Türkiye’nin, gücün doğuya kaydığı,
Trump ve Brexit'in Batı'yı
sarstığı bir dünyada kendi ayarını
yapmasından daha doğal bir şey
olamaz. Yeni “büyük oyun”da her
coğrafyada etkin olmamız gereğini ortaya
koyarak belki de bu tartışma çok önceden
başlamalıydı.
Bu tür girişimleri de “Batı’dan kopuyor
muyuz” kolaycılığına kaçmadan, hükümetlerin
mevcut yaklaşımından bağımsız olarak
geleceğe dönük beklentilerimiz temelinde
değerlendirebilmeliyiz. Gerçek niyet,
AB ile müzakerelerin donması ya da askıya
alınması, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde “diyalog ortağı”
konumundan üyeliğe geçilmesi ile NATO’dan çıkılması,
Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
rahat bırakmayan kurum ve kurallarından kurtulmak ise
iktidar tabii ki rahata erebilir. Ancak bunların gitmesiyle
çağdaşlık çıpasının çözülmesi ve bizim bildiğimiz ülkeden
geriye pek bir şey kalmaması da ciddi bir risktir.
Cumhurbaşkanı’nın AB konusunda söylediklerinin
çoğu doğru. Türkiye, bugüne kadar katılım sürecinde
oyalanmış ve ikiyüzlü davranışlarla karşılaşarak aşağılanmıştır.
53 yıl geçti, üzerimize bunca yeni üye alındı, Latin
Amerika'ya Ukrayna'ya verilirken bize serbest dolaşım bile
tanınmadı. Her yaklaştığımızda bizi daha da uzaklaştıracak
(insan hakları, özgürlükler, hukuka dayalı iyi yönetişim,
şeffaflık gibi hepimizin katıldıklarının ötesinde) gerekçeler
icat edildi. Çuvaldızı kendimize batırırsak esasen biz de
başından beri isteksiz davrandık, üyeliğin gereklerini hiç
bir zaman yerine getirmeye yanaşmadık.
Şayet olmayacaksa ki öyle olduğu artık kesinleşiyor,
bu duaya amin demeye gerek yok. Soğuk duş yaptırmak,
ilişkileri hem yeniden tanımlamak hem de daha rasyonel,
sağlam bir temele oturtmak gerekiyor. Ama öyle meydan
okumadan, havayı zehirlemeden ve pozitif bir gündem
yaratacak şekilde. Aslında Brüksel’in vesayetini devre
dışı bırakıp Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya, Polonya,
Fransa gibi belli başlı Avrupa başkentleriyle şimdikinden
daha etkin, karşılıklı yarara ve saygıya dayalı ikili ortaklıklar
geliştirmek mümkün.
Bu tartışmalarda şu yanılgıya düşmeyelim: AB'nin karşılığı
Şanghay İşbirliği Örgütü ve onun bizim kendi standartlarımızın
bile çok altında olan ekonomi ve yönetişim
düzeyi değildir. Çok boyutluluk ve karşılıklı menfaatler
çerçevesinde her örgütle ilişki kurulabilir. Hedefimiz, her zaman küresel birinci ligde yer almak, muasır
medeniyet seviyesinin bile üzerine çıkmaktır.
Nitekim kurtuluş ve bağımsızlık için Avrupa
emperyalizmine karşı savaş veren Atatürk,
Avrupa’nın çağdaş uygarlık değerlerini getirmek
için en büyük çabayı gösterdi. Kadınerkek
eşitliğinden çağdaş eğitim düzeyine,
uygar yaşam tarzından güzel sanatların geliştirilmesine
kadar Avrupa’nın değerlerine sahip
çıktı. Son 10 yılda Türkiye'deki değişim AB
değerleriyle bizim o değerleri anlama veya
yorumlamamız arasındaki uçurumun gittikçe
açıldığını gösterdi.
Kendi aralarında Kazak, Kırgız, Özbek,
Uygur, Azeri, Türkmen, Tatar, Karakalpak, Başkırt,
Gagavuz diye parçalara ayrıldığından, kendi milliyetçi
kimliklerini geliştirdiklerinden, aralarındaki ticaret ve
yatırım akışları çok cüzi olduğundan gerçek anlamda bir
“Türkik dünya”dan bahsetmek kolay değil. Dahası, Çin,
Rusya ve İran’ın bölgede bizlere yakın toplulukların uzun
süre birbirlerinden kopuk yaşamalarının, hatta birbirlerine
yabancılaşmalarının ana müsebbibleri olduğunu da
unutmayalım.
Çin, Rusya ve İran ile birlikte çalışmanın, her halükarda
medeni çerçevedeki AB ve ABD ile ortaklıktan hiç daha
kolay olmadığını, çok daha menfi yansımalar yaratabileceğini,
menfaat ve ego çatışmalarının çok geçmeden patlak
verebileceğini unutmamalıyız.
Bu ülkelerin ABD ve AB’yi ekonomik, askeri ve teknolojik
bakımlardan ikame etmesi de mümkün değil.
Hatta Türkiye’yi yeni krizlere, on yılların zor elde edilmiş
kazanımı olan mevcut standartları bile geriye götürme
riski hiç yabana atılamaz. Dolayısıyla hem içeride hem
dışarıda blok değiştiriyormuş, daha beter otokratik yönetim
biçimlerine kayılıyormuş, yeni belirsizliklere yelken
açılıyormuş intibasını yaratmayacak şekilde insanlarımıza,
dış aktörlere ve yatırımcılara güven vermek çok önemli.
İlişkilerin kritik ulusal menfaatler temelinde yeniden
dengelenmesi için atılacak adımlar çok daha iyi koşullar
yaratacak, ufkumuzu genişletecek, aydınlatacak, refah ve
demokrasimizin olgunluk düzeyini artıracak toplumdaki
paydaşlarca paylaşılan bir konsensüsü yansıtmalıdır.
"Özellikle Cumhurbaşkanı ve ekibinin, geçmiş performansına
ve yaşadığımız ciddi siyasi, güvenlik, ekonomik
ve itibar kayıplarına bakılırsa böylesi bir balans ayarına
kalkışmadan önce güven tazelemenin birinci öncelik
olduğu izahtan varestedir.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?