Yeni ortaklıklar ve güven

19.01.2017 16:01:360
Paylaş Tweet Paylaş
Yeni ortaklıklar ve güven
Türkiye’nin, gücün doğuya kaydığı, Trump ve Brexit'in Batı'yı sarstığı bir dünyada kendi ayarını yapmasından daha doğal bir şey olamaz. Yeni “büyük oyun”da her coğrafyada etkin olmamız gereğini ortaya koyarak belki de bu tartışma çok önceden başlamalıydı. Bu tür girişimleri de “Batı’dan kopuyor muyuz” kolaycılığına kaçmadan, hükümetlerin mevcut yaklaşımından bağımsız olarak geleceğe dönük beklentilerimiz temelinde değerlendirebilmeliyiz. Gerçek niyet, AB ile müzakerelerin donması ya da askıya alınması, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde “diyalog ortağı” konumundan üyeliğe geçilmesi ile NATO’dan çıkılması, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin rahat bırakmayan kurum ve kurallarından kurtulmak ise iktidar tabii ki rahata erebilir. Ancak bunların gitmesiyle çağdaşlık çıpasının çözülmesi ve bizim bildiğimiz ülkeden geriye pek bir şey kalmaması da ciddi bir risktir. Cumhurbaşkanı’nın AB konusunda söylediklerinin çoğu doğru. Türkiye, bugüne kadar katılım sürecinde oyalanmış ve ikiyüzlü davranışlarla karşılaşarak aşağılanmıştır. 53 yıl geçti, üzerimize bunca yeni üye alındı, Latin Amerika'ya Ukrayna'ya verilirken bize serbest dolaşım bile tanınmadı. Her yaklaştığımızda bizi daha da uzaklaştıracak (insan hakları, özgürlükler, hukuka dayalı iyi yönetişim, şeffaflık gibi hepimizin katıldıklarının ötesinde) gerekçeler icat edildi. Çuvaldızı kendimize batırırsak esasen biz de başından beri isteksiz davrandık, üyeliğin gereklerini hiç bir zaman yerine getirmeye yanaşmadık. Şayet olmayacaksa ki öyle olduğu artık kesinleşiyor, bu duaya amin demeye gerek yok. Soğuk duş yaptırmak, ilişkileri hem yeniden tanımlamak hem de daha rasyonel, sağlam bir temele oturtmak gerekiyor. Ama öyle meydan okumadan, havayı zehirlemeden ve pozitif bir gündem yaratacak şekilde. Aslında Brüksel’in vesayetini devre dışı bırakıp Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya, Polonya, Fransa gibi belli başlı Avrupa başkentleriyle şimdikinden daha etkin, karşılıklı yarara ve saygıya dayalı ikili ortaklıklar geliştirmek mümkün. Bu tartışmalarda şu yanılgıya düşmeyelim: AB'nin karşılığı Şanghay İşbirliği Örgütü ve onun bizim kendi standartlarımızın bile çok altında olan ekonomi ve yönetişim düzeyi değildir. Çok boyutluluk ve karşılıklı menfaatler çerçevesinde her örgütle ilişki kurulabilir. Hedefimiz, her zaman küresel birinci ligde yer almak, muasır medeniyet seviyesinin bile üzerine çıkmaktır. Nitekim kurtuluş ve bağımsızlık için Avrupa emperyalizmine karşı savaş veren Atatürk, Avrupa’nın çağdaş uygarlık değerlerini getirmek için en büyük çabayı gösterdi. Kadınerkek eşitliğinden çağdaş eğitim düzeyine, uygar yaşam tarzından güzel sanatların geliştirilmesine kadar Avrupa’nın değerlerine sahip çıktı. Son 10 yılda Türkiye'deki değişim AB değerleriyle bizim o değerleri anlama veya yorumlamamız arasındaki uçurumun gittikçe açıldığını gösterdi. Kendi aralarında Kazak, Kırgız, Özbek, Uygur, Azeri, Türkmen, Tatar, Karakalpak, Başkırt, Gagavuz diye parçalara ayrıldığından, kendi milliyetçi kimliklerini geliştirdiklerinden, aralarındaki ticaret ve yatırım akışları çok cüzi olduğundan gerçek anlamda bir “Türkik dünya”dan bahsetmek kolay değil. Dahası, Çin, Rusya ve İran’ın bölgede bizlere yakın toplulukların uzun süre birbirlerinden kopuk yaşamalarının, hatta birbirlerine yabancılaşmalarının ana müsebbibleri olduğunu da unutmayalım. Çin, Rusya ve İran ile birlikte çalışmanın, her halükarda medeni çerçevedeki AB ve ABD ile ortaklıktan hiç daha kolay olmadığını, çok daha menfi yansımalar yaratabileceğini, menfaat ve ego çatışmalarının çok geçmeden patlak verebileceğini unutmamalıyız. Bu ülkelerin ABD ve AB’yi ekonomik, askeri ve teknolojik bakımlardan ikame etmesi de mümkün değil. Hatta Türkiye’yi yeni krizlere, on yılların zor elde edilmiş kazanımı olan mevcut standartları bile geriye götürme riski hiç yabana atılamaz. Dolayısıyla hem içeride hem dışarıda blok değiştiriyormuş, daha beter otokratik yönetim biçimlerine kayılıyormuş, yeni belirsizliklere yelken açılıyormuş intibasını yaratmayacak şekilde insanlarımıza, dış aktörlere ve yatırımcılara güven vermek çok önemli. İlişkilerin kritik ulusal menfaatler temelinde yeniden dengelenmesi için atılacak adımlar çok daha iyi koşullar yaratacak, ufkumuzu genişletecek, aydınlatacak, refah ve demokrasimizin olgunluk düzeyini artıracak toplumdaki paydaşlarca paylaşılan bir konsensüsü yansıtmalıdır. "Özellikle Cumhurbaşkanı ve ekibinin, geçmiş performansına ve yaşadığımız ciddi siyasi, güvenlik, ekonomik ve itibar kayıplarına bakılırsa böylesi bir balans ayarına kalkışmadan önce güven tazelemenin birinci öncelik olduğu izahtan varestedir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz