönemde birikimli TÜFE enflasyonu yüzde 63 oldu. Yani TL’nin faiz kazancı hem döviz hem enflasyon karşısında yetersiz kaldı. TL’nin reel getiri sağlamaması, mevduatta artan döviz tercihinin en önemli sebebi. Aynı 6 yıllık dönemde, borsa endeksi (temettüler dahil) yüzde 159; gayrimenkul ise yüzde 108 getiriyle enflasyonu aştı. Gayrimenkulde, kira getirilerinin düşük kalması ve kentsel dönüşümle oluşan arz fazlası, son 1-2 yılda durgunluğa neden oldu. Gelir artarsa ve konut kredi faizleri düşerse olumlu demografi sayesinde, biriken stok birkaç yıl içinde eriyebilir. Borsada ise değerleme olarak fiyatlar hala şişik değil ama yeni halka arzlar talebi karşılayacağı için bu yıl yükseliş sınırlı kalabilir. Doğası gereği dalgalı olan hisse senedi fiyatlarında yüzde 15-20 civarı düşüş veya yükseliş normal sayılır. Bu nedenle bir yılda en az yüzde 30 kazanma potansiyeli olan hisse senetleri alınmalı. Bu özelliklere sahip iyi seçilmiş hisselerden oluşan bir fona yatırım yapmak en doğru yaklaşım olur.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?